4 Ocak 2016 Pazartesi

CİHANGİR TÜRKLERİNİN ve HDPKK STRATEJİSİ : Cihangir Türkleri Erdoğan ve Davutoğlu liderliği ile devlet kıvrak bir tepki verdi. Amerika ile anlaştı. Hem DAEŞ’e hem de PKK’ya aynı anda vurmaya başladı. Bütün oyun değişti. PKK akılsızca çok sayıda eylem yapmaya başladı. PKK eylem yaptıkça Cihangir Türklerinin HDP kurgusu dağıldı. Türkiye partisi iddiası eridi, yerine PKK’nın siyasetteki temsilcisi algısı yükseldi. Bu pozisyonu savunmak zordu. Cephe dağılmaya başlamıştı.



PKK BEYAZ TÜRKLERİN VE EMPERYALİZMİN MÜHENDİSLİK PROJESİDİR .

PKK’nın bir Kürt hareketi değil, Beyaz Türklerin ve emperyalizmin bir mühendislik projesidir.

“PKK bir Kürt hareketi değil, Haçlı ittifakının bölgedeki öncü gücüdür” diyen Değirmenci, terör örgütünün PR destekçisi olan medyanın da maskesini düşürdü. Değirmenci yazısında, “PKK bir halk hareketi değil, Beyaz Türklerin ve emperyalizmin bir mühendislik projesidir.

 Projeye PR desteği veren de 12 Eylül / 28 Şubat medyası ile Neo-Con ve paralel medyadır. PKK’nın kanlı ve kirli eylemlerini meşrulaştırmak için kurulan ittifakın derinliği bile örgütün Kürtlere değil statükoya ve Baronlara hizmet ettiğini gözler önüne sermeye yetiyor”



Bölge halkı da çok iyi biliyor; PKK öldürmeden var olamaz, HDP sırtını PKK’ya dayamadan oy alamaz. Peki iddia edildiği gibi PKK Kürtlerin tek temsilcisi mi? Yoksa PKK Kürtlerin tek zulmedicisi mi?

Evet bu topraklarda Kürtler ötekileştirilmiştir. Zulme uğramışlardır. Hakları ellerinden alınmıştır. Asimile edilmişlerdir. Tüm bunlar eski Türkiye’nin günahıdır. Başlayan normalleşme süreci ile siyaset geçmişiyle yüzleşmiş, devlet özeleştiri yapmıştır. Ancak PKK aksine her fırsatta geçmişe duyduğu özlemle yeni provokasyonlara girişmiş, statükosunu kaybetmemek için kan dökmeye devam etmiştir. Üstelik “En iyi Kürt ölü Kürttür” gibi faşist söylemleri geliştiren ve eyleme dönüştüren derin Türk soluyla birlikte hareket ederek Kürtlerin değil beyaz Türklerin truva atı olduğunu belgelemiştir. Emperyal devletlerle kol kola girerek de kapitalizme hizmet etmiştir. Devrim maskesine gizlenerek emperyalist projelerde figüran rolünü üstlenmiştir.

Yani PKK Kürtlerin değil kalelerini tek tek kaybeden beyaz Türklerin ve Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışan emperyal devletlerin maşasıdır. PKK bir Kürt hareketi değil, Haçlı ittifakının bölgedeki öncü gücüdür.

PKK, Kürt hareketi olsa; “Okul Boykot” çağrısı yapmaz, çocukların geleceğini karanlığa gömmeye çalışmaz, gençlerimizi cehaletin esaretine davet etmez.

Kürt olsa; Kürt çocuklarını 12 yaşında bali, 13′de taş, 15′de molotof, 16′da silah ile tanıştırmaz. Çocukların beyinlerini uyuşturup bedenlerini ele geçirmez. Dağa kaçırmaz, ölüme yollamaz.

Kürt olsa; Bölgeye yatırım için gelen işadamlarını haraca bağlamaz, iş makinelerini yakmaz, barajları hedef almaz.

Kürt olsa; Zaten büyük bir sıkıntı içerisinde olan esnafı kepek kapatmaya zorlamaz, vergi adı altında haraç almaz.

