Bu soruyu cevaplamadan önce kimlerin Başbakan
Erdoğan’a karşı olduğunu açıklayalım; Baronlar ve onların sahip olduğu dünya
devi medya kuruluşları...
Bunlar;
İngiliz, Alman ve bazı Amerikan Medyası.
****
İsrail Devleti ve Kamuoyu
Fransa
İngiltere Kraliçesi
****
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Erdoğan karşıtlarının,
ülkemizi çok sevdikleri ve ülkemize değer verdikleri için ülkemiz meseleleri
ile ilgilendiklerini ya da Erdoğan’a bu yüzden karşı olduklarını düşünmek
oldukça saflık olacaktır.
Dünyayı para ile sömüren Baronlar, İngiliz Kraliçesi
ve İsrail bu denli ülkemizle ilgileniyor ise bilin ki onların çıkar ve
menfaatlerine aykırı hareket ediyorsunuzdur. Yoksa bu güçler ülkemizle neden bu
kadar yakından ilgilensinler ki…
Bu baronlar, İngiliz Kraliçesi ya da İsrail bu ülkenin
kalkınmasını ve güçlenmesini arzu edebilir mi?
Kesinlikle Hayır!
İşin diğer boyutu da bu güçlerle aynı paralellikte
hareket eden içimizdeki kuklaların olmasıdır. Bu kuklalar yukarıda bahsetmiş
olduğumuz güçlerin, ülkemizdeki şövalyeleridir. Bu güçler, eğer ülkemizi
yönetenlerden memnun değil ise bu kişiler aracılığı memnuniyetsizliklerini dile
getirirler ya da bu araçlarla ülkemiz üzerinde operasyonlar yaparlar. Eğer
başarılı olurlar ise bu kuklaları da edindikleri kazanımlardan beslerler.
Peki, bu güçler neden rahatsızlık duyarlar?
Yıllardır bu kimselerden uçak, teknoloji, araç vs
alıyorsanız ve günün birinde bunları satın almak yerine kendiniz üretmeye
kalkışır iseniz, bu güçler bundan oldukça rahatsız olur.
Ya da yıllardır bölgenizde hiçbir etliye, sütlüye
karışmaz iken bir anda sahneye çıkıp bir şeylere müdahil oluyorsanız bu
birilerini oldukça tedirgin eder. Onlara göre Türkiye iç meselelerine
hapsedilmeli ve dışarı ile asla ilgilenmemelidir.
Son olarak şunu da düşünmeliyiz;
Bugün yeryüzünde zulme uğrayan Müslümanlara kol kanat
gerecek ya da onların arkasında duracak ve onların meselelerini Birleşmiş
Milletlere, Avrupa Birliğine veya Uluslararası Konferanslara taşıyacak Türkiye
dışında bir ülke gösterebilir misiniz?
Türkiye’yi iç hapsetmek, servis dışı bırakmak demek,
Müslümanların sahipsiz ve savunmasız kalması demektir.
Arakan da zulme uğrayan Müslümanların yanına giden ilk
devlet Türkiye değil miydi?
Gazze’ye atılan Bombalara karşı tek ses yükselten ülke
Türkiye değil miydi?
Filistin’in BM’de gözlemci devlet olmasını sağlayan
Türkiye değil miydi?
Mısır’daki kanlı darbe sonrası dünya ülkelerinin
dikkatini çeken ve en sert biçimde tepki gösteren ülke Türkiye değil miydi?
Somali'ye yardım elini uzatan ve Somaliyi sıklıkla
ziyaret eden ülke Türkiye değil miydi?
Suriye’de katledilen, açlığa ve çaresizliğe mahkûm
edilen insanlara kapısını açan, onlara kol kanat geren ülke Türkiye değil
miydi?
Fatih Keleş
NEDEN ESKİ TÜRKİYE’NİN İÇERİDEKİ VE DIŞARIDAKİ
TEMSİLCİLERİ ELBİRLİĞİYLE VE SÜREKLİ OLARAK CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN’A
SALDIRIYORLAR.
GAZETELERİ HER GÜN MANŞETLERİNDEN ERDOĞAN’I
OLUMSUZLUYOR.
TELEVİZYONLARINDAKİ HER KONUŞMACININ İLK AMACI
ERDOĞAN’A VURMAK...
Çünkü Erdoğan bir manayı temsil ediyor.
Çünkü Erdoğan Bir misyonun liderliğini yapıyor.
Erdoğan'a düşmanlıkları sadece siyasi bir rekabetten
kaynaklanmıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında onun yüklendiği
misyona düşmanlık yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında, bu millete
düşmanlıkları yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında bu milletin
değerlerine düşmanlık yatıyor.
Erdoğan'a düşmanlıklarının altında İslam dünyasına
düşmanlıkları yatıyor.
Erdoğan'ı tökezlettiklerinde, düşürdüklerinde o
misyonu yıkacaklarını bildiklerine için ona yükleniyorlar.
27 Nisan muhtırasında da, 7 Şubat MİT krizinde de,
Gezi'de de, 17-25 Aralık'ta da Erdoğan'ı bunun için devirmek istemişlerdi.
Bu düşmanlığın perde arkasında Türkiye’nin giderek
güçlenerek kontrol edilemez bir bölgesel güç haline gelmesinin önemi büyüktür.
Türkiye Batı için ayaktır. Ayaklar baş olmasın istiyorlar. Diğer bir sebepse
“one minute” un kronik bir hal alan acısıdır. Yahudi lobisi ve İsrail
kendilerini dünyanın gözü önünde rezil eden bir liderin hâlâ iktidarda olmasını
kabullenemiyorlar. İsrail’in işlediği suçları yüksek sesle dillendirerek
Yahudilerin kuyruğuna basan Erdoğan’dan kurtulmak için yapıyorlar bu tür
yayınları. Yabancı medyada Erdoğan aleyhine yazanların çoğunluğu Yahudi
kökenli. Kimse bu durumu tesadüf olarak göremez
Amaçları Türkiye’nin makus talihini değiştiren en
büyük devrimcilerden olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı
yalnızlaştırmak...
Amaçları, Erdoğan’ı Beştepe’ye hapsetmek...
Amaçları, AK Parti’ye gönül vermiş milyonlarla Erdoğan
arasındaki o sarsılmaz bağı zayıflatmaya çalışmak...
Asıl amaçlarının Erdoğan olduğunu o kadar net
söylüyorlar ki, “AK Parti Erdoğan’la arasına kalın çizgiler çekerse oyumuzu
bile veririz” diyenler var.
Sırf Erdoğan’ı eleştirmek adına her türlü yalanı,
iftirayı ve ahlaksızlığı fütursuzca sergiliyorlar.
Hele Cumhurbaşkanlığı Sarayı üzerinden ürettikleri
yalanların haddi hesabı yok. Sanırsınız Cumhurbaşkanlığı Sarayı Erdoğan’ın özel
mülkü.
Onların derdi elbette saray değil.
Onların derdi, Cumhurbaşkanlığının milletle buluşması.
Hiç kuşkunuz olmasın, eğer Erdoğan halkla arasına
barikatlar kuran, kendini bu ülkenin kreması sayan elitler için sarayda balolar
düzenleyip kadeh kaldıran, Ramazan günü canlı yayın yapan kameralar önünde su
bardağını kafaya diken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı kamu malı yağmalama uzmanı
medya patronları ve onların ihale takipçisi gazetecileri için yol geçen hanı
yapan biri olsaydı, o zaman onu çok sevecek ve bu saray haberlerinin hiç birini
yapmayacaklardı.
Oysa Cumhurbaşkanımız bunların hiç birini yapmadığı
yetmezmiş gibi, bir de sarayı milletle buluşturuyor.
Muhtarları ağırlıyor, şoförleri ağırlıyor, alimleri ve
dini kanaat önderlerini ağırlıyor, Cumhurbaşkanlığının kapılarını toprak kokan
Anadolu insanlarına açıyor.
Hazmedemedikleri bu.
Dile getiremedikleri bu.
Asıl dertleri bir kere daha Erdoğan yani.
Dış basınla senkronize şekilde Erdoğan’a vuruyorlar.
Zira Erdoğanlı bir Türkiye’nin güç ve kudret demek
olduğunu biliyorlar.
Siyasal istikrarı bozulmuş ve ekonomik anlamda da
küçülmüş bir Türkiye’yi daha kolay ve rahat yönetebileceklerini varsayıyorlar.
Türkiye’yi bir anlamda Suriye’ye, Mısır’a dönüştürmek
istiyorlar.
Tüm bu hedeflerine ulaşmak için önlerinde engel olarak
gördükleri kişi, Recep Tayyip Erdoğan...
O yüzden sürekli Erdoğan’ı yıpratmaya, gözden
düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar...
Beştepe’deki iftar yemeğini bile dillerine dolamaları,
bu büyük senaryonun sadece bir parçasından ibaret.
Ne yaparlarsa yapsınlar,
Milletin büyük teveccühüyle Cumhurbaşkanı seçilmiş
Erdoğan’ı yalnızlaştıramayacak, değersizleştiremeyecek, etkisizleştiremeyecekler.
Yıllardır söyleyegeldiğimiz o cümleyi, bugün her
zamankinden daha çok sevgi ve heyecanla haykırıyoruz:
“Bu millet seninle!”
ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALINDI?
Ortadoğu'da ve Türkiye'de son günlerdeki gelişmeleri daha
iyi anlayabilmek için çok açıklayıcı okunması gereken bir röportajı Timetürk
olarak sizler için çevirdik
TIMETURK / HABER MERKEZİ
SİBEL EDMOND; CIA ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALDI?
"Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç
politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim "FBI
muhbirlik" davamın konusu aslında "ABD-Türkiye arasındaki gizli
görüşmeleri deşifre etmem"den kaynaklanıyor. Bu yüzden hem ABD'de ABD
çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye'de Türkiye çıkarlarına zarar
verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
...
Amerikan vatandaşları Twitter üzerinden soruyorlar,
"Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?"
Yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım ve insanların konuyu doğru
anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım.
Amerikalı insanlar şaşırıyor, "Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu
da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl
çalışıyor?"
CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve
ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey
Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor.
Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı'ya Donald Rumsfeld'in Saddam'la
tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve
yokedilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça
görülüyor.
...
Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile
başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha
geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi:
Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi.
Gülen'le de bağlantılı.
Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?
Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla
başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi,
Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o
noktalara.
Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir
sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, "Gülen"
markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor.
1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. Tünkiye'nin laik kanadına göre
Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı
aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı
başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar
dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini
bilmiyor. Bu Gladyonun A planı idi.
....
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar,
camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin
varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile
ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla
kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar
yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç
ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı.
Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti, askerlerin
müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler
geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi. Peki
1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti,
Gülen ABD'daydı artık.
Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş
ve "bu imama (Gülen'e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni
seviyor" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi
istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu. "Gülen"
markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.
Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir
neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor
görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de
Fetullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in
ABD'deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisidir. İsterseniz Google'a gidip, en büyük yahudi lobisi olan
AIPAC'i, ya da ATC'yi "gulen aipac" yazarak sorgulayın.
İlginç olan, bir İslami imam olan Gülen'in, Yahudi lobisi
tarafından destekleniyor olmasıydı. Yahudi lobisi bir İslami modeli asla
desteklemez oysa. Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe
duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.
Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi.
Yani, Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert
çıkışlarını doğru bulmuyordu.
Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye
konusu geldi. "Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor,
silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden
yönetiliyor" iddiası vardı.
Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu. ABD'nin mevcut
hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad'ın devrilmesi için gereken herşeyi
yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik birşey oldu ABD'de. Obama karşıtı derin
yapılanma, Esad'a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi
hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu
noktada Rusya'nın devreye girmesi, ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı.
Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, "Esad ile
son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu"
inancı aşılandı.
ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık
halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD
artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da
Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.
Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları.
Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek
istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan,
başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda
aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.
Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış
olabilirdi ancak, CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı
Türkiye'nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş
zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak
anılmaya başlandı.
Erdoğan'ın ElKaide ile ilişkili olduğu iddia edilmeye
başlandı. Ki, ElKaide'nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya,
deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık ElKaide'nin parasal kaynak
sağlayıcıları ile bağlantılandırılmaya çalışılıyordu. Ve bütün bunlar, bu
operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.
Soru: Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak
benim kafama takılan soru şu, Gülen'le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında
bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir? CIA Türkiye'den, Erdoğan'dan ne
istiyor?
Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki
kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu
sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA'nın
yapmak istediği, sözkonusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç
ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu
sistem uzun seneler. Diledikleri kukla hükümeti getirmeyi ve uzun süre
hükümette tutmayı başardılar.
CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak ve
diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta
Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki
sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan'ın kontrolünü kaybediyordu, Bu
arada Gülen'le hiçbir sorunları yoktu. Gülen iyi bir uşak olmuştu, emirleri
harfiyen uyguluyordu.
Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti.
Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için "milyarlarca
dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin'le yapacağım" dedi. Tüm dünya
bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali
anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah
Sanayiini çileden çıkardı.
Ve Erdoğan daha da ileri giderek, "AB'ye girmek için
yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine
Şangay Birliği'ne katılmak istediğini" söyledi. Ve resmen başvuruda
bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı
için yüz senedir kukla olan Türkiye, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı
isyana kalkmıştı. Batı, zorla kurduğu bu kukla düzenini, kolay yıktırmazdı.
İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş
demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın
diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları
tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.
ERDOĞAN'A ŞU İHTİMALLER SUNULDU, TABİİ BUNLARI HİÇBİR YERDE
DUYAMAZSINIZ;
1) Geri adım atacaksın. Herşeyi geri saracak, İsrail'le
ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay'dan uzak
duracaksın. Gülen'den özür dileyeceksin. Bu senin birinci seçeneğin.
2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda
senin yerine gelecekleri belirledik. Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar
varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı.
Paralarınla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.
3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo
sunar; a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi
Parkı'nda öldürürüz. b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin.
Seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.
İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu
seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynı. CIA böyle çalışıyor.
Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı
şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor. Ama aynı CIA, Esad'a bu
seçeneklerden hiç birini sunmadı, Obamaya rağmen.
Ve birkaç ay içinde kavga daha da büyüyecek.
ElKadı ile Erdoğan'ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor
ancak, ElKadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. ElKadı'nın
çalışma merkezi Şikago idi ve garip olan, Gladyo B'nin de çalışma merkezi
Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago'ya geldi, orda ona ABD'de sürekli
kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi.
Mesela Azerbeycan'a, baba Aliyev'i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu
işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.
FBI, ElKadı'yı ne zaman Şikago'da sıkıştırıp da yakalamak
istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, ElKadı'ya toparlanıp Arnavutluk'a
kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay allah, elimizden
kaçırdık" dendi.
Bu arada ABD onu 9-11'in para sağlayıcısı olarak her yerde
deşifre ediyordu. ABD bu kez, "onun
Arnavutluk'da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk
hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye'ye geçmesi
için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler.
ABD bu kez "hay allah, Arnavutluk'tan da kaçırdık
adamı" deyiverdi. Bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden
istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa, "pardon, aramızda böyle
bir suçlu değişim anlaşması yok. Bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu
yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun
değil" diyerek dosyayı kapattı!
ElKadı, Azerbaycan dahil pek çok yere rahatça gidip gelen
bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa'ya da gidiyor.
Örneğin Londra'ya, iş gezileri. Sonunda ElKadı, bir iş adamı olarak BM'ye
kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu ve BM de bu
başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı
Ama ne olduysa, aniden Erdoğan'ın oğlunun ElKadı ile
fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve
bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki
CIA destekli MİT'ten bir grup tarafından... Ve çok ilginç bir nokta da şu ki,
bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks'den geliyordu. Burada kafama birşey
takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks'de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa
birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? Bu konuda şüphelerim var.
WikiLeaks, CIA'in kontrolünde olabilir mi?Sadece bir soru.
...
Soru: Sizce Erdoğan'ın başına gelenler ,Kaddafi ve Saddam'ın
başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon
mu göreceğiz burada?
Türkiye, Mısır ya da Libya'dan tamamen farklı bir ülkedir,
dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı
yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD'de
olduğu gibi, Türkiye'de çalışmaz. Türkiye'de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler
mevcuttur. ABD'de olduğu gibi, yani Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında bir
gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye'de
çalışmaz.
Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden
bahsediyoruz. ABD'den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen
insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok
zordur.
Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü. Sokaklara
inen, hakları için mücadele eden bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar
bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına
vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne
olacağına kendileri karar vereceklerdir.
Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya'da,
Mısır'da olanlardan ders almalıdır. Bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu
için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.
...
ABD'nin planları Libya ve Mısır'da olduğu kadar kolay
işlemeyecektir Türkiye'de.
...
Diğer bir konu da, AB meselesi. Daha önce AB'yi bir kurtuluş
olarak gören Türk insanı, AB'nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor.
Almanların Türkiye'deki işlere başvurduklarını, Avrupa'da işsizliğin
boyutlarını görüyor. AB'ye girmemiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.
ABDÜLHAMİT HAN’A KIZIL SULTAN DİYENLER ŞİMDİ ERDOĞAN’A
SALDIRIYOR
Hep Aynı Sorumsuzluk, Hep Aynı Kahpelik
Başkan Topbaş, “Biz bunu tarihte gördük, 2. Abdülhamit’in 33
yılık yönetim döneminde etrafındaki sıkıntılara rağmen ülkeyi savaşa sokmadan
ciddi bir istihbarat teşkilatıyla tüm gelişmeleri takip ederek dünyayı yakından
izliyordu. Farklı ülkelere fotoğrafçılar
göndererek ekonomik durumları görmek adına çalışan bir padişah’ın yönetimden
gitmesi için çok çalışıldı. Kızıl sultan dendi, buna neredeyse Osmanlı’da
birçok insan inandı artık gitsin dendi. 1909’da görevden ayrıldıktan sonra
Osmanlı bugünkü Türkiye’nin 20 katı büyüklüğünde toprak kaybetti. Hedeflerine ulaştı birileri. Bunu başardılar.
Şimdi başarıya koşan elini taşın altına koyan, gece gündüz çalışan, Türkiye’yi
geliştiren ve bütün dünyada ezber bozduran yeni bir lider çıkıyor.
İTALYAN GAZETESİNİN “SON BİN YILIN SELAHATTİN EYYUBİSİ”
TANIMI HER ŞEYİ ANLATIYOR
Daha geçenlerde İtalya’daki bir dergi makalesinde başlık
olarak “son bin yılın Selahattin Eyyubi’si son Metro istasyonunda durduruldu”
bu bile başlı başına yeter bir olaydır. Yani Türkiye’nin gelişmesi ve gideceği
yer neresi bilindiğinde birileri endişeleniyor. Cumhurbaşkanı bugün bu iradeyi
göstermemiş olsaydı Türkiye’de çok farklı şeyler olurdu. Türkiye’deki vesayeti ortadan kaldırarak, Milli İradenin tecelli etmesinde önemli
adımlar atmıştır. Topbaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırıların
satrançta olduğu gibi “Şah-Mat” hedefiyle sürdürüldüğünü bu yüzden
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alındığın ama asıl hedefin Türkiye’nin geleceği
olduğunu belirtti.
İngiliz basını
seçime 2 gün kala Erdoğan'a saldırıya geçti
İngiltere'nin önde gelen medya kuruluşları
Guardian, Financial Times ve Economist, seçime 2 gün kala Cumhurbaşkanı
Erdoğan'a karşı haberlerle dikkat çekti.
Bir süredir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan ve AK Parti iktidarına karşı haberler yayınlayan İngliiz basını
seçimlere 2 gün kala doz arttırtı.
Guardian gazetesi Erdoğan için 'diktatöryal güçler' elde etmek istediği iddiasında bulunurken, Finacial Times açık açık AK Parti'ye anayasayı değişterecek çoğunluğu vermeninin Türkiye için kötü olacağı yorumunda bulundu.
ECONOMİST ise seçim sonucuyla ilgili AK Parti'nin yüzde 40'ın üzerinde bir oy alacağını ancak "Bazı muhalefet partileri artık daha çekici" diye yazdı.
GUARDİAN GAZETESİ Simon Tisdal imzasıyla bugün yayınlanan haberinde medyada yer alan seçim sonuçlarıyla oynanacağı iddialarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdırdığını söyleyerek onu"gergin" olarak tanımlıyor.
Guardian gazetesi Erdoğan için 'diktatöryal güçler' elde etmek istediği iddiasında bulunurken, Finacial Times açık açık AK Parti'ye anayasayı değişterecek çoğunluğu vermeninin Türkiye için kötü olacağı yorumunda bulundu.
ECONOMİST ise seçim sonucuyla ilgili AK Parti'nin yüzde 40'ın üzerinde bir oy alacağını ancak "Bazı muhalefet partileri artık daha çekici" diye yazdı.
GUARDİAN GAZETESİ Simon Tisdal imzasıyla bugün yayınlanan haberinde medyada yer alan seçim sonuçlarıyla oynanacağı iddialarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdırdığını söyleyerek onu"gergin" olarak tanımlıyor.
Haberde kamuoyu yoklamalarının da
Erdoğan'ın muhaliflerine beklenmedik bir destek olduğunu gösterdiğini yazıyor.
Erdoğan'ın kendisine muhalif olan
basınla zaten pek iyi geçinemediğini yazan gazete, şimdiyse bunun açık bir
savaşa dönüştüğünü söylüyor; ancak Erdoğan'ın öfkesinin "daha derinde daha kişisel bir rahatsızlıkta
yatabileceğini" söylüyor: Erdoğan "seçmenin ruh halini ölümcül bir biçimde yanlış okumuş olmaktan
giderek daha fazla korkuyor."
Haberde Erdoğan'ın parlamentoyu kenara
iterek "diktatöryal güçler"elde etmek istediğini
söyleniyor.
TİSDAL, kolayca kazanmaya alışmış olan
Erdoğan'ın muhalefet partilerinin güçlenmesiyle "şaşkınlığa
uğradığını" yazıyor.
Fuat Avni isimli Twitter hesabından
isimleri verilen ve seçim sonuçlarıyla oynayacakları iddia edilen sandık
görevlilerine ve yine Fuat Avni'nin 200 gazetecinin gözaltına alınacağına dair
iddiasına değinen Tisdal, Türkiye'nin Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 149.
sırada olduğunu hatırlatarak, Fuat Avni'nin iddiasının inandırıcı görüldüğünü
söylüyor.
Haber, Erdoğan'ın Cumhuriyet gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ı hapsetmeye yemin ettiğini, hafta boyunca
BBC, CNN ve New York Times'a çattığını söylüyor.
GUARDİAN'İN HABERİ şu sözlerle bitiyor: "Eğer (Erdoğan) Pazar günü istediğini alırsa,
durdurulamaz olacak. Eğer engellenirse kin dolu gazabı tehlikeli bir şekilde
serbest olmuş olacak."
FİNANCİAL TİMES GAZETESİ başyazısında Türkiye'de "Pazar günü yapılacak olan seçimler ülkenin tarihinin seyrine karar verebilir" diye yazıyor.
Türkiye'de seçmenin Pazar günü vereceği
oyla aslında Erdoğan'a"yürütme gücünün neredeyse tüm
tekelini" verip vermemeye karar vereceklerini söyleyen
gazete, Erdoğan'ın anayasayı başkanlık sistemi getirecek şekilde yazabileceği
meclis çoğunluğunu AK Parti'ye vermenin"Türkiye için kötü
olacağı" yorumunu yapıyor.
AK Parti'nin bunun için gereken 400
sandalyeyi almasının "mümkün
görünmediğini" söyleyen başyazı, Pazar günkü
seçimlerde "anahtar değişkenin," "İkisi de
geçen yüzyılda sıkışıp kalmış olan, Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ün takipçileri ya da aşırı sağcı milliyetçiler" değil, "Kürt yanlısı bir koalisyon olsa da, laik Türklerden,
liberallerden ve soclulardan destek alan Halkların Demokratik Partisi
(HDP)" olduğunu söylüyor.
Türkiye'de yetkililerin HDP'nin barajı
aşmaması için seçim sonuçlarıyla oynayacağına dair ciddi endişeler olduğunu
yazan Financial Times, seçim sonuçlarının ülkenin "tarihinin gidişatını" değiştirebileceğini
söylüyor.
Erdoğan'ın daha fazla güç elde
etmesi "feci olur"
Yazı Erdoğan'ın "daha fazla güç - ve bu gücü kullanırken onu kontrol
edebilecek olan sadece birkaç tane kalmış kontrol (mekanizmasını) ezip
geçebileceği araçları elde etmesi feci olur"ifadeleriyle son
buluyor.
Ayrıca dergi "Doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olan, AK Parti'nin eski
karizmatik başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, giderek daha despotik ve erişilmez
oldu" ifadelerini kullanıyor. Ve ekliyor: "Ayrıca bazı muhalefet partileri artık daha çekici
oldu."
ECONOMİST CHP'nin eskiden sahip olduğu
Erdoğan karşıtı retoriği artık bir kenara bırakarak, AK Parti'yi ekonomi
konusunda sert şekilde eleştirdiğini yazıyor. Dergi CHP'nin ön seçimine
değinerek, kadın adaylardan bahsediyor ve CHP'deki "ultra-seküler
dinozor gitti"ifadelerini kullanıyor.
Yine de CHP'nin yüzde 26'yı geçmesinin
beklenmediğini yazan Economist, HDP'nin oylarının Erdoğan'ın başkanlık sistemi
"hayalleri"konusunda kritik önemde olduğunu
yazıyor.
Economist "Türkiye'nin her yerinden süslü püslü yaşlı kadınlar,
hipsterlar ve fabrika işçileri HDP'ye oy vereceğini söylüyor, ya 'Demirtaş'ı
sevdikleri için' ya da 'Erdoğan'ı durdurmanın tek yolu' olduğu için. Bu büyük bir
değişim" diyor.
Türkiye, neredeyse kurulduğu günden bugüne kadar, ABD ve Avrupa karşısında yenik ve geri kalmış bir psikoloji ile duruyordu. Bülent Ecevit'in, Clinton karşısındaki o üzücü fotoğrafı bu ülke için ciddi bir yara idi. Ülkenin seküler, laikçi, aydın geçinen kesiminin psikolojisi ise geçtiğimiz haftalarda ABD Başkan Yardımcısı Biden ile çekindiği fotoğrafını bir ergen gibi paylaşan Aslı Aydıntasbaş, selam verdiği Cüneyt Özdemir'in çocukça sevincindeki yüz kızartıcılıktan farklı değildi.
Bugün ise durum çok farklı, Batı karşısında dimdik duran bir önder eşliğindeki bir Türkiye var. Sorun da zaten tam olarak burada başlıyor; Batı karşısında yönetemediği bir Türkiye istemiyor, Erdoğan ile devam eden bir Türkiye, Batı'nın çarkına çomak sokuyor. Dolayısı ile mülteciler krizi, Paralel Yapı'yı gözetme, PKK'lı teröristlere silah sağlama, AB konusunda ayak diretme, Gezi gibi darbe kalkışmalarını destekleme gibi müdahale biçimleriyle Batı, Türkiye'nin önünü kesmek istiyor.
Son tahlilde, daha ileriye yürüyecek bir Türkiye için Erdoğan ve Ak Parti şart, ki bu da ülkenin şimdilik Batı ve Batı'nın Rusya ile İran'dan da destek alarak ülkeyi daha da zora sokacağını gösteriyor, Türkiye'de kalıcı bir refah ortamı için zora girmeyi göze alarak, bildiğimiz yolda yürümeye devam etmek zorundayız. Zira bir kez tökezlersek, bir daha doğrulamayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder