24 Ocak 2016 Pazar

TÜRKİYEDE LOBİSİ SAVAŞI ERDOĞAN EJDER’E KARŞI : Darbecilerin Arkasında Gölgede Duran Biri Var ONLAR İTTİHAD TERAKKİ DEN BİRİ VARLAR....ONUN KOD ADI EJDER ? Askere – Medyaya – İş Dünyasına – Siyasete Hükmediyor Şekillendiriyor ….. En Tepede O Var….! Kim bu, diyorsunuz. Söyledim, tanıdığınız, iyi bildiğiniz biri o...




Bilmediğiniz, siyasetle bu denli ilgili olduğu... Hani, 2001’de birileri hükümetteki varlığına ihtiyaç kalmadığını düşündükleri MHP’yi koalisyondan atıp DSP ve ANAP’ın yanına Tansu Çiller’i yerleştirerek hükümet etme planı yaparlarken cürmü meşhut halinde yakalanmışlardı. Kurguyu yapan kişi o... ONLAR 18 büyük aile. Hepsini bağlı olduğu bir başkanı var. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, Onların bağlı olduğu başkan. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi” diye tarif ettiği kişi..." ‘Ejder’ son seçimde Ak Parti’nin büyük bir darbe yiyeceğine önce kendini inandırmış, Sonra başkalarını kandırmış .

Ejder!.. Aslında siyasetle fazla ilgili olduğunu düşünmediğimiz, farklı konumda, farklı ilgileriyle tanıdığımız biri o. Siyaset sahnesinde siluetini yakın zamanda görmeye başladık... Görünmek istediğinden, bilinmekte sakınca görmediğinden değil. Siyasi haber ve yazılarda adının anılması, en son isteyeceği şeydi onun. Ama hem arkasına saklandığı güç katmanları yırtıldıkça yüzü seçilir oldu hem de varlığını göstermesi, kendisine inananların beklediği moral destek açısından kaçınılmaz hale geldi...

Yeni CHP’nin inşası ve anayasa referandumu sürecinde yüzünü örten şapkayı, simasını perdeleyen gözlüğünü çıkarmasıyla varlığı hissedilmeye başladı. Yarışı kazanamayacağını biliyordu Kılıçdaroğlu’nun ama apar topar sokulduğu yarışta yeteneklerini sınamak istedi onun. Medya desteğinde stabil/steril bir ortam oluşturdu onun için... Kamuoyunda düşüncesine, sözüne itibar edilen kim varsa elini/dilini tuttu. Ahalinin evet’le hayır arasında kıl payı denge olduğuna inandırılmasının, sonucu nasıl etkileyeceğini görmek istiyordu. TOBB, TÜSİAD, Türk-İş, DİSK... Sustular!.. Tayyip Erdoğan’ın ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ zorlamasına rağmen hiçbiri hizayı bozmadı. Hepsine sözünü geçirmişti Ejder!.. Ve seçmenin yüzde 42’si ‘Hayır’ dedi. Ona göre bu iyi neticeydi. Başa güreşecek kıvama geldiğini düşündüğü CHP’ye inancı giderek artıyordu... Genel seçimde Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alacaktı!..

Seçim umudu tutmadı

Kim bu, diyorsunuz. Söyledim, tanıdığınız, iyi bildiğiniz biri o... Bilmediğiniz, siyasetle bu denli ilgili olduğu... Hani, 2001’de birileri hükümetteki varlığına ihtiyaç kalmadığını düşündükleri MHP’yi koalisyondan atıp DSP ve ANAP’ın yanına Tansu Çiller’i yerleştirerek hükümet etme planı yaparlarken cürmü meşhut halinde yakalanmışlardı. Kurguyu yapan kişi o... Yurtbank patronu Ali Balkaner’in mahkeme ifadesinde “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi” diye tarif ettiği kişi...

Seçim neticesi beklediği gibi olmadı Ejder’in... CHP yüzde 26’da kaldı. Oysa Kılıçdaroğlu’nun yüzde 30’u aşacağını ummuştu o. Tablo beklediği gibi çıksa asker bürokrasinin sesini yükseltmek için cesaret kazanacağını, Silivri’de rahatlama olacağını, AK Parti, özellikle Tayyip Erdoğan için tehlike çanları çalmaya başlayacağını hesaplamıştı. Olmadı!..

Bu durumda yıldı, gözü korktu, pes etti mi derseniz, elbette hayır!.. Çılgın proje yapmak sadece siyasetçilere mahsus ayrıcalık değil. Ayının kırk hikâyesi var, kırkı da armut üstüne!..

AVNİ ÖZGÜREL / RADİKAL


FAİZ LOBİSİ SAVAŞI ERDOĞAN EJDER’E KARŞI


Özgürel, Yurtbank operasyonunda sorgulanan Ali Balkener'in söylediği ve o dönemde Uzanlar'ın yönetiminde olan Star Gazetesi'nde Saygı Öztürk imzasıyla 16 Ocak 2001 tarihinde yayınlanan şu sözlerinin muhatabının 'Ejder' olduğuna dikkat çekmiş...

“Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi”

Yani Ejder'e giden yol 'Tokyo Borsası'nda 800 milyon dolar batıran' kişiden geçiyor...

Bu noktada 10 yıl öncesine gidip, Meliha Okur'un Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde yazdıklarına bakalım...

"Burası Türkiye, Yok öyle..."

Türkiye'nin "118" yıllık kulübü neresi, hiç merak ettiniz mi? Hemen söyleyelim: Büyük Kulüp... 6 bini aşkın üyesi var.

Ve yönetim kurulu başkanı da Duran Akbulut... Kendisi 5 yıldan bu yana bu kulübün başkanı. Aynı zamanda Cankurtaran Holding'in sahibi Emin Cankurtaran'ın iş ortağı. Biz, bugün Akbulut'u değil. Yurtbank'ın eski sahibi Ali Balkaner'i anlatmak istiyoruz. Çünkü Ali Balkaner, Büyük Kulüp üyesi. Aynı zamanda da Duran Akbulut'la Derby, Tekmar ve Ada İnşaat'ta iş ortağı. Elbette parası olanların üye oldukları dernekler, kulüpler bizi ilgilendirmiyor. Ama Büyük Kulüp'ün 3 bin işadamı, geri kalanı yüksek bürokrat, yargı mensubu ve askerlerden oluşan üye sayısını da bilginize sunuyoruz.

Derdimiz belli:
Balkaner, "Biz 18 kişilik büyük bir aileyiz" demiş ya onun için yola düştük. Balkaner'in ifadelerinden yansıyan "18 kişilik" büyük aileyi bilmiyoruz ama bildiğimiz iş ilişkilerini aktaralım diyoruz.

Örneğin, Berç Büyüksakayan? Balkaner'in iş ortağı, yakın arkadaşı. Tabii ki Derby'den söz ediyoruz. Büyüksakayan, Balkaner'in Derby'e ortak olmasında büyük rol oynamıştı. Ne diyordu Derby reklamında oynayan Ali Desidero:
"Burası Türkiye, yok öyle..."


FAİZ LOBİSİ SAVAŞI: ERDOĞAN, EJDER’E KARŞI

2011 yılında Avni Özgürel yazmıştı. Darbe dediğiniz şey; sahnede duran 3-5 generalin arzusu, eseri, marifeti değildir diye. Yani bunun sahnede duranı varken bir de gölgede duran ve oyunu yazanı da vardır. Darbelerin uluslararası ayağı için küresel sisteme hükmeden patronlar yerine poz veren Beyaz Saray / Pentagon / CIA üçlüsü gösterilebilir. Ancak bunun bir de yerli ayağı vardır. Ergenekon – Balyoz gibi davalar kapsamında içeri alınan siyasetçi – gazeteci – askerleri bu oyunda vezir olarak görüp sermayeyi dışlamak hiç akıllıca bir hareket değildir.

Ayrıca Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya gibi kişilerin, geçmişte hangi mevkiyi işgal etmiş olurlarsa olsun asıl karar verici olduklarını zannetmek; onlara kendi başlarına karar verip darbe yapma ehliyeti / kabiliyeti atfetmek Avni Özgürel’in de dediği gibi akıllara ziyan bir harekettir. Peki darbelerin yerli kanadında, siyasette hiç görmediğimiz-duymadığımız, asıl karar verici kim? Darbelerin sivil-ekonomik kanadında milyar dolarlar ile gücü elinde tutan, Türkiye’nin baronu olan adam kim? Avni Özgürel’in tabiriyle, kod adı Ejder. Peki kim bu Ejder?

90’lı jenerasyon genelde bilmez. Fakat görünmez bir el koalisyon dönemlerinde hep şekil verirdi iktidara. Öyle bir güçtür ki bu 2001’de hükümetteki varlığına gerek kalmadı diye MHP’yi koalisyondan attırıp; DSP ile ANAP’ın yanına Tansu Çiller’i yerleştirmeye çalışacak kadar siyaseti etkileme kabiliyeti vardır. Bülent Ecevit yerine zamanında Hüsamettin Özkan’ı getirmek için çaba gösteren de yine aynı kişidir. Peki bu kişi tek başına mı hareket etmektedir? Bu gücü nereden almaktadır gelin yurtbank Patronu Ali Balkaner’in mahkeme ifadesine bakalım: “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İMKB’yi manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsasında 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi.” İşte bunlar aslında Erdoğan’ın Faiz Lobisi lafıyla mesaj vermek istedikleridir.

Daha fazla merakta bırakmadan sizlere Ejder’in nerede olduğunu söyleyeyim. Ejder de, baş yardımcısı da Koç Holding yönetim kurulundalar. Fakat ben hangisinin Ejder, hangisinin yardımcı olduğunu hala çözemedim. Sizi buradan alıp 2010 yılına götürmek istiyorum. Anayasa referandumu öncesi, Baykal’ın kaset krizinden sonra CHP MYK’nın bütün itirazlarına; Önder Sav ve Gürsel Tekin’in onaylamamasına rağmen Kılıçdaroğlu’nu alıp, CHP’nin başına koyan ve yeni CHP söylemini başlatan kişi Ejder’dir. Anayasa referandumu öncesi; başbakanın bitaraf olan bertaraf olur tehdidine rağmen TOBB, TÜSİAD, Türk-İş ve DİSK’i aynı hizada tutup, ittifakın bozulmasına izin vermeyen yine Ejder’dir.

Kim bu Ejder derken, 2011 yılında kendisi yüzünü gösterdi bizlere, Avni Özgürel’in deyişiyle artık yüzünü örten maskeyi çıkarmak zorunda kaldı, kendine destek verenlerin içini rahatlatmak için. Durup dururken, 2011 seçimleri öncesi adamın biri çıktı ve CHP’nin iktidar olacağına, Kılıçdaroğlu’nun %30’dan fazla oy alacağına inandığını söyledi. Adam 1937 doğumlu, yani 2011’de 74 yaşında ve hayatı boyunca bir tane bile siyasi demeci yok. Acaba Ejder bu mu? Koç Holding yönetim kurulu üyesi, Vehbi Koç’un kızı Suna Kıraç’la evli olan İnan Kıraç mıdır “Kod adı Ejder”, demeden duramıyor insan. Fakat dediğim gibi Ejder mi, yoksa Ejder’in baş yardımcısı mı bilemiyorum.

Geçen sömestr tatilinde Harvard Üniversitesinde okuyan bir arkadaşımla görüştüm. Şaşırmış bir halde geldi ve 2 ay önce Rahmi Koç’la Mustafa Sarıgül’ün Harvard Üniversitesine geldiğini; Rahmi Koç’un, peşinde bir ton protokolü de Sarıgül’ün yapacağı konuşma için çektiğini söyledi ve ekledi. Georgetown Üniversitesindeki Davutoğlu’nun konuşmasındaki protokol bunun yanında halt etmiş dedi. Ne alaka diye düşündüm ve sonra idrak ettim; Mustafa Sarıgül, Kılıçdaroğlu’nun yedeğiydi ve artık sahaya sürülüyordu; keza hatırlıyorum ki Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geldiğinde Sarıgül, Kılıçdaroğlu’na şans vermek için seçimlere katılmayacaklarını açıklamıştı. Çünkü Ejder’den emri böyle almıştı.

Bu bağlamda düşünüyorum, Türkiye’nin en zengin ailesinin sultanı olan Rahmi Koç mudur Ejder? Keza kendisine yurt içinde de yurt dışında da büyük saygı ve sevgi vardır. Başkalarının randevu alamadığı kişilerle tek seferde görüşecek gücü, istediği organı istediği gibi yönlendirebilecek çok sağlam bağlantıları vardır. Hatta ki hatta; Amerikan büyükelçisinin, onuruna davet verebileceği kadar ABD’nin sevdiği ve güvendiği bir adamdır Rahmi Koç. Ejder’in kendisi midir, yoksa yardımcısı mıdır bilemem fakat bende uyandırdığı intibaya göre 2012 itibariyle Ejder ve ekibi; Sarıgül’ü Amerika’da görücüye çıkarmıştır. Gezi olayları sırasında Sarıgül’ün sessiz kalması, çok fazla müdahil olmaması da erken yıpranmasını engelleme kaygısıyla açıklanabilir.

Daha önce de sürekli savunduğum gibi; dış mihraklar, faiz lobisi ya da Ejder; gezi direnişini kurgulayan ve yönlendiren grup değillerdir. Fakat Gezi direnişi sırasında heyecan duydukları, AKP güç kaybediyor diye ellerini ovuşturarak sevindikleri, hatta direnişe nüfuz edip yönlendirmek istedikleri dahi su götürmez bir gerçektir. Direnişin asıl sebebi, 31 Mayıs şafak baskınıyla bizi polis zulmüne karşı birleştiren, o şafak baskını emrini verip dolmuş olan bardağı artık taşıranlardır. Eğer dış mihraklardan, faiz lobisinden bahsediyorlarsa çıkıp desinler “Şafak Baskını” için telsizimize girmişler, biz emir vermedik diye. Çünkü direnişin miladı olan olayın emrini verip; Tunus’tan uzlaşmayı reddedip, hatta AKM’yi de yıkacağım görürsünüz deyip sonra da dış mihraklar – faiz lobisi demek ayıptır, terbiyesizliktir.

Sonuç olarak Gezi direnişi ile birlikte, Başbakan’ın Faiz Lobisi tabiri altında Ejder’i yeniden görmüş olduk.

Ejder’in. İşte artık Erdoğan’ın şimdiye kadar hiç bulaşmadığı, bulaşmaktan hep kaçtığı bir düşmanı var.

Adı Ejder. Ve Ejder bu kez meydan okudu başbakana. Bundan sonra göreceğimiz, Erdoğan’ın son savaşıdır.

Erdoğan’ın iktidar savaşında deviremediği tek ve son cephedir. Savaşın adı, Erdoğan Ejder’e karşı. Kazananı ise çok geçmeden öğreneceğiz. Emin olun.


Boara Karaman

23 Ocak 2016 Cumartesi

AKAN KANDA SİZİN 1118 KİŞİNİN İMZASI VAR : Bebek katili kanlı terör örgütü PKK’nın Diyarbakır’da ilköğretim okuluna yaptığı bombalı saldırıda, karne heyecanı yaşayan 5 çocuk yaralandı. Hain bildiriye imza atan akademisyenler saldırı karşısında 3 maymunu oynadı.


Karanlık akademisyenlerin, PKK’ya yönelik operasyonlar düzenleyen güvenlik kuvvetlerimizi, “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek katliamla suçlamasının ardından cesaretlenen PKK, yine vahşi bir katliam girişiminde bulundu. Dün Diyarbakır’da karne heyecanı yaşayan minik yavruların bulunduğu Bağlar ilçesindeki Çelebi Eser Ortaokulu’nun bahçesine bombalı saldırı düzenleyen teröristler, 5 öğrenciyi yaraladı. Olayla ilgili olarak gözaltınaalınan ve 18 yaşından küçük oldukları belirtilen A.Y, ve U.Y. işlemlerinin ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Olayla ilgili 1 kişinin ise arandığı bildirildi.
Kamuoyunda, PKK’nın sırtını karanlık akademisyenlere dayayarak, böyle saldırıları gerçekleştirebildiği algısı oluşurken, “PKK’nın suçuna hepsi ortak”  yorumları karşısında düşüncelerini öğrenmek için aradığımız akademisyenler sessiz kalmayı tercih etti.
ÜÇ MAYMUNU OYNADILAR
PKK’nın sivillere saldırı noktasında hiç olmadığı kadar cesaretli bir şekilde terör saldırılarını gerçekleştirmesinin sorumlusu olarak gösterilen karanlık akademisyenlerden İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Aytül Fırat,  İstanbul Kültür Üniversitesi’nden Dr. Asiye Akgün, Doğuş Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Aslı Vatansever ve Kadir Has Üniversitesi’nde görevli Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ gibi isimler, Gazetemiz Akit’in yönelttiği ısrarlı sorular üzerine yorum yapmaktan kaçındı. PKK’ya cesaret veren bildiriden imzalarını çekip çekmeyeceklerine ilişkin sorularımızı da cevapsız bırakan akademisyenler, PKK terörü karşısında adeta üç maymunu oynadı.
BİN 128 İMZACININ KİMİN YANINDA OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Terör örgütünün bombalı saldırısına sert tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu terör örgütünün ne denli ahlaksız, ne denli alçak, ne denli adi girişimler içinde olduğunu açık ve net ortaya koyuyor. Aslında bu bin 128 tane imzaya çok ilginç bir cevaptır. Bu sözde akademisyenler kimlerin yanında olduklarını çok açık net ortaya koyuyorlar” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'daki terör saldırısına ilişkin, "Bu çok çok üzüntü verici bir olay. Bu terör örgütünün ne denli ahlaksız, ne denli alçak, ne denli adi girişimler içinde olduğunu açık ve net ortaya koyuyor. Aslında bu, bin 128 tane imzaya çok ilginç bir cevaptır. Bu sözde akademisyenler kimlerin yanında olduklarını çok açık net ortaya koyuyorlar" dedi.  Erdoğan, Akabe Camii’nde kıldığı cuma namazının ardından çıkışta gazetecilerin sorularını cevapladı.
Diyarbakır'da karneler dağıtılırken meydana gelen patlamaya ilişkin bir soru üzerine Erdoğan, çok üzüntü verici bir olay olduğunu belirterek, olayın terör örgütünün ne denli ahlaksız, alçak ve adi girişimler içinde bulunduğunu net bir şekilde ortaya koyduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu olayın bin 128 imzaya çok ilginç bir cevap olduğunu ifade ederek, sözde akademisyenlerin kimlerin yanında olduklarını çok net ortaya koyduklarını, karnelerini alan öğrencilere karşı yapılan adice saldırının arkasında bulunduklarını kaydetti.
BUNLAR TERÖRÜN YANINDA TERÖRİSTİN ARKASINDA
Bunların, öğrenci ve talebe ile ne denli alakaları olduğunun açıkça görüldüğünü aktaran Erdoğan, "Bunlar da bir şey ortaya koyuyor; 'biz buyuz, bizim aslımız bu. Biz öğretmen, muallim böyle bir derdimiz yok. Biz terörün yanındayız, teröristin arkasındayız'. Bugünkü olay bunun aslında yaşama bir kez daha geçtiği bir olaydır. Bugüne kadar okullarımızı yaktılar mı yaktılar. Camilerimizi yaktılar mı yaktılar. Bombaladılar mı bombaladılar. Hastanelerimize bunları yaptılar mı yaptılar. Ambulanslar ha keza. Ambulans şoförlerimizi şehit ettiler mi ettiler. Bütün bunlar ortada. Bugünkü olay da adeta bunun bir zirvesi. Tek tesellimiz şu an itibarıyla o yavrularımızdan şehidimiz yok. Durumlarının iyi olduğuna dair haber aldım, bundan dolayı mutluyum" diye konuştu.
Erdoğan, sınırda Rusya askeri varlığına yönelik iddialara ilişkin soruya karşılık, özellikle Irak sınırından Akdeniz'e kadar olan bölgede yani kuzey koridorunda bu tür bir farklı yapılaşmaya müsaade etmeyeceklerini belirtti. Bu nedenle koalisyon güçleri ile yaptıkları bir çalışma olduğunun altını çizen Erdoğan, "Bu süreçte Rusya'nın 100 askerinin olduğu kulağımıza geliyor ama bölgede bizim hassasiyetlerimiz aynı şekilde devam ediyor. Bu konuda hassasız ve sürekli olarak koalisyon güçlerine söylediğimiz, PKK, YPG, PYD ve DAEŞ bunların hiçbirinin birbirinden farkı yok, bunlara karşı tavrımız aynı olacaktır diye. Temenni ederim ki buradaki ortak tavır, Suriye'nin kuzeyinde böyle yanlış bir yapılanmaya fırsat vermemeye yönelik olacaktır. Buna da biz fırsat vermeyeceğiz" ifadelerini kullandı.
Kaynak: Yeni Akit Gazetesi

Milli şuur bir ışıktır.Yurdu Aydınlatır ve GzliKöşelereSinmişOlan
PKKnın Akademik Kadrosu GibiAkrepleriAçığa çıkarır.

HDPKK için kelime söyleyemiyorsaniz
Devlet Silah Bıraksın Diyecek Kadar Cahil Pkk'ya Laf Edemeyecek Kadar Hainsiniz 
Adının başına T.C yazanlar 
Ermeni oldular HDP'li oldular 
Rus oldular 
Herşey oldular da 
Bir tek Türk olamadı



















13 Ocak 2016 Çarşamba

KARAR : Eski ve daha eskileri boşverin. Yakın târihimizde kritik konularda verdiğimiz yanlış kararlar hep fâcia getirdi. Abdülhamid hânın etrâfında etden bir duvar öremedik. Vahîdeddin hân bu topraklardan koğulurken kılımızı kıpırdatmadık. O mübârek hâkânı kalbi bin parçaya bölünmüş bir hâlde gurbet ellere gönderdik.


Doğru karar verebilmek her zaman mühim. Sıkıntılı dönemlerde ise bu çok daha fazla ehemmiyyet kesbediyor. Öyle günlerden geçiyoruz. istikbâlimizi oylayacağız. Ya kölelik tüneline yeniden gireceğiz ya da hür ufuklara doğru yürümeye devam edeceğiz. "Ne alâka? Kimse köleliği tercîh eder mi?" demeyin. Türkiye'de bugün bilerek ve isteyerek felâketi çağıran ciddî bir kalabalık var. Erdoğan yok olacak fakat Türkiye de batacak dense sevinç çığlıkları atacaklar. Ankara'daki katliâm meydânını şen şakrak dolaşanlar işte bu gürûhdan. Yalnız da değiller. En az onlar kadar âdîleşen başkaları da bulunuyor. Hâl böyleyken ideâli merkeze alıp da her şeye tenkîd nazarıyla bakmak büyük yanlış. Üstelik aynanın karşısına geçmeden. Kendi boyumuzun farkında olmadan...

Eski ve daha eskileri boşverin. Yakın târihimizde kritik konularda verdiğimiz yanlış kararlar hep fâcia getirdi. Abdülhamid hânın etrâfında etden bir duvar öremedik. Vahîdeddin hân bu topraklardan koğulurken kılımızı kıpırdatmadık. O mübârek hâkânı kalbi bin parçaya bölünmüş bir hâlde gurbet ellere gönderdik. Naaşına haciz geldi. Oralı olmadık. Memleketinde nefes alıp vermesine müsâade etmemişdik. Uzanıp yatmasına da izin vermedik. Hâlbuki hiçbirimizde ondaki vatan aşkının milyonda biri yokdu. Sâdece bu yüzden yok olabilirdik. Nitekim buna ramak kalmışdı. Yıkım üstüne yıkım yaşadık. "İyi de bunları biz yapmadık. Bizim ismimizi taşıyan fakat bizden olmayan alçaklar yapdı" diyebilirsiniz. Doğru ama biz de sessiz kaldık. Yüzümüzü ekşitmedik. Ekşitenlerin i'dâma gidişine "olmaz" demedik. Değerlerimizi koruyamadık. Câmilerimiz ahır olarak kullanıldı. Susmaya devâm etdik. Mücâdele etmedik. İşgâlciler tepemizde boza pişirirken Sultan Selîm'in evlâdları olduğumuzu unutduk...

Menderes geldi. "Allahu ekber"i iâde etdi. Sevdik lâkin koruyamadık. İyi günlerinde etrâfını saranlar ipe giderken ortada yokdu. Milyonlar suspus olmuşdu. Özal'ı Çölaşan'ın gözüyle gördük. Otobanda ters istikâmetde otomobil kullanmasına kızdık. Buradaki ince mesajı idrâk edemedik. Ufkunun ve cesâretinin gerisinde kaldık. Başkanlığı savundu. Anlamadık. "Bir top mermimiz Rusya'ya düşerse ne çıkar" dedi. Korkduk. Yerli İngiliz gazetesi manşetden "çomar" diye saldırdı. Kanımıza dokunmadı. Zehirlediler. Bizden olduğunu cenâzesinde anladık. O karanlık doksanları çok garîb geçirdik. Toroslar vızır vızır dolaşdı durdu. Kim bilir hangi can hangi asit kuyusunda son buldu?

Şimdi Erdoğan var. İyi ki de var. Ona da saldırıyorlar. En alçak şekilde. Ne diye? Köprü yapdırıyor diye. Havaalanı yapdırıyor diye. Nükleer santral yapdırıyor diye. Ne diye? Millî tank, millî gemi, millî uçak diyor diye. Ne diye? Türkiye'yi tam bağımsızlığa götürüyor diye. Çok şükür bu sefer sâhib çıkıyoruz. İnşaallah çilemizin dolmasına az kaldı. Zincirler birer birer kırılıyor. Ardından nekâhet dönemi gelecek. Biraz da o sürer. Sıhhatli günler bundan sonra. Târihin gördüğü en büyük yıkım beş on senede telâfî edilemez. Sabır ve zamana ihtiyaç var. Evvel emirde kendimizden başlamak kaydıyla memleketimizi dantel dantel işlememiz lâzım. Târihî kodlarımıza ancak bu sâyede dönebiliriz.


TÜRKİYE GAZETESİ / Kazım Kürşat Yücel

HESAP : Bugünkü dünya harîtasını yüz sene önce İngilizler çizdi. Devrin zorbabaşı onlardı. Kılıçlarının dört tarafı kesiyordu. Gerçi bir çeğrek asır sonra burunları kırılacakdı. Onlar kendilerini merkeze koyup dördüncü, beşinci sınıf insanlara ve diğerlerine coğrafî mekân ta’yîn etdiler. İyi de iki ile üçe ne oldu diyebilirsiniz.


Merâk etmeyin, bir şey olduğu yok. İlk üç derece yalnız ve ancak bu soylu kavme ayrılmış. Bu havadalar. Diğerleri kısmındakiler ise insan sınıfında değil…

İngilizlerin dünya liderliğini ABD’ye kapdırması hayret uyandırıcı bir tarzda gerçekleşdi. Birinci cihan harbinin kesin gâlibi onlardı. İkincisinden de gâlib çıkdılar. En azından o takımda idiler. Buna rağmen makam koltuklarına eski sömürgeleri oturdu. Ya’nî kazanırken bile irtifâ kaybetdiler. Bunu hâlâ hazmedebilmiş değiller.

Amerika onlara göre eski bir müstemleke. Fakat haddini aşan bir müstemleke. Eğer imkân bulsalar bu kendini bilmeze sağlam bir ders verecekler. Aslında her zemînde bunu yapmaya çalışıyorlar. Her ne kadar ayrılmaz iki müttefik gibi görünseler de… Dolayısiyle bu sâdece beyinlerini kemiren bir mes’ele değil. Her an hepsine diken gibi batan bir mevzû. Ne var ki beterin beteri var. 

İngilizleri çok daha sıkıntılı, hattâ karanlık günler bekliyor. Gidişât böyle. Altmış beş senedir stabil seyreden siyâsî i’tibârları menfî istikâmetde değişecek. İktisâdî vaz’iyyetleri vehâmet kesbedecek. Enerji tevzii hemen tamâmen ellerinden çıkacak. Her şeye rağmen ayakda kalabilmelerini sağlayan sebebler birer birer devre dışı kalacak. Tabîî buna direnecekler. Direniyorlar da. Lâkin yapabilecekleri uzun boylu bir şey yok. Çevirdikleri dolapları artık Nil köylüsü dahi biliyor. Lawrence’ın çocukları deşifre oldu.

Suud’un da işi zor. Bu kâğıtdan adamları ikinci efendileri yağmurlu iklîme salıverdi. Eriyip gitmeleri fazla zaman almaz. Birkaç sene önce basına yansımışdı. ABD Suudları devirmek istiyor diye. O günlerde fazla ileri götürmediler. Fakat bugün işi bitirmeye niyetliler. Osmanlı düşmanı bu yönetimin birdenbire Türkiye’yi keşfetmesi boşuna değil. Bozuk i’tikâdlarından tevbe etdikleri için de değil. Ortada kaldılar bu yüzden. İngiliz’in onları tutup kaldırması muhâl. Zîrâ adalılar böyle bir operasyonu yapacak kâbiliyyetden uzak. ABD’nin Suud’u gözden çıkarmasının birçok sebebi var. Vehhâbî idâresinin başdan beri İngiliz güdümünde olması en mühim âmil. Bugün sana köpeklik yapanlar genlerindeki dürtüyle aslına rücû edebilir. Üvey baba herhâlde bu korkuyu çekiyor. Daha doğrusu korku da değil. İngiliz’in kokusuna bile tahammül edemiyor. Velhâsıl bir kelbini bir kelbine dedikleri iş.

Peki ya Almanya ile Fransa? İlki haddini bilir, ikincisi korkar.

Bize gelince: “Su akar Türk bakar” devri bitdi. Şimden gerü “Türk yapar, İngiliz bakar”


TÜRKİYE GAZETESİ / Kazım Kürşat Yücel


Terörün dağ, şehir, hendek ve meclis dışında bir de medya ayağı var. Öyle gizli değil, kalem ve yaka mikrofonları ile öncesiyle sonrasıyla her gün gazetelerde, her akşam televizyonlarda, boy gösterip ekrana ve manşetlere kan bulaştırmaya, terörü ve teröristi açıkça destekleyip meşrulaştırmak, kamuoyu desteği oluşturmak için çırpınıyorlar.



Ekrandaki kan ve ihanetin sıradanlaşması

Önceki gün “sözde öğretmen olarak 'Beyaz Show'a telefonla katılan kadın Güneydoğu’daki operasyonları eleştirip PKK propagandası yapmıştı. Polis çocuğu olan sunucu Beyaz ise şaşkınlık yaşayan stüdyodaki katılımcılardan kadına alkışla destek toplamış...”

Olayı fırsat bilen bir haber kanalı da kadını “Türkiye’yi duygulandıran öğretmen” olarak hemen etiketleyivermişti...

12 Eylül 1980 darbesi öncesi meydana gelen terör olaylarında bazı medya grupları halkı kışkırtmak ve karşı karşıya getirmek için çoğunlukla aynı yolu kullanmış; gündem belirleme kanaat ve kamuoyu oluşturma, siyasallaştırma gibi görevleri bulunan medya, askerî darbeleri ve vesayet iktidarlarının meşruiyetlerini sağlama aracı olmuştu...

Bugün, terörü meşrulaştıran, işledikleri cinayetleri görmezden gelerek yol kesen teröristleri masum hak savunucuları olarak gösteren haberler ve köşe yazıları, TV programlarından ucuz komedi programlarına kadar sıçradı.

Yol kesen teröristleri şirin göstermek için ellerinden geleni yapmaktalar.
Patronları nezdinde konumunu güçlendirmekten başka dertleri olmayanlar, şehir eşkıyalığına mazeret üretenlerin eline kan bulaştı. Alçakça cinayetlere mazeret üretenler okul yakmaktan, ambulans tahrip etmekten, hastaneleri basmaktan daha ne alçakça cinayetleri işleyenleri “pak ve temiz” çocuklar olarak tanımlayan biri, elinden önce vicdanını ve aklını pazara çıkarmış olmalı! Patronlarının gözüne girmek için kendisine verilen işi en iyi şekilde yapmayı düşünüyor ve bunu meşru görüyorlar.
Büyük kötülüklerini küçük menfaatlerin uğruna yapıyorlar.

Toplum tarafından daha önce de benzer örnekleri yaşanan bu ihanetlerin nasıl böylesine fütursuzca işlendiği, Alman felsefecinin “kötülüğün sıradanlığı” kavramı ile izah edilebilir. Patronlarının talimatlarını uyguladıklarını söyleyecek olan bu sahne sanatçılar da düşünce dünyamıza yeni bir kavram sokuşturdular: “İhanetin sıradanlaşması!..”

Muhtemelen ortalık aydınlanıp asgarisinden kamuoyu vicdanında yargılandıklarında suçu kabul etmeyip sadece kendilerine verilen talimatları yerine getirdiklerini söyleyeceklerdir.
“İhanetin sıradanlaşması...”

Günahlarını tartacak terazi bulamayan basit karakterlerin, büyük zulümleri gizlemek için arkasına saklandıkları sığınağın adıdır. Üst üste birikmiş ihanetlerin temelinde ilk ihanet ve ilk hain yatar. İlk ihanetin zaman içinde hayatımızı nasıl tarumar edeceği çoğumuzun aklından bile geçmemiştir. Bugün yaşanan büyük güneydoğu trajedisinin altında bu basit adamların geçmişte kalem ve yaka mikrofonları ile açtıkları "hendekler" saklıdır...

TÜRKİYE GAZETESİ / Hikmet Köksal



Hedefleri ülkeyi bölmek

6-7 Ekim olaylarının tek suçlusu Demirtaş’tır. O halkı sokağa dökmüştür. Kürtler PKK’ya asla destek vermiyorlar. Fanatik HDP’liler ve HDP’li belediyeler ve çalışanları ise azınlıktır. PKK’nın zulmünden kaçan yani evini iş yerini terk edenler; inşallah o bölgede huzur ve güvenlik en kısa zamanda tesis edildiğinde geri dönerler. Bu insanlar geri döndüklerinde PKK’nın yaptığı zarar telafi edilecek ya da tahrip olunan iş yeri ve evleri yeniden yapılacaktır.

Devletin görevi halkını himayedir. Dış güçlerin taşeronu olan PKK’nın zulmü altında esnaf kan ağlıyor. Alışveriş yok. Dükkanlar tahrip edilmiş ve içindeki mallar yağmalanmış. Sadece Sur’da 5 bin kişi işinden olmuştur. Hendekleri açanlar HDP’li belediyelerdir. 18 HDP’li belediye başkanı soruşturma çerçevesinde açığa alınmıştır. 41 meclis üyesi de görevden el çektirilmiştir.

3 binin üzerinde PKK’lı terörist etkisiz hâle getirildi. Teslim olanlar bu sayıya dahil değildir. 2240 silah, 10 ton patlayıcı, 10 bin molotofkokteyli ele getirilmiştir. Bu silahlarla beraber binlerce ton yiyecek maddesi de ele geçmiştir.

Musul’daki 70 bin Iraklı Şii milis ordusu 2 bin DAEŞ militanı karşısında geri çekilmiştir. Hem de tek kurşun atmadan. Bu durum danışıklı dövüştür!

Demirtaş’ın direnişe yani PKK’nın katliam ve zulmüne destek çağrısına Kürtler destek vermemiştir.

Türkiye-İsrail ihtilafının halli uygundur. Gazze’deki soykırım ve ambargonun durması için bunun olması lazımdır. Rusya’ya duran sebze ve meyve ihracatının, Orta Doğu’ya akışı için kapı aralanmıştır.

HDP kamuoyunun nazarında giderek düşmektedir. Zaten PKK’nın gölgesindedir. ABD ve Rusya’nın Irak’ta peşmergeye eğitim veren Türk askerlerinin çekilmesi için Irak hükümetini zorlamasına bizim tarafımızdan hayır cevabı gelmiştir. Türkiye "Orta Doğu’da ben de varım" demektedir. Yakın zamana kadar ABD’nin İran’a uyguladığı “Ambargo”yu delmek adına Türkiye, Halk Bankası ile yardım etmişti.
İran Osmanlının olduğu gibi Türkiye’nin de en büyük düşmanıdır. İran’ın, Rusya’nın ve Lübnanlı Hizbullah’ın Suriye’de işi ne? Bir de İran’ın Irak’ta işi ne?

Demirtaş’ın Rusya ziyaretinde gizli görüşmelerde Rusya’ya neler vadedilmiştir acaba?!.

Terör ve ABD

Terör ve ABD arasında inkârı mümkün olmayan bir bağ vardır. Prof. Dr. Mahir Kaynak’ın ifade ettiği gibi dünyadaki yapılan bütün terör faaliyetlerinin arkasında ABD vardır. Orta Doğu’da DAEŞ, PYD ve diğer teröristlerin elindeki silahlar Amerikan istihbaratı CIA’ya yakınlığı ile bilinen Yahudi sermayeye ait silah fabrikasının imalatıdır. Hatta Paris’te ABD emrindeki DAEŞ’lilerin yaptığı katliamda kullanılan silahlar da ABD yapısıdır. Ve bu silahlar az önce bahsedilen ABD silah fabrikası adına Sırbistan’da imal edilmiştir. Sırbistan hükümeti bu silahlar bizde imal edildi ama ABD’nin silah fabrikasına teslim edilmiştir diye resmî bir açıklamada bulunmuştur.


Paris katliamı ABD tarafından yapılmıştır. Afrika’da yaşanan Fransa-ABD hakimiyeti mücadelesi için Fransa’ya bir mesaj verilmiştir. ABD’nin dış politika yetkilileri açıkça Orta Doğu’da projelerinin gerçekleşmesi için “Orta Doğu’da önce yıkım, sonra doğum” demektedirler.


Terör emperyalist güçlerin postmodern sömürgeciliğidir. İslam ismini taşıyan ya da hizmet ettiğini ifade eden bütün terör teşkilatlarının beyin takımı CIA ve MOSSAD’ın adamlarıdır. ABD önce bir ülkeye terör teşkilatı kurar. Terör estirir. Sonra o ülkeye koruyucu olarak girer. Mesele bu kadar basittir.


ABD çifte standartlıdır. Bir yıl önce İran’ın “Büyük şeytan” dediği ABD ile kucak kucağa olmasına şaşmamak lazımdır. ABD Irak’ı İran’a teslim etmiştir. Yahudi İkinci Dünya Savaşına kadar İngiltere’yi kullandı. Ve İkinci Dünya Savaşından sonra gerek medyanın gerekse paranın gücü ile ABD’yi kullanıyor. Aynı Yahudi ABD, AB, Rusya, Çin, İran ve diğerlerini Türkiye başta olmak üzere İslam Dünyasına karşı da kullanmaktadır.


Türkiye ve birkaç İslam ülkesi hariç 57 İslam ülkesinin tamamına yakınının liderleri ve üst düzey yetkilileri dökülen kandan ve gözyaşından sorumludurlar. “Mahşerde her helalin hesabı her haramın azabı vardır” kaidesi gereği mutlaka sorumlu olacaklardır.


Yahudi lobisinin emrindeki ABD dünyanın her köşesinde döktükleri kan ve gözyaşını dünyada da ödeyebilir. Dünyanın en büyük volkanı olan “Yellowstone” klasik volkanlar gibi dağ şeklinde değil çukur şeklinde ve 2004’ten bu yana hızla yükseliyor. Uzmanlara göre bu volkan patlarsa Amerika’nın üçte ikisi yaşanamaz hale gelir.



“Kaldera” denilen çökmüş dev kraterler Yellowstone 10 km boyunda 30 km eninde ve 8 bin metre derinlikte bulunan dev mağma tabakası 1923’ten bu yana devamlı yükselmektedir. 2004’ten beri ise daha hızlı yükselmektedir.

TÜRKİYE GAZETESİ / M.Necati Özfatura



12 Ocak 2016 Salı

Çocuklarımızı FETÖ öldürdü' ASELSAN ölümlerinde şok gelişme...8 yıl önce kurumda çalışırken esrarengiz bir şekilde hayatını kaybeden 4 mühendisten ikisinin ailesi çarpıcı açıklamalarda bulundu. Acılı babalar, "Örgütten ayrılma kararı verdikten sonra öldürüldüler" dedi.



ASELSAN’da çalışan 4 mühendis 2006-2007 yıllarında 6 ay içinde şüpheli şekilde hayatlarını kaybetti. Hüseyin Başbilen, Burhanettin Volkan, Erdem Uğur ve Evrim Yançeken adlı mühendislerin ölümlerini bugüne kadar 8 savcı araştırdı, ancak bir sonuca ulaşılamadı.
Mühendislerin babaları, oğullarının ölümünden Fetullahçı Terör Örgütü’nü (FETÖ) sorumlu tuttu. Burhaneddin Volkan, 2005’te ASELSAN’da çalışmaya başladı. 2 yıl Uçak Komuta Kontrol Merkezi bölümünde çalışan Volkan, 8 mühendis arasında en başarılı ikinci isimdi.
Volkan’ın 7 Ekim 2007’de görev yaptığı Bando Okullar Komutanlığı'ndaki nöbetçi subay odasında Vzör marka silahla intihar ettiği açıklandı. Mühendisin babası Mahmut Volkan,  şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden oğlunun ölümüyle FETÖ’nün bağlantılı olabileceğini açıkladı. Acılı baba şunları söyledi:
PEŞİMİZİ HİÇ BIRAKMADILAR
“Oğlum lise ve üniversite yıllarını onların yanında geçirdi, yurtlarında kaldı. Üniversiteden sonra iş hayatına başladı. Ancak örgüt oğlumun peşini bırakmadı. Onlardan kurtulmaya çalışıyorduk.  Buna müsaade etmediler. Sürekli toplantı yaparak oğlumun beynini yıkmaya çalıştılar. Onların yanından her geldiğinde oğlumun elinde Fetullah Gülen’in kitapları oluyordu. Okuması için oğlumu zorluyorlardı. Geçen süre zarfında oğlum bu örgütle tartışma yaşadı. Bütün bağlarını kopardı. Bunun ardından bir ay geçmeden oğlumun ölüm haberini aldım. Bu kadar tesadüfün bir araya gelmesi mantıklı gelmiyor. Bu işin içinde  FETÖ’nün olduğunu düşünüyoruz. Oğlum FETÖ kurbanı olabilir.”
İNTİHAR ETMEDİ, KURBAN EDİLDİ
7 Ağustos  2006’da boğazı ve bileği kesilmiş olarak aracının içinde bulunan mühendis Hüseyin Başbilen’in babası Vehbi Başbilen de FETÖ’yü suçladı.
Acılı baba şunları anlattı:
“Oğlum intihar etmedi, kurban edildi. ASELSAN’da yaşanılan bu cinayetlerin intihar olmadığına eminim. Çünkü ölen bütün mühendisler F-16 uçakları ve Altay Tankı gibi kritik projeler üzerinde çalışıyordu.  Oğlum ise, 57 saat üzerinde çalıştığı projeyi sunacağı gün hayatını kaybetti. Oğlum ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nden üç buçuk yılda mezun oldu. Yurtdışından gelen birçok iş teklifini ASELSAN’da çalışmak için reddetti. Bizim için bir numaralı şüpheli FETÖ’dür.” (Bugün)

İnananların Yüzakı, haber,internet haberciliği


Fetullah Gülen 'altın nesil'i çürüttü! Yazar Ali Nur Kutlu, "Altın Nesil’i çürütmek" başlıklı yazısında, "Muhafazakar camianın beyin gücü, Türkiye'nin beyin gücü, Gülen'in karmaşık, karanlık, kirli hayalleri için heba edildi." ifadelerine yer verdi.


İŞTE O YAZI:

“Altın Nesil”
 yetiştirmek, sanırım tüm cemaatlerin, grupların, ülkelerin hayaliydi. Bu, biraz da muhafazakar camianın hayalidir. Ahlak, irfan, ilim, edep, bilimalanlarında örnek bir nesil... Türkiye'nin geleceğini, Müslümanların ideal toplumunu inşa edecek gençler gözüyle bakılıyordu bu Altın Nesil'e.

GÜLEN'İN ALTIN NESİL PROJESİ
Maalesef kabul edelim ki, Fetullah Gülen, Altın Nesil yetiştirmek için en güçlü sistemi kuran kişidir. Kolejleri, üniversiteleri, okulları, dershaneleri, yurtları, evleri ve bunları destekleyecek ticari oluşumları, sivil toplum örgütleriyle muazzam bir organizasyon kuruldu.
Gülen Cemaati, tüm planlamasını insan yetiştirmek üzere yaptı ve kesinlikle yıllar sonrası düşünerek adımlar attı. Türkiye'nin en zeki çocuklarını buldu, ilkokuldan, ortaokuldan itibaren ilmek ilmek işledi. Gelecekte Gülen'in her dediğini yapacak şekilde akıl almaz eğitim ve şartlandırma yöntemlerinden geçirildiler.
Bu çocukların zihinlerinin nasıl etki altına alındığını, hangi yöntemlerin ve tekniklerin kullanıldığını tam olarak bilmiyoruz henüz. Ancak gerçek şu ki, çocuk yaşta bir fabrika tezgahına alınan demir gibi, eritildi, kalıplara döküldü, yeniden şekil verildi ve tek tip mamül olarak piyasa çıkarıldı.
Daha kalıcı ve etkili yöntemleri yurt dışındaki okullarda uyguladılar. O ülkenin önde gelen tüm ailelerinin, tüm devlet ricalinin çocuklarını kolejlerde okuttular ve etkileri altında aldılar. Şimdi o nesiller Afrika'da, Asya'da, Balkanlarda devletlerin en önemli makamlarında oturuyorlar.
Cemaat kendi Altın Nesil'ini böyle yetiştirdi.
İster kızın, ister hakaret edin ama gerçeği değiştiremezsiniz, Gülen CemaatiTürkiye'deki tüm cemaatlerden daha güçlü, daha yaygın ve daha etkili bir şekilde kendi Altın Nesli'ni yetiştirdi.
Bugün tüm kirli işlerin ortaya çıkmasına, tutuklamalara, baskılara rağmen Cemaatin büyük çapta dağılmamasının sebebi, çocuk yaştan itibaren özel olarak yetiştirilen bir nesilden kaynaklanıyor.
Zihinleri öylesine şartlandırılmış ve değiştirilmiş ki, Gülen kendi hatalarını itiraf bile etse ona dahi inanmayacaklardır.
TÜRKİYE'NİN EN ZEKİ BEYİNLERİNİ HEDER ETMEK
Dramatik olan, belki de yıllar sonra daha çok acısını hissedeceğimiz şey şudur: Cemaat, Türkiye'nin en seçkin beyinlerini, en zeki çocuklarını alıp kendi tezgahında adeta robotlara dönüştürdü. Orduya, emniyete, yargıya, bürokrasiye girsinler diye, matematik dehası, fizik dehası, edebiyat dehası çocuklar heder edildi, bir köle gibi bu kurumlarda çalışmaya mahkum edildiler.
Bu çocuklar, belki bir gün Türkiye'nin Nobel ödüllü bilim adamları olacaktı. Buluşlar yapacaktı. Ancak devleti ele geçirme dürtüsü ve ihtirası, tüm bu Altın Nesli karanlık koridorlarda çürüttü ve perişan etti.
Bu çocuklar içinden teknolojide, bilişimde, yazılımda, teknikte gerçekten uzmanlaşanlar oldu. Bilim Olimpiyatları'nda ödüller aldılar. Ama sonra TÜBİTAK'ı, TİB'i, Polis İstihbaratı'nı ele geçirmek, dinleme yapmak, başkasının bilgisayarına sızmak, kripto işler yapmak için kullandılar. Sonunda çoğu kriminal bir suçlu haline geldi.
Muhafazakar camianın beyin gücü, Türkiye'nin beyin gücü, Gülen'in karmaşık, karanlık, kirli hayalleri için heba edildi.
Altın Nesil işte böyle çürütüldü.
DİĞER CEMAATLER BUNDAN DERS ÇIKARMALI
Diğer cemaatler Altın Nesil yetiştirmek için daha çok çalışmalılar. Ancak yaşananlardan da ders çıkarmalılar. Devletin kadrolarını ele geçirmek, bir cemaatin Altın Nesil yetiştirme hedefi olamaz. Bu yola kayan tüm cemaatler, önünde ya da sonunda büyük hüsranlar yaşayacaktır.
İktidara talip olanların yapacağı şey siyasi parti kurmaktır, cemaat değil. Altın Nesil yetiştirmeye talip olanlar ise insanlığa, İslam dünyasına ve Türkiye'ye, cemaat ve tarikat taassubu gütmeden hizmet edecek bir kuşak yetiştirmeli.
Devlete nitelikli, ahlaklı ve ehil insan kaynağı yetiştirmek başka bir şeydir, devletin kadrolarını ihtirasla ele geçirmeye çalışmak başka bir şey. Bu ihtiras, sizi sonunda imtihan sorularını çalan hırsıza dönüştürür.
İslam dünyasının en büyük sorunu, mezhep taassubundan sonra, cemaat ve tarikat taassubudur unutmayalım.


4 Ocak 2016 Pazartesi

LAİKLİK, SEKÜLERİZM VE SEKÜLER-DİN : Özgürlük arayışıyla başlayan sekülerizmin nihaî sonu kula kulluktu. Kula kulluğun getirdiği tahakküm ilişkisinin ise zalimlik veya mazlumluk dışında seçeneği yoktu; mazlum olmak istemeyen, zalim olmaya mecburdu. Zira insanlar arası ilişkide zulüm ile korku, ikiz kardeştir; zalimler korkak, korkaklar zalim insanlardır.



Özgürlükten kulluğa


İkisi de Katolik Hıristiyanlığa tepkiden doğmuş olsalar da laiklik ile sekülerizm, farklı anlamlara sahip doktrinlerdir. Laiklik, Fransa’nın merkezinde yer aldığı Katolik dünyada Kilise ile Devlet arasındaki müzmin mücadeleden galip çıkan Devlet’in kendini korumak için geliştirdiği anayasal doktrindir. “Tanrı ile İnsan” arasında ilişkinin zamanla “Tanrıya karşı İnsan” ilişkisine dönüştüğü sekülerizm ise Yahudilik ile Protestanlığın eseridir. Yahudi-Protestan cephe, geleneksel olarak Katolikliğe karşı Avrupa’nın solunu temsil ederken XIX. asırda zirveye çıkan sekülerleşme süreci sonunda Batı’nın sağı, hâkim gücü olmuştur. Sekülerizm, Yahudilik-Protestanlığın felsefî, Siyonizm ise siyasî ideolojisidir. Bu anlamda Siyonizm sanıldığı gibi Yahudiliğe ait dinî bir ideoloji değil, Yahudi-Protestan Batı’nın emperyalizm ideolojisidir.

Katolik Hıristiyanlık, insanı tanrılaştırdı, Yahudilik ve Protestanlık ise tanrıyı insanlaştırarak kula kulluğu getiren sekülerizme vücut verdi. Sekülerizm, onu hiçe sayan kahhar küllî iradeye karşı insanın cüz’î iradesinin savunulduğu hümanizm, irade özgürlüğü arayışı olarak başladı; özgürlük arayışı ise sonunda deizme vardı. İlahî ile beşerî irade arasında uyum imkânının kaybolması, bizzat iradenin ortadan kaldırılacağı deizme dayalı mekanistik bir evren tasavvuruna yol açtı. Antik Yunan oyunlarındaki deusexmachina gibi evren, tabiat, toplum, birer mekanik Tanrı haline getirildi. Ancak seküler dünya görüşü bir taraftan iradeyi mahkûm ederken diğer taraftan iradenin gerekleri olan bilgi ve kudret (bilim ve ekonomi) patlamasının yolunu açmıştı.Biriken muazzam kudret, hangi irade yolunda kullanılacaktı? Bu durumda araçlar amaçları, iradeyi belirleyecekti. Ne kadar ürkütücü de olsa tanıdığı, tanımadığı şeyden ehven gelir insana. Bu yüzden esrarengiz bir Tanrı’nın iradesi yerine insan, Şeytan, Leviathan veya bu gücü ele geçiren Prometheus’un (günahkâr hemcinsinin) iradesine tâbi olmayı, kula kulluğu tercih etti.

Özgürlük arayışıyla başlayan sekülerizmin nihaî sonu kula kulluktu. Kula kulluğun getirdiği tahakküm ilişkisinin ise zalimlik veya mazlumluk dışında seçeneği yoktu; mazlum olmak istemeyen, zalim olmaya mecburdu. Zira insanlar arası ilişkide zulüm ile korku, ikiz kardeştir; zalimler korkak, korkaklar zalim insanlardır. Medine’nin dışında ağaçların altında tek başına uyuyan Hz. Ömer ile Roma elçisinin karşılaşması örneğinde olduğu gibi, ancak adil olan emindir. Eğer insan, Hz. Ömer gibi Allah’tan hakkıyla korkarsa hiç kimseden ve şeyden korkmaz ve zulm etmez. Bazı Müslümanlarda olduğu gibi yanlış korkuyorsa zulme ve şiddete düşebilir. Sekülerizmde olduğu gibi Allah’tan hiç korkmuyorsa kendisinden başlayarak herkese, her şeye zulm eder.

Kur’âncılıktan tekfirciliğe

Batı’da özgürlük arayışının kula kulluğun ve ontik şiddetin sistemleştirildiği deizme dayalı sekülerizmle sonuçlandığını söyledik. Çağdaş İslâm dünyasındaki şiddet de radikal “tevhidî bilinç” söylemiyle kendini gösteren gizli deizmden kaynaklanmaktadır. Modern ulus-devletleri çağının doğurduğu radikalizm=İslamizm, bir ifrattı; ulus-devletlerinin çözülmeye başladığı İslâmcılık sonrası süreçte ifrat ve tefritler daha da arttı. Batı’da teizm denen rubûbiyetin kanalı nübüvvettir; kul, gönderdiği peygamberle ancak Rabbini tanır ve sayar. Dolayısıyla ulûhiyet rubûbiyete, millet şeriata, “tevhid/şirk” ayırımı “iman/küfür” ayırımına bağlıdır. İbni Teymiye gibi âlimlerin yaptığı rubûbiyet tevhidi, Allah’tan başka Firavun gibi sahte rablerin inkârı, yani “rubûbiyet makamı”nın tevhidi demektir; “risâlet” kavramı altında toplanabilecek meleklik, nübüvvet ve velayet gibi “rubûbiyet kanalı”nın değil. Bu açıdan ulûhiyet ile rubûbiyet tevhidi fiilen birbirinden ayrılamaz. Bugün olduğu gibi sözde tevhidî bilinç, ulûhiyet tevhidi diye şefaat, mucizeler, gavsiyet ve rabıta vesilesiyle risâletin inkârı, Müslümanları gizli bir deizme götürmektedir.

Şiddeti besleyen bu gizli deizmin göstergesi, Kur’ân vurgusu, mealcilik ve tekfirciliktir. Sözde tevhidî bilinç adına peygamber ve varisleri âlimler (veliler) gibi dinî otoriteler, rubûbiyet kanallarının, “Kur’ân’a dönüş, Kur’ân’daki din, uydurulan din” gibi sloganlarla kendini gösteren hadis ve sünnetin inkârının adresi deizmdir. Hadisin okunduğu, sünnetin yaşandığı bir toplumda edeb ve barış hâkim olur; buna karşılık tekfircilik ise şiddeti besler. Mesela Mısır’da hadis usûlüne dair bir risale bile yazan Hasan Bennâ’nın 1940’lı yıllarda hadis-sünnet temelli olarak başlattığı İhvan-ı Müslimîn hareketiyle bilahare 1970’li yıllarda Şükrü Mustafa’nın liderliğinde Hicre ve Tekfir grubu adıyla ortaya çıkan tekfirci hareketlerin mukayesesi, bu tespitimizi doğrular.

Sünnetten barışa

Dahası Hz. Ali’nin tavsiyesi, bu tespitimizin bir abartı olmadığını gösterir. İslâm tarihinde siyasî tutumları meşrûlaştırmak için Kur’ân’ın istismarı, Hâricîler ile başlamıştı. Tahkîm olayının bâtıl olduğuna delil olarak Mâide sûresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde geçen “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir... zâlimlerdir... fasıklardır” ifadelerini göstermişlerdir. Hâricî zihniyetin sloganı haline gelen “Lâ hükme illâ lillâh” ifadesi, bu ayetlerden alınmıştır. Hâricî zihniyeti, bağlamından kopuk, lafızcı ve “Her âyetin her durum için bir mesajı olduğu” mantığıyla Kur’ân âyetlerini keyfî yorumlamıştır. Hz. Ali’nin “Bâtılın murad edildiği hak bir kelime” sözü, Kur’ân’ın istismarına karşı tepkinin klasik ifadesi olarak tarihe geçmiştir.

Bu yüzden Hz. Ali, İbni Abbas’ı Hâricîlerle tartışmaya gönderirken “Git onlarla tartış, ama onlara karşı Kur’ân’dan delil getirme, çünkü Kur’ân âyetlerinin, çeşitli yorumlara açık yönleri vardır (zûvucûh), onlara karşı Sünnet’ten delil getir” demiştir. Başka bir rivayette ise İbni Abbas, Hz. Ali’nin bu ifadelerine karşılık, “Ey müminlerin emiri! Ben Allah’ın Kitâbını onlardan daha iyi bilirim, nitekim Kur’ân bizim evlerimize inmiştir” deyince Hz. Ali, “Haklısın, ancak Kur’ân, çeşitli anlamlara gelebilir, sen bir şey söylersin, onlar başka bir şey söylerler. Onlarla sünnetler üzerinden tartış, bu takdirde kaçacak yer bulamazlar” diye cevap vermiştir. Nitekim İbni Abbas, Sünnet’ten delil getirince Hâricîlerin söyleyecek bir sözü kalmamıştır.

Lafzen “barıştırmak” anlamına gelen İslâm’ın mensupları bizlerin evrensel barışın inşası için hadis ve sünnete dönmekten, yeniden hakikî anlamda ehl-i sünnet ve cemaat olmaktan başka çaremiz yoktur.

Prof. Dr. Bedri Gencer


SİYONİZM NASIL DÜNYA HÂKİMİYETİNİ ELE GEÇİRDİYSE, BİZDE AYNI PLAN TAKTİKLER ELE GEÇİRECEĞİZ. “Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, onlardanmış gibi görünürüz, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz. Yakında 4. Döneme giriyoruz. Bu dönemi de aşınca artık Türkiye’yi durduracak bir güç yok. Dördüncü dönemin sonunda zafer İslam’ındır. İZLENEN YOL, Peygamberimizin İslam’ı hâkim kılmak için kullandığı 4 Merhaleleli yöntemle 1-Gizli tebliğ 2-Açıktan Tebliğ 3-Savaşsa Savaş 4-Barış Nasıl ki 1923 yılında Çırağan sarayından yönetilen Osmanlı sona ermiş ve Çankaya’dan yönetilen Cumhuriyet kurulmuştur.2023 vizyonuna uygun olarak Atatürk orman çiftliğine, tamda onların arazisine, onların kalbine kurulan Aksaray’da Çankaya dönemini kapandığı yeni bir dönemin açılmasının sembolüdür.


ONLARIN BİR HESABI VARSA…

DÜNYA NİZAMI “Uyuyan hücreler” uyandırılıp, birleştirilecek

Erbakan Hoca hep derdi ki:


“Bugünü anlamak için tarihe; özellikle İslam tarihine bakın.”


İslam tarihi ise Hz. Adem’ den başlayıp günümüze kadar uzanan ve kıyamete kadar sürecek zamandır. Erbakan hoca dünyayı imtihan yeri olarak görür ve nizamında gece-gündüz olarak tarif eder. Nasıl ki güneş en tepede en güçlü haline geldiyse -işte o an- onun artık zayıflamaya başladığı andır. Ondan sonra gücü azalıp ufukta batar gider. Sonra da dünyaya gece hâkim olur.
İşte gece ve gündüz, hak ile batılı temsil eder. Bizim imtihanımızda dünyayı sırayla bir hak kuşatır, bir batıl...

Arap atasözü der ki:


”Kemaluhu zevaluhu...”

Yani bir işin zirvesi onun sonu demektir. Nasıl ki zulmün en kuvvetli anında bir Musa çıkar Firavunun düzenini yıkar. 


Roma’nın en kuvvetli çağında ise bir İsa çıkar ve Roma’nın düzenin yıkar. İşte kurtarıcılar, peygamberler küfrün zulmün, batılın en şiddetli, en güçlü anında ortaya çıkar ve hakkı hâkim kılar. Hak azı çoğa, zayıfı güçlüye galebe çaldırır. Son olarak da Peygamberimiz böyle bir dönemde ortaya çıkmış ve küfrün zulmün en güçlü anında hakkı hâkim kılmıştır. Peygamberlerin hayatlarına bakıldığı zaman davalarının en geniş halini görmeden vefat ettiklerini görürüz. Peygamberimiz vefat ettiğinde İslam devletini sınırları Mekke ve Medine Şehirlerinden ibaretti.

Günümüzde gecenin dünyayı kuşattığı ve zulüm hat safhada olduğu, oluk gibi Müslüman kanının aktığı bir dönemdeyiz. Yani gecenin aydınlığa döndüğü bir dönem.


MUHYİDDİNİ ARABİ VE ÖNGÖRÜSÜ

Muhyiddini Arabi Endülüs’ten Hicaz’a doğru yola çıkarken Allah’a yalvarmış:
-Yarabbi… Ne olur bana ömrümün sonuna kadar geçecek zahiri ve batını ahvalini göster. Cenabı hak onun bu duasını kabul etmiş. Murakabeye dalan Şeyhül Ekber’e gayp âlemini açmış ve birçok acayibat göstermiş. Hazreti Muhyiddin der ki:
“Kıyamete kadar gelen kutupları isim ve nesepleriyle ifşa edebilirim. Fakat her asrın halkına merhameten gizledim, çünkü aşikâr olan şeye itiraz etmek insanı felakete sürükler.”

O yüzden Arabi gelecek ile ilgili isim vermez, olayları ve isimleri özellikleriyle anlatır. Osmanlı’nın kuruluşunu işaret ettiği gibi yıkılışını ve sonrasını işaret eder.
Benim kitabımı veli olmayanlar okumasın diyen Muhyiddin-i Arabi Fütuhatı Mekkiyesinde derki :
“İslam uzun yıllar hâkimiyetini sürdürecek ve bu en nihayetinde son bulacak, kısa bir fetret devrinden sonra...”

Arabi zirvede iniş alametleri başlayan ve zeval bulması bile 3 asır süren Osmanlı’yı işaret ederek yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla da İslam’ın dünya üzerindeki hâkimiyeti ve bir güç oluşu ortadan kalkmıştı. Yahudiler 1897 ‘de İsviçre’nin Basel şehrinde daha sonra adı Theodore Herltz olacak salonda toplanıp karar aldılar ve Theodore Herltz II. Abdülhamit’e gelip Osmanlı’nın tüm dış borçlarını ödemek karşılığında para Filistin’den toprak parçası istedi. Abdülhamit Han’dan “Kanla alına topraklar ancak kanla verilir” cevabını aldıktan sonra tekrar Basel’e dönüp yeni kararlar alarak 100 yıllık plan yaptılar. İlk 25 yılda İsrail devletinin kurulmasındaki engel olarak gördükleri Abdülhamit Han’ı tahttan indirdiler ve Osmanlı’yı yıktılar. İkinci 25 yılda ise Çanakkale’ye gönderdikleri 40 kişilik katır birliğinin karşılığı olarak İngiltere ve diğer büyük devletlerden İsrail devletinin kurulmasına destek aldılar.100 yılın sonunda ise büyük İsrail’in dünya hâkimiyetinin önündeki engel olan İslam ortadan kaldırılacaktı. Batı ve Siyonistler dünyayı ve İslam âlemini uzun ve kısa vadeli planlarıyla kuşattılar. Osmanlı’dan sonra onların karşısına çıkacak ve planlarını bozacak kimse çıkmadı, çıksa dahi bu hareket ve düşünceler onlar tarafından bertaraf edildi. Onlar devlet veya İslami hareketleri çeşitli yöntemlerle işlevsiz hale getirmeyi iyi şekilde başardılar. Bu bölerek, parçalayarak içeriye adam sokarak, adam satın alarak, ikbal vaat ederek, kişisel zaaflardan faydalanılarak… Vs. gerçekleşir ki bu liste uzar gider

BUZDAĞI; ERBAKAN VE ERDOĞAN (“Fetret Devri”)

Osmanlıyı yıkmış olan batı ve Siyonistler, Türkiye’de oluşan uyanış hareketine, ”Yeniden Büyük Türkiye” ve “İslam Birliği” den bahseden Erbakan Hoca’ya müsaade edemezlerdi. O zaman gördükleri tablo şu şekildeydi:

Erbakan Hoca, Kafası çalışan, yüksek idealleri olan, etrafına da zeki insanları toplayıp oyuna dahil eden, bakan, belediye başkanı, milletvekili yapan ama son merhalede kendi koltuğunu terk etmek istemeyen bir lider.

Erdoğan’a gelince, genç, hırslı hatta ihtiraslı, lider vasıflara sahip, bir yerlere gelmek isteyen, Hoca’nın yöntemleriyle iktidara gelinse dahi muktedir olunamayacağını, sistemle daha entegre çalışılması gerektiğini anlayan bir konuma gelmişti veya getirilmişti.

Refahın 94 çeçim zaferinden sonra Banu Avar yurtdışından konuyla ilgili program yapmak için arayan ajanslara yardımcı olduğunu belirtip Erbakan ile bağlantı kuracağını belirtse de, tüm ajanslar Gül ve Erdoğan ile röportaj yapmak istediklerini belirtiyordu. Bizlerde daha Erbakan başımızda iken Erdoğan’ın yaptığı konferanslarda “Başbakan Erdoğan” diye bağırıyorduk. Fakat salonlarda bu sloganları kim attırıyordu, Erdoğan’ı ve tabanı bu yönde kim harekete geçiyordu bilmiyorduk. Siyonistler Erdoğan üzerine oyun oynama başlamıştı. Erdoğan hep hoca’nın veliahttı olarak görülüyordu. Hangi lider partisinde kendisine rakip ister ki, Aslında ayrılığın kıvılcımları burada başlamıştı ve Erbakan Erdoğan’ın İstanbul Belediye başkanlığı adaylığını veto etmiş yerine başka isim önermişti. Çünkü İstanbul’u yöneten Türkiye’yi de yönetirdi. Ancak İstanbul teşkilatı isyan etmiş ve Erbakan hoca mecburen Erdoğan’ı aday yapmak zorunda kalmıştı. Bu arada Refahyol hükümeti kurulmuştu. Bu kadar güçlü dindar bir iktidar menfaatlerine tersti.1 yıl bile iktidarda tutmadılar. Ecevit haykırıyordu: ”Bunların partisini kapatmak yetmez, bunları bölmek lazım” diye. Bu arada Erdoğan hapse girmiş ve parti çalışmalarına başlayarak aynı zamanda da bölünmenin fitilini ateşlemişti. O zamanlar çok duyumlar alıyorduk, Erdoğan’ı bu bölünme işinden vazgeçirmek çok kişiler araya girmişti. Hatırlı kişiler, âlimler, hatta Kâbe imamının dahi gelip dil döktüğünü duymuştuk. Fakat hiçbirisi fayda etmemişti, bölünmeyle beraber zamanla Erdoğan’ın önü açılmaya başlamıştı. Aynı Milli Selamet Partisinden aday olan, sonradan ise partiyi bölüp ANAP’ı kuran Özal’ın önün açılması gibi. Erdoğan, Bop eş başkanı olmuştu, AB ‘de hızlı ilerlemeler sağlanıyor. Koç’la Aydın Doğan’la açılışlar yapıyor. Tüsiad’la arası da çok iyiydi. O dönem başörtüsü sorulduğunda ,”Şuan gündemimizde değil”, diyor. Başka bir açıklamasında “AK parti din eksenli bir parti değildir” diyordu. Zinayı serbest bırakıyor, domuz etini kasaplık hayvan statüsüne sokuyor. Hatta ABD askerine ülkelerine sağ salim dönmesi için dua ediyordu. Irak savaşında ABD’nin karadan cephe açması için meclisten fezleke geçirmeye kalktıysa da Erbakan hocanın Milli Görüşçü milletvekillerine yaptığı markaj neticesinde fezlekenin geçmesi engellenmişti, Millî Görüşçü milletvekilleri de bir dahaki seçimlerde aday göstermeyerek bunun bedelini ödetmiştir. Şimdi kiminiz diyecek ki:
“Evet doğru söylüyorsun Erdoğan tam olarak bu”
Kiminizde : “Erdoğan şimdi öyle değil” diyecek. Bugün ne olursa olsun o dönem Erdoğan öyleydi.
Buzdağının görünen kısmına bakıldığında görünen bu. Erbakan Hoca Erdoğan ile ne için danışıklı dövüş yapacaktı bunları yapması için mi? Ve “Danışıklı Dövüş” söylemi ilk dönem Ak parti icraatlarından rahatsız olan tabanı bir arada tutmaktan öte geçemiyordu.
Bakıldığında görünen tablo bu, konuyu detaylı açmak üzere şimdilik parantezi kapatıyorum.


KURTARICI

Muhyidini Arabi ‘nin ön görüsüne devam edelim:
“ İslam uzun yıllar hâkimiyetini koruyacak, en nihayetinde bu hâkimiyet son bulacak ve kısa bir fetret devrinden sonra, Dini necm eden kurtarıcı Konya’dan çıkacak. O’nun nişanı 28 defa ihrama girmiş olmasıdır. O’nun ömrü.”

İşaretler Konya’dan siyasi hayatına başlayan ve 28 kez ihrama giren Necm-üd-din yani dinin yıldızı Erbakan Hoca’ya işaret etmektedir. Kalp gözü açık Allah dostları da bu hali anlar, Mesela rahip Bahura Peygamberimize bu görev verilmezden önce ondaki hali anlamış ve son Peygamber olacağını hissetmiştir. Artık yeni Peygamber gelmeyecek olsa da bu durum İslam âlemini kurtaracak liderlerin gelmemesi olarak düşünülmemelidir, işte hal böyleyken, Erbakan Hoca’daki hali, II. Abdülhamid’in 1960’ta 120 yaşında vefat eden hocası Ali Haydar Efendi’de hissetmiştir. Mehmet Zahit Kotku Hz.leri sık sık Ali Haydar Efendiyi ziyaret etmektedir. Bir gün ziyaretine giderken üniversite talebesi olan Erbakan’ı da yanına alıp götürmüştür. Kapıdan içeri grup halinde girince Ali haydar efendi o yaşlı haliyle yatağından doğrulur, kalabalığın içinden Erbakan’ı çağırarak “gel bakayım evladım” deyip başını okşayıp sırtını sıvazlar ve: ”Çok büyük adam olacaksın, çok sıkıntılar çekeceksin, çok çileler çekeceksin, yılma mücadelene devam et, sonunda başaracaksın” der.

Hoca, bu yolda durmadan çalışıyor ve sembollere değer veren batı ve Siyonistlere anladıkları dilden cevap veriyordu.

Milli Nizam Partisi’ni kurduğunda Erbakan Hoca:

“Milletimiz için en önemli liderlerden birisi Malazgirt'te Müslümanlara Anadolu'nun kapısın açan Sultan Alparslan'dır. Madem bu partiyi kurduk. İlk üyesi de Malazgirt'ten bir mümin kardeşimiz olacak” demiş ve Anadolu’ya İslam’ı hâkim kılan Malazgirt zaferinden 1000 yıl sonra aynı yerde emekli bir imamı ilk üye olarak kaydetmiştir. Tam da İslam’ı ortadan kaldırma planlarının devrede olduğu dönemde, biz buradayız ve varız diyordu. İslam hâkimiyeti bu topraklarda yeniden doğuyor mesajını veriyordu.
İsviçre’nin Basel şehrinde Osmanlının yıkılma ve İslam’ın ortadan kaldırılma kararının alındığı Theodore Herltz salonunda ise tam bir asır sonra 1994 yılında Erbakan Hoca Siyonistlere meydan okuyarak şöyle haykırmaktadır ki bu çok büyük bir mana ifade etmektedir:

“Kudret ve kuvvet sahibi cenabı Allah’tır ve burada alınan kararlar yürümedi. Şu salonda 100 sene evvel alınan karardan sonra,100 sene sonra bu salonun alnına(duvardaki bayrağı göstererek) Kelime-i Tevhit bayrağını çekmiş olduk”...

Siyonistler mesajı gayet net aldıkları için İktidara gelen Erbakan Hoca’yı ancak yarım dönem iktidarda tuttular ve 28 Şubat darbesiyle devrildikten sonra Ariel Şaron şöyle diyordu:

''Erbakan yarım dönem iktidarda kaldı biz planlarımızı 10 yıl erteledik... Eğer bir dönem
iktidarda kalsaydı biz planlarımızı tamamen unutmak zorunda kalacaktık''

Hoca devrilmişti, partisi tek haneli rakamlara düşmüştü, peki İslam âlemini kurutacaktı?

Erbakan hoca’nın son zamanlarında talebesi sorar:
“Hocam bu iş bitti mi? Başaramadık mı?”
Erbakan Hoca: Hayır evlat, plan tıkır tıkır işliyor. Biz toplumsal dönüşümün sağlanması için 4 bölümden oluşan 10’ar yıllık plan yaptık. Yakında 4. Döneme giriyoruz. Bu dönemi de aşınca artık Türkiye’yi durduracak bir güç yok. Dördüncü dönemin sonunda zafer İslam’ındır. Zafer Milli Görüş’ündür.
Erbakan Hoca’nın burada izlediği yol, Peygamberimizin İslam’ı hâkim kılmak için kullandığı 4 merhaleleli yöntemle aynıdır:


1-Gizli tebliğ
2-Açıktan Tebliğ
3-Savaşsa Savaş
4-Barış


Peki neden 40 yıl ?

Yahudiler savaşmakta için korkaklık gösterince, Allah onlara yollarını kaybettirdi ve 40 yıl Sina çölünde gezdirdi. Bu da o korkak, küstah ve ödlek neslin ölmesi, yerine çöl atmosferinde üstünlük, onur ve cesaret ruhuyla büyüyen, kafirlerle savaşan ve Allah’ın vereceği zaferi hak eden yeni bir neslin yetişmesi için yeterli bir süreydi.

Erbakan hoca Hakkın hâkimiyeti, baskı darbe ve silahla olmaz diyordu. Halk isteyecek ancak o zaman başarılı olunur. Zaman içinde İslami yaşam tarzı tabana yayılmış ayrıca batı kölesi, biz bir şey yapamayız, bizden adam olmaz diyen, özgüveni olmayan, yenilmişlik psikolojisiyle yetişen nesillerin yerine yenilgi yüzü tatmamış nesiller gelmeye başlamıştı. Mesela şuan Türkiye tank yapacağım deyince normal karşılansa da Erbakan Hoca 80 li yıllarda mecliste 100bin motor üreten fabrika kuracağım dediği zaman diğer partiler gülüyordu...

Şimdi ise dönemleri inceleyelim:

1.Dönem 1983-1993 Gizli Tebliğ

İnsanların inancına karışmayan iktidar dönemi, yani Özal dönemi. Özal’ın 163. ve 164. maddeleri kaldırmasıyla insanlar artık güvenle bir araya gelip dini sohbetler yapmaya başladı ve İslami cemaatler rahat çalışma imkanı buldu. Cemaatlerin önün açılmasıyla toplumda İslami bilincin artmasını sağlandı.

2.Dönem 1993-2002 Açıktan Tebliğ

Peygamberimiz açıktan tebliğ yapınca, zorluklarla karşılaştı, egemenler düzenlerinin bozulmasını istemedi. Netice olarak Müslümanlar hicret etmek zorunda kaldı. Mallarına el koyuldu. Ticaretleri engellendi.
Bu dönemde Refah Partisi belediyeleri aldı. İktidara geldi. Hakkı savunan sert söylemler ile varlığını gösterdi. Bizde varız dedi.28 Şubat darbesi ile görevden uzaklaştırıldı. Nuray Canan Bezirgân copla çocuğunu düşürdü. Medine Bircan başörtülü diye hastaneye kabul edilmedi ve hayatını kaybetti. Baskılar sonucu öğrenciler okulu bıraktı kimisi yurt dışına hicret etti. Dindarların ticaretine ambargo koydu. Yeşil sermeye ismi koyulup baskı altına alındı. Çıkarabilenler sermayesini yurtdışına götürdü. Kombassan, Yimpaş...

3.Dönem 2002-2013 Savaşsa Savaş

Peygamberimiz döneminde Uhut ,Bedir ve Hendek savaşları yapıldı.
Gücü ele alma, masaya vurma dönemi. Bu dönemde ise askeri darbe planları deşifre edilip teşebbüs etmeye kalkanlar ekarte edildi, sindirildi. Ordu darbeye teşebbüs edemeyecek hale getirildi. Yani rejimi korumak adı altında siyasete dizayn verme durumundan çıkarılıp asli haline vatan bekçiliğine getirildi. Askeriye aslına döndükten sonra devleti kanser gibi saran paralel yapıya operasyon başladı. Devletin karşısına kim çıkarsa ezildi. Dünya arenasında ise batı ve Siyonistlerden bağımsız politikalar geliştirildi, Türkiye’ye karşı yapılan hamlelere hamlelerle karşılık verildi. Milli duruş sergilendi.

4.Dönem 2013-2023 Barış

Peygamberimiz döneminde Mekke anlaşması yapıldı.

Terörün kaynağını oluşturan sebeplerden Faili meçhuller ve OHAL ortadan kaldırıldı, verilmeyen hakları verilerek barış süreci yürütülmeye çalışıldı.Türkiye bu sorununu çözdüğü vakit artık oyalanacağı ve enerjisini harcayacağı bir konu olmayacağı için önünün kesilemeyeceğini bildiklerinden dolayı, PKK’ya süreci bitirtirdiler.

Şimdiki süreç ise son 30 yılın en etkin terörle mücadelesiyle: ya silah bırakacaklar ya da yok olacaklar. Ve barış mutlaka gelecek.

 BUZDAĞININ GÖRÜNMEYEN YÜZÜ
Muhyiddini Arabi :

“İslam uzun yıllar hâkimiyetini koruyacak, en nihayetinde bu hâkimiyet son bulacak ve kısa bir fetret devrinden sonra, Dini necm eden kurtarıcı Konya’dan çıkacak. O’nun nişanı 28 defa ihrama girmiş olmasıdır. O’nun ömrü İslam’ı hâkim kılmaya yetmeyecek. Diktatörler devrilirken vefat edecek.O vefat ettikten sonra kısa bir fetret devresinden sonra o’nun talebelerinden biri çıkacak ve İslam’ı hakim kılacak.”

Erbakan hoca davasının zaferini göremeden diktatörler, Saddam, Kaddafi, hüsnü mübarek. Devrildiği dönemde vefat etti.

80’li yılarda Hoca şöyle diyordu:
“Siyonizm nasıl dünya hâkimiyetini ele geçirdiyse, bizde aynı plan taktikler ele geçireceğiz”
Erbakan Hoca Siyasi yasaklı olduğu dönemde Edremit’te bize İbrahim Suresi’nin 46 . ayeti tefsir etmişti.
“Gerçekten onlar, (İslam’a karşı) hile ve tuzaklarını kurdular. Allah katında da onlara hilelerine karşı azap var; isterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak olsun.) “

Yahudilerin hileleri dağlar kadar olsa da Allah’ın izniyle onların bu hilelerini boşa çıkacak dedi. Yukarıda “BUZDAĞI” bölümünde anlattığım zaaflar çekişmeler hep yemdi, oyunun parçasıydı ve onlar bunların üstüne oynarken Erbakan Hoca onların oyunlarının içine oyun koydu. Her şey danışıklı Dövüştü ve bu sadece Erdoğan ile sınırlı değildi. Özal’da bunun bir parçasıydı. Özal 77 ‘de MSP den Milletvekili adayı oldu seçilemedi, o’da görünürde partiyi böldü ve partide kafası çalışan ne kadar insan varsa götürdü. Bunun karşılığını önün açılmasıyla aldı. Türkiye’ye o dönem için atılım yaptırdı. Yaptığı en önemli icraat ise 163. ve 164. Maddeyi kaldırarak İnanlara rahat yaşama ortamı oluşturmasıydı ve bu toplumsal dönüşümün ilk hamlesiydi. Erbakan Hoca ise o’na da etkin muhalefet yaptı. Kimse onunda oyunun bir parçası olduğunun farkına varmadı.

İnsanlar danışıklı dövüşe tam manasıyla inanamadılar. Biz içindeyken bu numarayı yediysek, dışardakiler hayli hayli yemiştir. Talebesi Erdoğan Hz Musa’nın, Hz Yusuf’un saraya girmesi gibi girdi, yalnız başına statü koçuların, egemenlerin, Türkiye ye yön verenlerin yanına, onlar gibi oldu, onlardanmış gibi göründü, Milli Görüş Gömleğimi çıkardım dedi, onlar da kendi elleriyle onu daha da büyüttüler. Erdoğan Muhsin Yazıcıoğlu’na: “Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, onlardanmış gibi görünürüz, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz.Demiş ama Yazıcıoğlu kabul etmemişti. Erdoğan’ın ayrılmasından sonra, Erbakan Hoca da adeta kimseye söz hakkı vermemecesine Erdoğan’ı eleştirerek adeta koruması altına aldı. Erbakan hoca 2007 ‘deki miting de o gün için anlam veremediğimiz: “Fatih’in torunları Çağlayanda, Bizans’ın çocukları Kazlı Çeşme’de”, sözünü söyledi, tam da ilk dönem, Ak parti icraatlarından rahatsız olan Ak parti tabanın, tekrar Saadet’e geri dönüşlerinin başladığı sırada. İşte o zaman çok tepki aldı Hoca, Ak partiden rahatsız olsalar dahi, hocaya inat gidip tekrar ak partiye oy verdiler. Daha sonra Numan Kurtulmuş “fark var” sloganıyla yola çıktı. Saadet’in etkin muhalefet ile oy alacağı ilk yer olan ak Parti’den oy kopararak, partiyi %5 seviyelerine getirdi. Saadetin bir sonraki seçim tahmini ise %8-10 bandıyken, Dışarıdan bakıldığın koltuk kavgası gibi görünen bir operasyonla Kurtulmuş devrildi ve hoca “partimize kavuştuk elhamdülillah” dedi. Tam da yeni bir çıkış yakalamışken. ve Saadet partisinde tekrar %1-2 lere geri geldi yükseliş durdu ve ak parti güvenle yoluna devam etti. Ama hesap başkaydı hoca Ak parti tek başına iktidarda devam etsin diye gelecek oyları bloke ediyordu. Yapılana söylenene değil neticeye bakmak lazım ve yapılan tüm hamleler ak Parti’ye yarıyor. Mesela Erdoğan bugün Suriye ve Irak’a Türkiye üstünden karadan sıcak cephe açılmasına hep karşı çıktı. Ama iktidarının ilk yıllarında ABD’nin ırak operasyonu için sınırlarımızı açan fezlekeyi geçirmeye çalıştı. O’da istemiyordu ama istiyormuş gibi görünmesi gerekiyordu ki, kendisine yol verenlerin güvenini kaybetmesin. İşte burada hoca tekrar devreye girip Milli Görüş’ten gelen milletvekillerine bastırarak, fezlekeyi geçittirmiyor. Erdoğan kızıyor, milletvekillerini bir daha aday yapmıyor. Sonuç olarak hem onların dediği olmuyor hem de Erdoğan güven kaybı yaşamıyor ve oyun devam ediyor. Hoca 96 seçim zaferinden sonra şöyle diyordu:” Milli Görüşün gerçek oyu %1 dir. Şimdi gelen %20 lik oy ise bu %1 in rüzgârına kapılıp gelenlerdir. Milli Görüş tekrar %1 olduğu zaman, zafer gelecektir.” Diyerek bu günleri işaret ediyordu. Artık zafer yakın... Çünkü çok kötü oyuna geldiler bunu hiç beklemiyorlardı. Erdoğan “One minute” dediğinde oyuna uyandılar ama geç oldu, Şuan Erdoğan ve ak parti hedefte var tüm güçleriyle devirmeye çalışılıyorlar.

Erdoğan birçok suikast atlattı. Akparti ile mücadele için ise tüm zıt kutuplar bir araya getirilerek ortak cephe oluşturuldu. CHP, MHP, HDP bir arada. Hiçbirisi birbirine tek kelime dahi eleştiride bulunmuyor. Milliyetçi Bahçeli terör ve çözüm süreciyle ilgi Ak partiyi ihanetle suçlasa dahi Hdp’ye tek kelime etmiyor

Aksaray’da bu yüzden hedefte çünkü orası da bir sembol...

milletine yüzlerce okul, üniversite, hastane, sağlık tesisi, fabrika, baraj; onlarca havaalanı, liman; yarım milyon konut; on binlerce km bölünmüş yol, raylı sistem; denizin altından Marmaray’ı, Milli silahları, Dünyanın en büyük havaalanı ve köprüsünü Tüm bunları yapan Güçlü Türkiye'yi, Yeni Türkiye’yi temsil eden bir sembol.

Nasıl ki 1923 yılında Çırağan sarayından yönetilen Osmanlı sona ermiş ve Çankaya’dan yönetilen Cumhuriyet kurulmuştur.2023 vizyonuna uygun olarak Atatürk orman çiftliğine, tamda onların arazisine, onların kalbine kurulan Aksaray’da Çankaya dönemini kapandığı yeni bir dönemin açılmasının sembolüdür.
Ama onlar ne kadar uğraşsa da göklerden gelen bir karar vardır. Erbakan hocanın dediği gibi gecenizi gündüzünüze katıp bu dava için çalışsanız da, yan gelip yatsanız da, o vakit geldiği zaman
Allah nurunu tamamlayacaktır. Bütün mesele sen bu imtihanın neresindesin.



Yakın olan fethi müjdele


Bismillahirrahmanirrahim


İNNA FETAHNA LEKE FETHAN MÜBİNA / Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik
Zafer yakındır, Zafer İslam’ındır.

Eğer Allah size yardım ederse, size galip (üstün) gelecek yoktur…
(Al-i İmran 160)

Selami Haktan