Kürt olsa; Elif Şimşek (8), Fırat Sımpil (13), Yasin Börü (16) öldürmez, Kürt halkına hizmet eden ve Kürt olan sağlık görevlilerini katletmez, ambulans şoförünü vurmaz.

Kürt olsa; Kürt sokaklarını yakmaz, bölgenin huzuru için görev yapan güvenlik görevlilerini hedef almaz. Herkesten daha fazla Kürt öldürmez.

Kürt olsa; Kürtlere en büyük zulmü yapan Suriye ve İran rejimi ile iş tutmaz, emperyalistlerle iş birliği yapıp bölge halkına ihanet etmez.

Kürt olsa; Kuzey Irak’tan Türkiye’ye akışı sağlanan petrolden rahatsız olmaz, Kürtlerin en önemli gelir kaynağını durdurmaya çalışmaz.

Kürt olsa; Kürtlerin nefes almasını sağlayan Çözüm Sürecini vurmaz, kazanılan hakların heba olması için mücadele etmez. Vahşi yöntem ve cinayetleri ile Kürtlerin çözüm bekleyen sorunlarını çözümsüz hale getirmez.

Kürt olsa; Farklı düşünen muhalif Kürtlere ölümü, şiddeti reddedenlere baskıyı reva görmez, halkı vesayeti altına almaya kalkmaz. Beyaz olmayanlara tepeden bakmaz. Sandığı ve siyaseti kuşatmaya çalışmaz, Kürtlerin iradesini ipotek altına almaya kalkmaz.

Kürt olsa; Derin Türk solu ile birlikte hareket etmez, dün JİTEM’in yaptıklarını bugün bölgede kendi şehir yapılanması ile hayata geçirmez.

Kürt olsa; Öz yönetim yalanıyla Kürtler ile Türkleri, halk ile devleti karşı karşıya getirmeye çalışmaz.

Kürt olsa; Herkesin barış dediği bir süreçte “devrimci halk savaşı” başlatmaz, “Artık Yeter-Edi Bese” diyen Diyarbakır annelerinin göz yaşlarını silmek yerine yeni acılara kapı aralamaz.

Kürt olsa; Kürtlerle ilgili ne kadar iyileştirme ve kazanım varsa hepsinin altında imzası olan Cumhurbaşkanını hedef almaz, sorunun çözümü için somut adımlar atan siyasi hareketi karşısına almaz.

Kürt olsa; Örgüt içinde şiddete karşı çıkan Kürtleri infaz etmez, soğuk savaş döneminin mücadele biçimini reddedenleri barbarca öldürmez.

Bunlar ilk aklıma gelenler. Demem o ki; eylem ve söylemleri de gösteriyor ki, PKK bir halk hareketi değil, Beyaz Türklerin ve emperyalizmin bir mühendislik projesidir. Projeye PR desteği veren de 12 Eylül / 28 Şubat medyası ile Neo-Con ve paralel medyadır. PKK’nın kanlı ve kirli eylemlerini meşrulaştırmak için kurulan ittifakın derinliği bile örgütün Kürtlere değil statükoya ve Baronlara hizmet ettiğini gözler önüne sermeye yetiyor.

El birliği ile Yeniden Büyük Türkiye yolculuğunu sona erdirmek isteyenlere inat, yürüyüş sürecek, umutlar sönmeyecek, kaybeden bu kirli ittifak olacak. Millet; vesayet arayışını Gezi kalkışmasında, 17 Aralık darbe girişiminde, MİT Tırlarına yapılan operasyonlarda yerle bir etti. Bugün de iradesine sahip çıkarak hain planları bozacak, Yeni Türkiye’nin inşasına omuz verecektir.

Aslan Değirmenci,


CİHANGİR TÜRKLERİ HDPKK  ve YANDAŞLARI  Şimdi zor durumdalar. Ama vazgeçmiyorlar. Bu halden çıkış için iki strateji üretmeye çalışıyorlar. İlk olarak, “çözüm sürecini bozan Erdoğan”, “Erdoğan seçim kazanmak için savaş başlattı” söylemlerini ürettiler.
Halk desteği alabilmek adına devlet kurma söylemi
Kürtlerin ayaklanacağı beklentisi gerçekleşmeyen ve zor durumda kalan PKK, son kozu olarak Kürtlerin duygusallığına hitap eden “Kürt devleti söylemini” sahaya sürdü. Eğer Kürtlere devlet kurmanın yakın olduğuna inandırırlarsa, hendek siyasetine destek vereceğini düşünüyorlar.
Kürt devleti söyleminin duygusal karşılığı
Kürt devleti kurma hayali ayrılıkçı Kürtler için Kızılelma. Duygusal bir karşılığı var. Tüm etnik toplulukların devleti olduğu ama Kürtlerin olmadığı tezi, Kürtlerin bir kısmında güçlü bir karşılık bulabiliyor. PKK bu duygusal hale hitap etmeye çalışıyor. Bu sebeple de PKK “hak arama” söyleminden, özerk yönetim ve devlet söylemine geçmeye başladı.
Kürt devleti söyleminin dayanakları kanton deneyiminden geliyor
PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’nin Kuzey Suriye’de bir takım imkanlar bulduğu gerçek. Hem ABD’nin hem Rusya’nı hem de İran’ın geçici desteğini almış görünüyorlar.
DAEŞ’e karşı savaşmalarının rasyonalitesini o bölgede toprak kontrolü sağlayıp, egemenlik alanları oluşturmak üzerine kurmuşlar. Bu konjonktürde kurulan ittifakların ve elde edilen imkanların kalıcı olduğunu düşünüyorlar. İşte PKK’nın “Kürt devleti kurmanın eşiğindeyiz” iddiası bu pratik durumdan geliyor.
Süper güçlere dayanarak Türkiye ile savaşma
PKK süper güçlere dayanarak Türkiye ile aktif bir çatışmanın içine girmeyi göze aldı. Kuzey Suriye pratiğinde oluşan bu pratik hali o kadar çok önemsemiş ve yatırım yapmış durumdalar ki, Türkiye gerçekliğini dikkate almaz görünüyorlar.
Türkiye’nin kendi gerçeklerinde haklı temelleri, gerçek bir sosyolojik ve  psikolojik karşılığı olmayan çatışma halini kendi lehlerine seyredecek şekilde üretebileceklerini düşündüler. Sonuçta başaramadıklarını gördükçe de şaşkınlık içindeler ve Kürtleri suçluyorlar.

HDPKK neden çözüme eşlik etmedi?


Çözüm süreci bitmedi sadece yeni bir aşamaya girdik. Sonuçta Kürt sorunu dediğimiz şey son noktada siyaset yoluyla çözülebilir bir sorun. PKK/ HDP çizgisi çözüm sürecini, “güç devşirme” ve devletin yerine geçecek şekilde, gündelik hayatı kontrol etmeye çalışarak, “alan hakimiyeti” için kullandı. Bu iki siyaset de çözüm sürecinin özüne mutlak aykırıydı.

PKK, yeterince güç topladığını ve şehirlerde alan hakimiyeti sağladıklarını düşündükleri için bir yandan da “tehdit politikaları” oluşturmaya başladı. Türkiye’yi şehirlerde ayaklanma çıkarmak, halkı silahlı bir şekilde topyekûn sokağa dökmekle tehdit etti. Ellerinin güçlü olduğunu, şiddet kartı ile istediklerini alabileceklerini düşündüler.

Rojova- Kobani eksenlerinde egemenlik kurmaları, DAEŞ karşıtlığı sayesinde sağlanan Amerikan müttefikliği ile de kendilerini daha da güçlü hissettiler. En son HDP’nin seçim başarısı ile özgüvenleri tavana vurdu. Bu havayla da yeniden silahlı eylemlere başladılar.

PKK Rojova’nın benzerini Türkiye’de istiyor

PKK 30 yıldır savaşma alışkanlığına sahip. Silahlı çatışmalara ara verebilme yeteneği ve deneyimine sahip olmakla birlikte, silahlı çatışmayı sona erdirebilme yeteneğine sahip değil. Çünkü çözüm süreci başarıldığında, örgütteki pozisyonlar ve güç dengelerinin değişmesi gerekecek. Ateşkes döneminde pozisyon veya güç dengesi nadiren değişir. Ama barış yapılırsa hem kurumsal yapı hem de kişilerin pozisyonu değişmek zorunda. PKK liderliği bunu istemiyor. İstedikleri şu: Dağdaki kurumsal yapı ve örgütteki kişisel pozisyonlarının, Türkiye içinde tanımlanmış bir toprak parçasına olduğu gibi taşınması. Özellikle Rojova deneyimi sonrası, Rojova’nın benzerini Türkiye’de kurma talepleri oluştu. Bu talep oldukça maksimalist ve devlet tarafından kabulü imkansız. Bu şekilde bir talep düzeyi, çözümü imkansız kılmak demektir.

PKK’nın devrimci solculuk ideolojisi çözümü engelledi

PKK’nın çözüm sürecine eşlik edememesinin ikinci sebebi, lider kadrolarının Kürtlüğü kadar, belki de ondan fazla devrimci sol refleksleri. Etnik taleplere bağlı bir sorun çözülme potansiyellerine zor da olsa sahiptir. Fakat devrimci Marksist taleplerin iktidarları devirmeden bir dur noktası pek yoktur. Bugünkü PKK liderleri hedeflerine AK Parti’nin iktidardan uzaklaştırılması, hatta sol bir devrimle devlet düzeninin değişmesini de eklemiş durumdalar. Bu Marksist aşırı sol talepler, Kürt sorununun çözümünü zorlaştıran önemli nedenlerden biri haline geldi.

PKK’nın DAEŞ ile mücadele üzerinden kimliğini tanımlama çabası

PKK, DAEŞ ile sahada savaşmayı büyük bir siyasal fırsat olarak gördü. Amerika ve Avrupa’nın DAEŞ mücadelesinin aracı olarak meşruiyet kazanmaya çalıştı. Amerikalıların sahadaki partneri olmanın getirdiği avantajlar üzerine siyaset kurmaya başladı. DAEŞ karşıtlığını nerdeyse kendi kimliğini kurmanın yeni bir aracı haline geldi. DAEŞ ile karşıtlığı siyasal bir mücadele dışında ideolojik bir mücadele formatına dönüştürüp, İslamcılık karşıtı bir pozisyon inşa etmeye başladı. Sonrasında da DAEŞ ile AK Parti arasında ilişki var “siyasal yalanını” sistematik bir şekilde yayarak, DAEŞ üzerinden bir taşla birden fazla kuş vurmaya çalıştı. PKK’nın DAEŞ siyaseti bugüne kadar iyi işler gibi göründü.

Türkiye devletinin yeni siyaseti

Devlet elitinin zihninde çözüm süreci ile ilgili kırılma 6-7 Ekim Olayları ile gerçekleşti. Bu olay sonrası, PKK-KCK-HDP çizgisinin çözüm sürecini güç devşirme ve şehirlere hakim olma için kullandığı kanaati için son nokta oldu. Devlet yeni siyaset arayışlarının ip uçlarını vermeye başlamıştı. Suruç olayı dönüm noktası oldu. Devlet Amerikalılarla anlaşarak, hem DAEŞ hem de PKK’yı bombalaması ile PKK’nın tüm kurgusunu bozmuş oldu.

Yeniden zor bir döneme girdik. Şiddeti siyasal bir araç olarak görenler, şiddeti gündelik hayatımıza yaymaya çalışarak istediklerini elde etmeye çalışacaklar. STAR’ın önüne konulan bomba da bu halin örneklerinden biri. Geçmiş olsun.


PKK’ya karşı Kürt öfkesi

Şimdi PKK’nın güç ölçümünü yapalım. PKK ülke içinde gönüllü katılım oluşturmakta zorlanırken, Irak ve Suriye’de yeni insan gücü imkanı buldu. Yine Irak ve Suriye’de DAEŞ’e karşı savaşçı güç olmanın sağladığı fırsatla silah ve paraya daha kolay ulaşır oldu. Hatta eline geçen yeni silahları Türkiye’ye taşıyarak güç kullanma kapasitesini arttırdı. PKK yine DAEŞ’e karşı karada savaşabilen güç konumlanmasını yaparak, uluslararası güçler ile yeni ilişkiler kurdu. Bu faktörler bir arada düşünüldüğünde, son bir kaç yılda PKK’nın maddi gücünde artma olduğu söylenebilir.

PKK’yı Türkiye’de zayıflatan sosyal ve siyasal ortam

PKK devletin Kürtlerin kimliklerini reddettiği, dışladığı ve zorla asimile etmek istediği algısının olduğu bir psikolojik hale cevap vererek kendini var etti. Hakların ancak silahla alınabileceği, devletin değişmeyeceği söylemi Kürtlerin bir kısmında karşılık buldu. Geldiğimiz aşamada bu hal değişti. Devlet Kürt kimliğini kabullendi. Hak aramada demokratik siyaset ortamını geliştirdi. Demokratikleşme ve çözüm süreçleri silah kullanmanın psikolojik meşruiyetini ortadan kaldırdı. PKK bu yeni hale uyum sağlayacak dönüşümü yapmadı. Devletin dönüştüğü ve PKK’nın dönüşmediği bu yeni ortam PKK’nın zayıflama süreçlerini başlattı.

PKK’ya yakın Kürtlerin PKK eleştirisi

Bu yeni ortamda PKK’nın meşruiyeti ve ona duyulan ihtiyaç azalmaya başladı. PKK çözüm sürecini bozup, silahlı eylemlere başlaması ile de şiddet gündelik hayatı ve psikolojileri olumsuz etkiledi. Sonrasında ise “hendek siyaseti” ve “halk ayaklanması” siyaseti geliştirmeye çalışmaları Güneydoğu’daki birçok ilçede can güvenliğini ve gündelik hayatı yok edip, Kürtleri zorunlu göçe zorlayan şartları oluşturdu. PKK’nın beklediği halkın topyekûn devlete isyan etmesi, Arap Baharı benzeri halin oluşmasıydı. Gelişmeler PKK’nın beklediği gibi olmadı. PKK’ya yakın olduğu beklenen Kürtler bu sürecin mağduru oldular ve ilk defa PKK’yı sorumlu tutmaya başladılar. PKK’ya karşı halk öfkesi olmaya başladı. Bu kesinlikle yeni bir durum.

Kürtler PKK çağrılarına olumsuz cevap verdi

PKK’nın sivilleri çatışma alanında bulundurma, çatışmayı evlere çekme, evlere el koyma, araç yakma siyaseti PKK’ya yakın olduğu düşünülen, HDP’ye oy veren Kürtlerde karşılık bulmadı. PKK’nın ayaklanma çağrısına; sessiz kalma, sokağa çıkmama, her şeyi bırakarak göç etme tepkisi verdi. Açıkça olmasa bile, PKK’yı eleştirmeye başladılar.

Kanaatimce PKK özellikle Irak ve Suriye’de insan, silah ve para açısından güçlenmekle beraber; meşruiyet, fonksiyonuna ihtiyaç duyulma ve halk desteği azalmasına uğradı. Halkı kaybeden kaybeder. Devletler eninde sonunda halk desteği ve meşruiyeti kaybolan bir silahlı gücü yener.



STAR / Medaim Yanık yazılarından derlenmiştir.



SÖZÜN ÖZÜ ; DEAŞ - PKK
EMPERYALİZMİN MÜHENDİSLİK PROJESİDİR .

ABD’li profesör John L. Esposito diyor ki;

“Türkiye’nin ekonomik gücü AB’yi endişelendiriyor.
Çünkü Türkiye artık büyük ve güçlü bir ülke.

Küçük ve fakir ülkeleri bile içine alırken, Büyük Türkiye’yi sindiremiyorlar.”
Evet endişeleniyorlar.

3. köprüler, 3. havaalanları gelirse Londra ve Frankfurt ağıtlar yakacak.
Onun için Almanya’nın Merkel’i istemez.

2012 sonunda saray kasasında 32 milyon STERLİN olup 2013 sonunda 1 milyon sterline düşen İngiltere kraliçesi istemez.
Hele hele yıllardır önce parçaladıkları sonra yönettikleri Ortadoğu’ya girdiğimizi görürlerse asla istemezler.

Nisan 2012’de Bard Collage Profesörlerinden Walter Russel Mead, bir röportaj veriyor.
Dünyada güç dengelerinin değiştiğini söylüyor.

Düşüşe geçen ABD’ye “Türkiye, Hindistan gibi ülkelerle ilişkilerini geliştir” çağrısı yapıyor.

AB’nin çökmek üzere olduğunu belirtiyor.
Russel Mead’a göre evet ABD hala önemli bir aktör.
Ancak artık yedi kutuplu bir dünya var.

Russel, “Dünyada söz sahibi olanlar artrık bu 7’ler” diyor.

Bunlardan birinin Türkiye olduğunu açıklıyor. “Türkiye giderek dünya siyasetinde muazzam bir güç kazandı” diye ekliyor.
Böyle bir Türkiye’yi kimler ister, kimler istemez?
Bir hafta önce Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser konuşuyor.

Kriz sonrası dönemde Türkiye’nin işgücü piyasası performansına övgüler yağdırıyor.. “Son 10-15 yılda Türkiye’de işgücü verimliliğindeki artış yüzde 4’e yakın.

Bu, yükselen tüm diğer piyasalardan daha yüksek bir oran” diyor.
Raiser, AB’nin istihdamda 2 milyonluk düşüş yaşadığını Türkiye’nin 3.5 milyona iş sahası açtığını söylüyor.
Ve dahası Türkiye’de refahın arttığını belirtiyor.

Yani dünya geriye giderken Türkiye kıskanılacak bir şekilde büyüyor.
Böyle bir Türkiye’yi kim ister?
Tabii ki bu ülkeyi yıllardır yönetenler, soyup soğana çevirenler asla istemez.

Büyüyen, kabuğunu yırtan, Ortadoğu’ya akan, enerji hatlarına inen, DÜNYA 7’LERİ arasında gösterilen bir ülkeyi nasıl soyacaklar?
Onun için ABD’de Neo-Conlar ayağa kalkıyor.
Musevi BARONLARIN gazetelerinden bize hakaret yağdırıyor.
Sonra da muhalefet üyelerimizi ağırlıyor?

Neden? Gayet basit.

Bu ülkeyi BÜYÜTEN ADAMI istemiyorlar.
Davos’tan beri istemiyorlar.
Mavi Marmara’dan beri istemiyorlar.

Çünkü hepsi “İSRAİL” diye bas bas bağırıyor. Artık görüyorlar ki Türkiye MOSSAD’ın emrinde çalışmıyor.
Deliriyorlar.

Yoshiaka SASAKİ bir Japon Profesörü.

Bu ülkeye geldi, araştırmalar yaptı, Türkiye ile ilgili bir kitap hazırladı. “Türkiye DÜNYA LİDERİ olma yolunda hızla ilerliyor” diyor.

20 Haziran 2012’de ABD’de Dünya Para İmparatorlarının fonladığı Washington İnstute adlı LOBİ merkezinde bir konferans düzenleniyor. Toplantıda sözü İsrail Başbakan yardımcısı Mofaz alıyor.
Ve diyor ki; “Türkiye ile ilişkiler çok önemli.

Özellikle İsrail’de olmak üzere hepimiz, Türkiye’nin bölgesinde bir SÜPER GÜÇ haline geldiğini anlamalıyız.

Türkiye’yi bölgemizde bir süper güç olarak görüyorum, Bunda hiçbir ŞÜPHE yok.”

Bunu ne zaman söylüyor?

Tam birbuçuk yıl önce 20 Haziran 2012’de.

Yani Türkiye’ye ard arda operasyonların başladığı tarihlere yakın bir süreçte.

Kimler bizden yana dertli?

Kimler BÜYÜYEN TÜRKİYE’yi istemiyor?

Kimler içimizden aynı konumdalar?

Kimler kimlerle yanyana gelip ittifaklar yapıyor?

Alt alta koyun…

Bu memlekette neler oluyor diye anlamakta kendinizi zorlamayın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder