10 Şubat 2016 Çarşamba

TÜRKİYE'YE VE BAŞBAKAN ERDOĞAN'A NİÇİN SALDIRIYORLAR? Bugün ülkemizde yaşananları anlamak için sadece basit bir mantıkla düşünmemiz yeterli olacaktır. Öncelikle herkesin şu soruyu sorması gerekiyor. Neden Başbakan Erdoğan’a karşılar?



Bu soruyu cevaplamadan önce kimlerin Başbakan Erdoğan’a karşı olduğunu açıklayalım; Baronlar ve onların sahip olduğu dünya devi medya kuruluşları...
Bunlar;
İngiliz, Alman ve bazı Amerikan Medyası.
****
İsrail Devleti ve Kamuoyu
Fransa
İngiltere Kraliçesi
****
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Erdoğan karşıtlarının, ülkemizi çok sevdikleri ve ülkemize değer verdikleri için ülkemiz meseleleri ile ilgilendiklerini ya da Erdoğan’a bu yüzden karşı olduklarını düşünmek oldukça saflık olacaktır.
Dünyayı para ile sömüren Baronlar, İngiliz Kraliçesi ve İsrail bu denli ülkemizle ilgileniyor ise bilin ki onların çıkar ve menfaatlerine aykırı hareket ediyorsunuzdur. Yoksa bu güçler ülkemizle neden bu kadar yakından ilgilensinler ki…
Bu baronlar, İngiliz Kraliçesi ya da İsrail bu ülkenin kalkınmasını ve güçlenmesini arzu edebilir mi?
Kesinlikle Hayır!

İşin diğer boyutu da bu güçlerle aynı paralellikte hareket eden içimizdeki kuklaların olmasıdır. Bu kuklalar yukarıda bahsetmiş olduğumuz güçlerin, ülkemizdeki şövalyeleridir. Bu güçler, eğer ülkemizi yönetenlerden memnun değil ise bu kişiler aracılığı memnuniyetsizliklerini dile getirirler ya da bu araçlarla ülkemiz üzerinde operasyonlar yaparlar. Eğer başarılı olurlar ise bu kuklaları da edindikleri kazanımlardan beslerler.

Peki, bu güçler neden rahatsızlık duyarlar?
Yıllardır bu kimselerden uçak, teknoloji, araç vs alıyorsanız ve günün birinde bunları satın almak yerine kendiniz üretmeye kalkışır iseniz, bu güçler bundan oldukça rahatsız olur.
Ya da yıllardır bölgenizde hiçbir etliye, sütlüye karışmaz iken bir anda sahneye çıkıp bir şeylere müdahil oluyorsanız bu birilerini oldukça tedirgin eder. Onlara göre Türkiye iç meselelerine hapsedilmeli ve dışarı ile asla ilgilenmemelidir.
Son olarak şunu da düşünmeliyiz;
Bugün yeryüzünde zulme uğrayan Müslümanlara kol kanat gerecek ya da onların arkasında duracak ve onların meselelerini Birleşmiş Milletlere, Avrupa Birliğine veya Uluslararası Konferanslara taşıyacak Türkiye dışında bir ülke gösterebilir misiniz?
Türkiye’yi iç hapsetmek, servis dışı bırakmak demek, Müslümanların sahipsiz ve savunmasız kalması demektir.
Arakan da zulme uğrayan Müslümanların yanına giden ilk devlet Türkiye değil miydi?
Gazze’ye atılan Bombalara karşı tek ses yükselten ülke Türkiye değil miydi?
Filistin’in BM’de gözlemci devlet olmasını sağlayan Türkiye değil miydi?
Mısır’daki kanlı darbe sonrası dünya ülkelerinin dikkatini çeken ve en sert biçimde tepki gösteren ülke Türkiye değil miydi?
Somali'ye yardım elini uzatan ve Somaliyi sıklıkla ziyaret eden ülke Türkiye değil miydi?
Suriye’de katledilen, açlığa ve çaresizliğe mahkûm edilen insanlara kapısını açan, onlara kol kanat geren ülke Türkiye değil miydi?
Fatih Keleş

NEDEN ESKİ TÜRKİYE’NİN İÇERİDEKİ VE DIŞARIDAKİ TEMSİLCİLERİ ELBİRLİĞİYLE VE SÜREKLİ OLARAK CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN’A SALDIRIYORLAR.
GAZETELERİ HER GÜN MANŞETLERİNDEN ERDOĞAN’I OLUMSUZLUYOR.

TELEVİZYONLARINDAKİ HER KONUŞMACININ İLK AMACI ERDOĞAN’A VURMAK...

Çünkü Erdoğan bir manayı temsil ediyor.
Çünkü Erdoğan  Bir misyonun liderliğini yapıyor.
Erdoğan'a düşmanlıkları sadece siyasi bir rekabetten kaynaklanmıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında onun yüklendiği misyona düşmanlık yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında, bu millete düşmanlıkları yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında bu milletin değerlerine düşmanlık yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında İslam dünyasına düşmanlıkları yatıyor.
Erdoğan'ı tökezlettiklerinde, düşürdüklerinde o misyonu yıkacaklarını bildiklerine için ona yükleniyorlar.
27 Nisan muhtırasında da, 7 Şubat MİT krizinde de, Gezi'de de, 17-25 Aralık'ta da Erdoğan'ı bunun için devirmek istemişlerdi.
Bu düşmanlığın perde arkasında Türkiye’nin giderek güçlenerek kontrol edilemez bir bölgesel güç haline gelmesinin önemi büyüktür. Türkiye Batı için ayaktır. Ayaklar baş olmasın istiyorlar. Diğer bir sebepse “one minute” un kronik bir hal alan acısıdır. Yahudi lobisi ve İsrail kendilerini dünyanın gözü önünde rezil eden bir liderin hâlâ iktidarda olmasını kabullenemiyorlar. İsrail’in işlediği suçları yüksek sesle dillendirerek Yahudilerin kuyruğuna basan Erdoğan’dan kurtulmak için yapıyorlar bu tür yayınları. Yabancı medyada Erdoğan aleyhine yazanların çoğunluğu Yahudi kökenli. Kimse bu durumu tesadüf olarak göremez
Amaçları Türkiye’nin makus talihini değiştiren en büyük devrimcilerden olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı yalnızlaştırmak...
Amaçları, Erdoğan’ı Beştepe’ye hapsetmek...
Amaçları, AK Parti’ye gönül vermiş milyonlarla Erdoğan arasındaki o sarsılmaz bağı zayıflatmaya çalışmak...
Asıl amaçlarının Erdoğan olduğunu o kadar net söylüyorlar ki, “AK Parti Erdoğan’la arasına kalın çizgiler çekerse oyumuzu bile veririz” diyenler var.
Sırf Erdoğan’ı eleştirmek adına her türlü yalanı, iftirayı ve ahlaksızlığı fütursuzca sergiliyorlar.
Hele Cumhurbaşkanlığı Sarayı üzerinden ürettikleri yalanların haddi hesabı yok. Sanırsınız Cumhurbaşkanlığı Sarayı Erdoğan’ın özel mülkü.
Onların derdi elbette saray değil.
Onların derdi, Cumhurbaşkanlığının milletle buluşması.
Hiç kuşkunuz olmasın, eğer Erdoğan halkla arasına barikatlar kuran, kendini bu ülkenin kreması sayan elitler için sarayda balolar düzenleyip kadeh kaldıran, Ramazan günü canlı yayın yapan kameralar önünde su bardağını kafaya diken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı kamu malı yağmalama uzmanı medya patronları ve onların ihale takipçisi gazetecileri için yol geçen hanı yapan biri olsaydı, o zaman onu çok sevecek ve bu saray haberlerinin hiç birini yapmayacaklardı.
Oysa Cumhurbaşkanımız bunların hiç birini yapmadığı yetmezmiş gibi, bir de sarayı milletle buluşturuyor.
Muhtarları ağırlıyor, şoförleri ağırlıyor, alimleri ve dini kanaat önderlerini ağırlıyor, Cumhurbaşkanlığının kapılarını toprak kokan Anadolu insanlarına açıyor.
Hazmedemedikleri bu.
Dile getiremedikleri bu.
Asıl dertleri bir kere daha Erdoğan yani.
Dış basınla senkronize şekilde Erdoğan’a vuruyorlar.
Zira Erdoğanlı bir Türkiye’nin güç ve kudret demek olduğunu biliyorlar.
Siyasal istikrarı bozulmuş ve ekonomik anlamda da küçülmüş bir Türkiye’yi daha kolay ve rahat yönetebileceklerini varsayıyorlar.
Türkiye’yi bir anlamda Suriye’ye, Mısır’a dönüştürmek istiyorlar.
Tüm bu hedeflerine ulaşmak için önlerinde engel olarak gördükleri kişi, Recep Tayyip Erdoğan...
O yüzden sürekli Erdoğan’ı yıpratmaya, gözden düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar...
Beştepe’deki iftar yemeğini bile dillerine dolamaları, bu büyük senaryonun sadece bir parçasından ibaret.
Ne yaparlarsa yapsınlar,
Milletin büyük teveccühüyle Cumhurbaşkanı seçilmiş Erdoğan’ı yalnızlaştıramayacak, değersizleştiremeyecek, etkisizleştiremeyecekler.
Yıllardır söyleyegeldiğimiz o cümleyi, bugün her zamankinden daha çok sevgi ve heyecanla haykırıyoruz:
“Bu millet seninle!”

ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALINDI?
Ortadoğu'da ve Türkiye'de son günlerdeki gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için çok açıklayıcı okunması gereken bir röportajı Timetürk olarak sizler için çevirdik
TIMETURK / HABER MERKEZİ
SİBEL EDMOND; CIA ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALDI?
"Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim "FBI muhbirlik" davamın konusu aslında "ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmem"den kaynaklanıyor. Bu yüzden hem ABD'de ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye'de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
...
Amerikan vatandaşları Twitter üzerinden soruyorlar, "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?" Yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım. Amerikalı insanlar şaşırıyor, "Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?"
CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor.  Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı'ya Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor.
...
Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi.
Gülen'le de bağlantılı.
Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?
Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.
Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, "Gülen" markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. Tünkiye'nin laik kanadına göre Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyonun A planı idi.
....
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı.

Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD'daydı artık.
Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve "bu imama (Gülen'e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu. "Gülen" markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.
Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de Fetullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in ABD'deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisidir. İsterseniz  Google'a gidip, en büyük yahudi lobisi olan AIPAC'i, ya da ATC'yi "gulen aipac" yazarak sorgulayın.
İlginç olan, bir İslami imam olan Gülen'in, Yahudi lobisi tarafından destekleniyor olmasıydı. Yahudi lobisi bir İslami modeli asla desteklemez oysa. Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.
Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi. Yani, Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.
Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. "Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor" iddiası vardı.
Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu. ABD'nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad'ın devrilmesi için gereken herşeyi yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik birşey oldu ABD'de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad'a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya'nın devreye girmesi, ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı.
Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, "Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu" inancı aşılandı.
ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.
Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.
Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye'nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı.
Erdoğan'ın ElKaide ile ilişkili olduğu iddia edilmeye başlandı. Ki, ElKaide'nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık ElKaide'nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantılandırılmaya çalışılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.
Soru: Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen'le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir? CIA Türkiye'den, Erdoğan'dan ne istiyor?

Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA'nın yapmak istediği, sözkonusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri kukla hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.

CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan'ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gülen'le hiçbir sorunları yoktu. Gülen iyi bir uşak olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.
Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti. Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için "milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin'le yapacağım" dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı.

Ve Erdoğan daha da ileri giderek, "AB'ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği'ne katılmak istediğini" söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı için yüz senedir kukla olan Türkiye, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı. Batı, zorla kurduğu bu kukla düzenini, kolay yıktırmazdı.

İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

ERDOĞAN'A ŞU İHTİMALLER SUNULDU, TABİİ BUNLARI HİÇBİR YERDE DUYAMAZSINIZ;

1) Geri adım atacaksın. Herşeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay'dan uzak duracaksın. Gülen'den özür dileyeceksin. Bu senin birinci seçeneğin.
2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik. Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı. Paralarınla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.

3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar; a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı'nda öldürürüz. b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin. Seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynı. CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor. Ama aynı CIA, Esad'a bu seçeneklerden hiç birini sunmadı, Obamaya rağmen.

Ve birkaç ay içinde kavga daha da büyüyecek.
ElKadı ile Erdoğan'ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak, ElKadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. ElKadı'nın çalışma merkezi Şikago idi ve garip olan, Gladyo B'nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago'ya geldi, orda ona ABD'de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi. Mesela Azerbeycan'a, baba Aliyev'i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.

FBI, ElKadı'yı ne zaman Şikago'da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, ElKadı'ya toparlanıp Arnavutluk'a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay allah, elimizden kaçırdık" dendi.

Bu arada ABD onu 9-11'in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu.  ABD bu kez, "onun Arnavutluk'da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye'ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler.
ABD bu kez "hay allah, Arnavutluk'tan da kaçırdık adamı" deyiverdi. Bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa, "pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok. Bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun değil" diyerek dosyayı kapattı!
ElKadı, Azerbaycan dahil pek çok yere rahatça gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa'ya da gidiyor. Örneğin Londra'ya, iş gezileri. Sonunda ElKadı, bir iş adamı olarak BM'ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı
Ama ne olduysa, aniden Erdoğan'ın oğlunun ElKadı ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT'ten bir grup tarafından... Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks'den geliyordu. Burada kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks'de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? Bu konuda şüphelerim var. WikiLeaks, CIA'in kontrolünde olabilir mi?Sadece bir soru.
...
Soru: Sizce Erdoğan'ın başına gelenler ,Kaddafi ve Saddam'ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?
Türkiye, Mısır ya da Libya'dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD'de olduğu gibi, Türkiye'de çalışmaz. Türkiye'de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD'de olduğu gibi, yani Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye'de çalışmaz.

Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. ABD'den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.
Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü. Sokaklara inen, hakları için mücadele eden bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.
Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya'da, Mısır'da olanlardan ders almalıdır. Bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.
...
ABD'nin planları Libya ve Mısır'da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye'de.
...
Diğer bir konu da, AB meselesi. Daha önce AB'yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB'nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye'deki işlere başvurduklarını, Avrupa'da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB'ye girmemiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.

ABDÜLHAMİT HAN’A KIZIL SULTAN DİYENLER ŞİMDİ ERDOĞAN’A SALDIRIYOR
Hep Aynı Sorumsuzluk, Hep Aynı Kahpelik


Başkan Topbaş, “Biz bunu tarihte gördük, 2. Abdülhamit’in 33 yılık yönetim döneminde etrafındaki sıkıntılara rağmen ülkeyi savaşa sokmadan ciddi bir istihbarat teşkilatıyla tüm gelişmeleri takip ederek dünyayı yakından izliyordu.  Farklı ülkelere fotoğrafçılar göndererek ekonomik durumları görmek adına çalışan bir padişah’ın yönetimden gitmesi için çok çalışıldı. Kızıl sultan dendi, buna neredeyse Osmanlı’da birçok insan inandı artık gitsin dendi. 1909’da görevden ayrıldıktan sonra Osmanlı bugünkü Türkiye’nin 20 katı büyüklüğünde toprak kaybetti.  Hedeflerine ulaştı birileri. Bunu başardılar. Şimdi başarıya koşan elini taşın altına koyan, gece gündüz çalışan, Türkiye’yi geliştiren ve bütün dünyada ezber bozduran yeni bir lider çıkıyor.

İTALYAN GAZETESİNİN “SON BİN YILIN SELAHATTİN EYYUBİSİ” TANIMI HER ŞEYİ ANLATIYOR

Daha geçenlerde İtalya’daki bir dergi makalesinde başlık olarak “son bin yılın Selahattin Eyyubi’si son Metro istasyonunda durduruldu” bu bile başlı başına yeter bir olaydır. Yani Türkiye’nin gelişmesi ve gideceği yer neresi bilindiğinde birileri endişeleniyor. Cumhurbaşkanı bugün bu iradeyi göstermemiş olsaydı Türkiye’de çok farklı şeyler olurdu.  Türkiye’deki vesayeti ortadan kaldırarak,  Milli İradenin tecelli etmesinde önemli adımlar atmıştır. Topbaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırıların satrançta olduğu gibi “Şah-Mat” hedefiyle sürdürüldüğünü bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alındığın ama asıl hedefin Türkiye’nin geleceği olduğunu belirtti.

İngiliz basını seçime 2 gün kala Erdoğan'a saldırıya geçti
İngiltere'nin önde gelen medya kuruluşları Guardian, Financial Times ve Economist, seçime 2 gün kala Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı haberlerle dikkat çekti.
Bir süredir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarına karşı haberler yayınlayan İngliiz basını seçimlere 2 gün kala doz arttırtı.

Guardian gazetesi Erdoğan için 'diktatöryal güçler' elde etmek istediği iddiasında bulunurken, Finacial Times açık açık AK Parti'ye anayasayı değişterecek çoğunluğu vermeninin Türkiye için kötü olacağı yorumunda bulundu.

ECONOMİST ise seçim sonucuyla ilgili AK Parti'nin yüzde 40'ın üzerinde bir oy alacağını ancak "Bazı muhalefet partileri artık daha çekici" diye yazdı.

GUARDİAN GAZETESİ Simon Tisdal imzasıyla bugün yayınlanan haberinde medyada yer alan seçim sonuçlarıyla oynanacağı iddialarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdırdığını söyleyerek onu"gergin" olarak tanımlıyor.

Haberde kamuoyu yoklamalarının da Erdoğan'ın muhaliflerine beklenmedik bir destek olduğunu gösterdiğini yazıyor.

Erdoğan'ın kendisine muhalif olan basınla zaten pek iyi geçinemediğini yazan gazete, şimdiyse bunun açık bir savaşa dönüştüğünü söylüyor; ancak Erdoğan'ın öfkesinin "daha derinde daha kişisel bir rahatsızlıkta yatabileceğini" söylüyor: Erdoğan "seçmenin ruh halini ölümcül bir biçimde yanlış okumuş olmaktan giderek daha fazla korkuyor."
Haberde Erdoğan'ın parlamentoyu kenara iterek "diktatöryal güçler"elde etmek istediğini söyleniyor.

TİSDAL, kolayca kazanmaya alışmış olan Erdoğan'ın muhalefet partilerinin güçlenmesiyle "şaşkınlığa uğradığını" yazıyor.

Fuat Avni isimli Twitter hesabından isimleri verilen ve seçim sonuçlarıyla oynayacakları iddia edilen sandık görevlilerine ve yine Fuat Avni'nin 200 gazetecinin gözaltına alınacağına dair iddiasına değinen Tisdal, Türkiye'nin Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 149. sırada olduğunu hatırlatarak, Fuat Avni'nin iddiasının inandırıcı görüldüğünü söylüyor.
Haber, Erdoğan'ın Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ı hapsetmeye yemin ettiğini, hafta boyunca BBC, CNN ve New York Times'a çattığını söylüyor.

GUARDİAN'İN HABERİ şu sözlerle bitiyor: "Eğer (Erdoğan) Pazar günü istediğini alırsa, durdurulamaz olacak. Eğer engellenirse kin dolu gazabı tehlikeli bir şekilde serbest olmuş olacak."

FİNANCİAL TİMES GAZETESİ başyazısında Türkiye'de "Pazar günü yapılacak olan seçimler ülkenin tarihinin seyrine karar verebilir" diye yazıyor.

Türkiye'de seçmenin Pazar günü vereceği oyla aslında Erdoğan'a"yürütme gücünün neredeyse tüm tekelini" verip vermemeye karar vereceklerini söyleyen gazete, Erdoğan'ın anayasayı başkanlık sistemi getirecek şekilde yazabileceği meclis çoğunluğunu AK Parti'ye vermenin"Türkiye için kötü olacağı" yorumunu yapıyor.

AK Parti'nin bunun için gereken 400 sandalyeyi almasının "mümkün görünmediğini" söyleyen başyazı, Pazar günkü seçimlerde "anahtar değişkenin," "İkisi de geçen yüzyılda sıkışıp kalmış olan, Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün takipçileri ya da aşırı sağcı milliyetçiler" değil, "Kürt yanlısı bir koalisyon olsa da, laik Türklerden, liberallerden ve soclulardan destek alan Halkların Demokratik Partisi (HDP)" olduğunu söylüyor.

Türkiye'de yetkililerin HDP'nin barajı aşmaması için seçim sonuçlarıyla oynayacağına dair ciddi endişeler olduğunu yazan Financial Times, seçim sonuçlarının ülkenin "tarihinin gidişatını" değiştirebileceğini söylüyor.
Erdoğan'ın daha fazla güç elde etmesi "feci olur"
Yazı Erdoğan'ın "daha fazla güç - ve bu gücü kullanırken onu kontrol edebilecek olan sadece birkaç tane kalmış kontrol (mekanizmasını) ezip geçebileceği araçları elde etmesi feci olur"ifadeleriyle son buluyor.

Ayrıca dergi "Doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olan, AK Parti'nin eski karizmatik başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, giderek daha despotik ve erişilmez oldu" ifadelerini kullanıyor. Ve ekliyor: "Ayrıca bazı muhalefet partileri artık daha çekici oldu."


ECONOMİST CHP'nin eskiden sahip olduğu Erdoğan karşıtı retoriği artık bir kenara bırakarak, AK Parti'yi ekonomi konusunda sert şekilde eleştirdiğini yazıyor. Dergi CHP'nin ön seçimine değinerek, kadın adaylardan bahsediyor ve CHP'deki "ultra-seküler dinozor gitti"ifadelerini kullanıyor.

Yine de CHP'nin yüzde 26'yı geçmesinin beklenmediğini yazan Economist, HDP'nin oylarının Erdoğan'ın başkanlık sistemi "hayalleri"konusunda kritik önemde olduğunu yazıyor.

Economist "Türkiye'nin her yerinden süslü püslü yaşlı kadınlar, hipsterlar ve fabrika işçileri HDP'ye oy vereceğini söylüyor, ya 'Demirtaş'ı sevdikleri için' ya da 'Erdoğan'ı durdurmanın tek yolu' olduğu için. Bu büyük bir değişim" diyor.


Türkiye, neredeyse kurulduğu günden bugüne kadar, ABD ve Avrupa karşısında yenik ve geri kalmış bir psikoloji ile duruyordu. Bülent Ecevit'in, Clinton karşısındaki o üzücü fotoğrafı bu ülke için ciddi bir yara idi. Ülkenin seküler, laikçi, aydın geçinen kesiminin psikolojisi ise geçtiğimiz haftalarda ABD Başkan Yardımcısı Biden ile çekindiği fotoğrafını bir ergen gibi paylaşan Aslı Aydıntasbaş, selam verdiği Cüneyt Özdemir'in çocukça sevincindeki yüz kızartıcılıktan farklı değildi.

Bugün ise durum çok farklı, Batı karşısında dimdik duran bir önder eşliğindeki bir Türkiye var. Sorun da zaten tam olarak burada başlıyor; Batı karşısında yönetemediği bir Türkiye istemiyor, Erdoğan ile devam eden bir Türkiye, Batı'nın çarkına çomak sokuyor. Dolayısı ile mülteciler krizi, Paralel Yapı'yı gözetme, PKK'lı teröristlere silah sağlama, AB konusunda ayak diretme, Gezi gibi darbe kalkışmalarını destekleme gibi müdahale biçimleriyle Batı, Türkiye'nin önünü kesmek istiyor.

Son tahlilde, daha ileriye yürüyecek bir Türkiye için Erdoğan ve Ak Parti şart, ki bu da ülkenin şimdilik Batı ve Batı'nın Rusya ile İran'dan da destek alarak ülkeyi daha da zora sokacağını gösteriyor, Türkiye'de kalıcı bir refah ortamı için zora girmeyi göze alarak, bildiğimiz yolda yürümeye devam etmek zorundayız. Zira bir kez tökezlersek, bir daha doğrulamayız.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder