31 Mayıs 2016 Salı

YETER Kİ BU ÜLKE KÜÇÜLSÜN, KÖŞEYE SIKIŞSIN. “Hepimiz PKK’lıyız” deseydiniz bari! Hepimiz teröristiz” deseydiniz bari. “Hepimiz PKK'lıyız, PYD'liyiz, HDP'liyiz” deseydiniz. Ve devam etseydiniz:Hepimiz Türkiye düşmanıyız.


Bu ülkeye ait ne kadar iyilik varsa nefret ediyoruz. Ne kadar yıkım senaryosu varsa omuz veriyoruz. Kendimizi bu ülkeye ait hissetmiyoruz. Avrupa Birliği, Amerika, İsrail, Rusya ya da Beşşar Esad, fark etmiyor, konjonktür ne gerektiriyorsa ona göre hepsiyle ortak oluyoruz, oluruz.

Yeter ki bu ülke küçülsün, köşeye sıkışsın. Yeter ki birilerinin gözüne girelim, onlar nezdinde değerimiz artsınfiyatımız artsın. Yeni Türkiye imiş, güçlü Türkiye imiş, yüzyıllık hesabın sonuymuş, yeni kurtuluş savaşıymış, ülkenin birliği ve dayanışmasıymış bize ne?Yeter ki AK parti gitsin, Erdoğan gitsin.

Hepiniz terörle ortaksınız

Bu dönem geçsin de sonrası ne olursa olsun. Gezi'de yapamadık, Paralel örgütle yapamadık, hiç değilse terör örgütleriyle yapalım. Bitirelim bu işi. Kimlerin yanındayız, hangi saftayız, nasıl bir resmin içindeyiz ne önemi var. PKK ile, diğer örgütlerle yapılamazsa, gerekirse Türkiye'ye dışarıdan açık saldırılar başlatılsınBaşlatılsın da bu işi bitirelim. Yoksa kendi ellerimizle bitirme imkanımız kalmadı…

Böyle düşünceler içinde olan ne çok insan var bu ülkede. Ankara'da bombalar patlamış, onlar için bir umut. Güneydoğu'da şehirlerimize işgaller başlamış, onlar için bir umut. Terör örgütleri tek yönetim altında toplanmış, onlar için bir çıkış yolu. İnsanların ölmesi, şehirlerin yıkılması, ülkenin karışması hiçbir zaman umurlarında olmadı.

Onlar, sadece eski dokunulmazlıklarının, imtiyazlarının, refah düzenlerinin peşinde. Bir “Beyaz adam” psikolojisi. İç savaşı bir yana bırakın, gerekirse mahalleler arasında savaşlar bile çıkarırlar. HenryKissinger'ın, kaynaklar üzerinden insan nüfusunu azaltmayı amaçlayan soykırım projesine benzer bir zihniyet bu.

Size kim bu görevi verdi?

Harita taslakları yapılıyormuş, coğrafyayı lime lime eden istila projeleri uygulanıyormuş, Türkiye'yi yeniden vesayet altına almaya dönükçokuluslu müdahaleler yapılıyormuş, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu millet ilk kez ayağa kalkıyormuş, ekonomik refah alanıgenişliyormuş.. Bunlar olursa Türkiye kontrolden çıkacak, biliyorlar. Bildikleri için de durdurmak için her türlü kirli yönteme ortak oluyorlar.

Son ortakları terör oldu, terör örgütleri oldu7 Haziran öncesi PKK'nın siyasi kanadı HDP üzerinden yeni bir Türkiye biçimlendirmeye kalktılar. Laikliği, Cumhuriyet değerlerini PKK ile koruyacaklardı. Ortaklıklarını gizlemediler, pervasızca yaygaralar kopardılar. Türkiye küçük olacak ama ellerinde kalacaktı.

İttifak kurduklarına bir bakın! PKK, DHKP-C ve daha bir sürü irili ufaklı örgüt. O örgütleri onlara kim ortak tayin etti? Onlarca yıldır kendilerini kim besliyor, bugünlere hazırlıyorsa onlar! Eli silahlı örgütlerde ülkeyi, demokrasiyi, özgürlüğü koruyorlardı. Terör saldırılarıyla milletin canı yanarken “PKK” demekten, “terör” demekten bile kaçındılarÇünkü onlara öyle söylenmişti. Çünkü hesap büyüktü ve bu büyük hesap içinde kendilerine böylesine çirkin, böylesine kirli bir rol tayin edilmişti.

Hiç utanmadılar…

Hiç utanmadılar, vicdanları sızlamadı. Ülkelerini hep başkalarına şikayet ettiler, onlar üzerinden intikam almaya çalıştılar. Terörle mücadelede şehit olanları küçümsediler, yok saydılar. Bunu yaparken terörü yüceltmekten ar etmediler.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıktan “kan dökülür” tehditleri savurduğu, PKK ile aynı dili konuştuğu, ulusalcıların terör örgütlerini savunur hale geldiği, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi görenlerin PKK ile kol kola bir çizgiye sürüklendiği bir dönemdeyiz.Kan isteyenler, iç savaş isteyenler, terör üzerinden ülkeyi köşeye sıkıştırmak ve buradan iktidar kapmak isteyenler bugün terörle vuruyor, yarın Rus silahlarıyla, Amerikan silahlarıyla bu ülkeyi vurmaya başlarlar.

Nedir bu suskunluk?

Terör örgütü Diyarbakır Dürümlü'de 15 ton patlayıcıyı havaya uçurdu, on altı vatandaşımız hayatını kaybetti. Cesetleri bile bulunamadı. Yetmedi, köylülerin tamamını yok etmek için bir tuzak daha kuruldu. Şükür ki fark edildi ve bu pusu önlendi. Bu insanlar teröre karşı can verdi. Ülkelerinin yanında yer aldı.

Öldüren PKK. Öldürülen vatansever olunca kimseden ses çıkmadığını fark ettiniz mi? Özgürlük diye, insan hakları diye, demokrasi diye, barış diye ortada dolaşanların hiçbiri PKK'ya tek laf etmedi. Neden, onlar ülkelerini savundular diye mi bu suskunluğunuz?

Medya büyük oranda sustu. CHP zaden kan istiyordu ve zaten onlarla aynı cephedeydi. STK'lar birkaç cılız ses dışında sustu. Siyasilerinbüyük çoğunluğu ortalarda görünmedi. Beslendikleri Avrupa Birliği ülkeleri yine terörün arkasına saklandı. Bu ne suskunluk! Bu suskunluk talimatını kim verdi size?

1128 akademisyen, hadi çıkın ortaya!

Hatırladınız mı, 1128 akademisyen vardıOrtak bildiri yayınlayıp devleti neredeyse soykırımla suçlamaya girişmişlerdi. Teröre açık destek veren, ülkeye ve millete nefretin bir göstergesi olan o bildiriye imza atan bin 128 kişinin yaptığı da işte böyle bir operasyondu.

Milletin hassasiyetlerini, değerlerini, anlama kabiliyetini küçümsüyorlar, terörü aklamaya çalışıyorlardı. Tepeden, süslü cümlelerle akil adam pozu alıyorlar, akıl hocalığına soyunuyorlar, millet, ülke söz konusu olduğunda işi entelektüel arsızlığa dönüştürüyorlardı.

O imzacılarla bugün Dürümlü'deki katliama sus pus kesilenler arasında hiçbir fark yoktur. Çıkıp konuşmazlar, terörü kınamazlar, ortak bildiriler yayınlamazlar. Kaçamak, kişiliksiz tavırlarla sıvışırlar, kendilerini gizlemeye çalışırlar. Neden? Çünkü içlerinden PKK'ya söz söylemek gelmez. Çünkü içten içe sevinirler, çünkü ölenler umurlarında bile değildir. Çünkü terörle ortaktırlar. Çünkü terör saldırılarından medet ummaktadırlar.

Teröre itaat eder, millete ayar verir

O zaman da aynı tepkiyi göstermiştik, tekrar edelim: Otuz yıldır aynı cümleleri kullanıyorlar. Hep konuştular, yazdılar, el üstünde tutuldular, saygı gördüler. Bugünlerde aslında saygı duyulacak hiçbir şey olmadıklarını fark ediyoruz. Elleri kanamaz, yürekleri sızlamaz, kafa konforları bozulmaz, dokunulmazlıklarına halel gelmez, ne olursa olsun içi boş süslü cümlelerle yine yollarını bulurlar. Ölen ölür, ağlayan ağlar, memleketin derdi onların semtine bile uğramaz.

Ama tepeden bakarlar, siyasi iktidara pozisyon biçerlermillete ayar verirler. Onların ülke diye, memleket diye bir dertleri hiç olmamıştır. Bakmayın “Aman ha ülke kötüye gidiyor” dediklerine,dertleri ülke değil kendileridir. Buradan bile malzeme çıkarırlar, kendilerine pay ayırırlar.

Aydın olmak onurlu olmaktır. Aydın olmak ülkesini milletiniküçümsemek, onlara tepeden bakmak, ülkesini dünyaya şikayetetmek, oralardan payeler kapmak değildir. Artık aydın olmak bu ülkede“ucuz” değildir. Devletle hesaplaşma, onu eleştirme adına millet düşmanlığı yapmak, iç işgalcilere ve dışarıdan çevreleme yapanlara malzeme üretmek değildir. Aydın olmak bir terör örgütüne arka çıkmak değildir. Bu hastalıklı bir düşüncedir. Entelektüel terörle PKK arasındaki ilişki bugün Türkiye'ye yönelen en öncelikli tehditlerden biridir. Bu bir “iç işgal operasyonu”dur.

İnsan hakları örgütleri nerede?

Şu STK'lara bakın. İnsan hakları örgütlerine, kanaat önderlerine bakın. Hiçbiri yok ortada. Hiç birinin sesi çıkmıyor.Dürümlü'de hayatını kaybedenler insan değil mi, onlar terör kurbanı değil mi? Neden öne çıkıp bir şeyler demiyorsunuz? Neden gazetelere, televizyonlara açıklama yapmıyorsunuz? Neden? O insanlar ülkesinin yanında yer aldılar diye mi? O on beş tonluk araç nereye gidecek, nerede patlayacaktı? Kaç kişi daha hayatını kaybedecekti?

Türkiye PKK terörünün de, entelektüel terörün de, IŞİD üzerinden yürütülen çokuluslu servisin de üstesinden gelecektir. Teröre karşı açık konuşurken onlara arka çıkanlara “ifade özgürlüğü”çerçevesinden bakma telkinlerinin hiçbir ülkede alıcısı bulunmamaktadır.

Türkiye, bugünlerin ihanetini kaydetmektedir. Milletlerin hafızasını küçümsemeyin!




PKK’yı dinlendir, IŞİD’i sahaya sür..

Senaryo nasıl da ayan beyan ortada. Örgütler üzerinden ülkelerişgal edenler, liderleri, kadroları, yüzyıllardır birarada yaşayan insanları hedef alanlar, artık bu tür projeleri “örtülü" yapma gereği bile duymuyorlar.

Siz bu savaşın hala Irak'ta, Suriye'de olduğunu zannedin. 11 Eylül sonrası projenin sadece Afganistan'la, El Kaide ile alakalı olduğunu düşünün. Siz, 21. Yüzyılı terörle mücadele çağı ilan edenlerin, bütün coğrafyayı nasıl da terörle kasıp kavurduğunu, bu vekâlet savaşının “bize ait" bölgede ne kadar devlet, ülke, millet varsaparamparça etmeye ayarlı olduğunu, “bize ait" olan her şeyin önceliklebizim elimizle yok edildiğini, nihai amacın bütün bölgeyi mikro devletçiklere, şehir devletlerine dönüştürmek olduğunu bir türlü göremeyin.

Müslüman kimliği, Müslüman vatanı!
Adım adım, sıra sıra gelen yıkımın o ülkelerin rejimleriyle, liderleriyle alakalı olmadığını, hesabın çok daha derin ve uzun vadeli olduğunu, meselenin sadece kaynaklarla sınırlı olmadığını, bir gelecek planlaması olduğunu, bu amaçla Atlantik kıyılarından Pasifik'e uzanan bu geniş coğrafyada hiçbir güçlü devlete, zengin ülkeye, oyun bozucu siyasi akla müsamaha gösterilmeyeceğini, uluslararası teamüllerin, kuralların, ortaklıkların bu bölgede hiçbir ülkeye gelecek güvencesi sağlamayacağını bir yere not edin.

Meydan okumadan, bu uğursuz rüzgarı geri çevirmeden, kendi ayakları üzerinde durarak kavga etmeyi öğrenmeden hiçbir ülke bu yıkımdan kurtulamayacak. Yeni istila çağının değişmez hedefiMüslüman kimliğidir, Müslüman vatanıdır, Müslümanların itirazlarını, kendini arayış mücadelesini kırmaktır. Hayallerini, özgürlük arayışlarını yok etmek, onları bir yüz yıl daya sindirmektir.

Dikkat edin, onların gözünde batı başkentlerinde patlayan bomba ne ise Avrupa'ya gidecek birkaç mülteci de o oranda tehdittir. Sadece bu örnek bile, onların gerçek düşüncesini apaçık ortaya koymaktadır. Oysa bizim artık örneklere ihtiyacımız yok. Gündelik hayatımızda, sınırlarımızda, şehirlerimizde, onların cinayetlerine,kirli savaş örneklerine her gün tanık oluyoruz.

Gezicileri ve paralel'i 'tek cephe' yapan ne?
Gezi olaylarından bu yana Türkiye'ye karşı açık savaş yürütülüyor. O tarihten önce örtülüydü müdahaleler. Darbeler, darbe senaryoları, iç politik dizayn girişimleri söz konusuydu. Gezi terörü ile ilk kez o istihbarat örgütleri, içerideki tetikçileriyle birlikte bir isyan örgütledi ve bunu yönetti. Birkaç gün içinde hükümet devrilecek, Türkiye'nin yeni tarih yazıcı rolüne öncülük edenler yok edilecekti. Toplumsal taban olarak Alevileri esas almışlardı. Hem ülke diz çökecek hem de sonu gelmez mezhep krizi patlayacaktı. Türkiye Ukrayna olacaktı.

Başarısız oldular. Ülke direndi, millet direndi, devlet direndi. Bu vandallık bütün çirkinliği ile hezimete uğradı.

Hemen ardından daha sofistike bir yapıyı, Gülen grubunu harekete geçirdiler. Gezi'de istihbarat örgütleri devredeydi, bu sefer içeride bir istihbarat örgütü harekete geçirildi ve müdahale doğrudan o başkentlerden yönetildi. Yine o tarih yazıcı rolün öncüleri hedef alındı. Onlar yok edilip, destekçileri tasfiye edilip ülke teslim alınacaktı.

Liderler, öncüler için darağaçları kurulacak, ülke Mısır'adönüştürülecekti. Medya, sermaye ve kırk yıldır hazırlanan o derin istihbarat yapılanması üzerinden, “cemaat" adı altında yapılanan bir organizasyon üzerinden Türkiye ele geçirilecekti. Cumhuriyet tarihininen tehlikeli dış müdahalesi gerçekleşiyordu.

İkinci dalga müdahale de fiyaskoyla sonuçlandı. Türkiye belki ilk kez ne büyük tehditlerle, dış müdahaleyle yüz yüze olduğunu kavradı.Gezi'deki vandallarla, Paralel Örgüt'e aynı rol verilmişti. Yani birbiriyle siyasi kimlik olarak alakası bile olmayan iki çevre, aynı amaç için sahaya sürülebiliyordu.

Üçüncü dalga: Gülenciler yenildi, PKK ikame edildi
Çok geçmeden üçüncü dalga müdahale başladı. Kronik etnik mesele istismar edilip PKK yeniden saha sürüldü. Ama bu sefer terör olarak değil, daha fazlası, bir iç işgal operasyonu olarakkonumlandırıldı. Artık meselenin Kürtlerle alakası yoktu, örgüt bir uluslararası proje olarak şehirlere yönlendirildi.

Böyle bir durum ilk kez gerçekleşiyordu. Daha önce de PKK'yı destekliyorlardı ama bu sefer doğrudan kendi örgütleri, silahlı güçleri olarak, o büyük proje kapsamında sahaya sürüldüler. Geziciler, Paralel Örgüt ve PKK aynı amaç için kullanılıyordu. Yani “tek cephe" haline getirilmişlerdi. “Nasıl olur", demeyin, aynen böyle oldu.“Kim ya da kimler" sorusunun cevabını zaten biliyorsunuz…

Türkiye, ilk kez terörle mücadele sınırlarının ötesinde, bir ülke savunması yapıyordu. Örgütün patronlarıÇözüm Süreci'ni boşa çıkarmayı bilmişler ve bir iç işgal başlatmışlardı. Bu yüzden o ilçelerde yürütülen operasyonlar, terörle mücadele değil, bir vatan savunmasıydı. Türkiye kendi ilçelerini, savaşarak geri alıyordu. PKK'nın bu kadar ağır zayiat vermesinin nedeni, örgütün taktiklerinden çok bir uluslararası ihale almış olmasındandı. Artık kararı tek başına vermiyordu.

Dördüncü dalga: Bu sefer IŞİD sahaya sürülüyor
Türkiye çok kararlı bir müdahale yaptı. Gezi'de durduğu gibi, Paralel darbe girişimine direndiği gibi, terör üzerinden işgal girişimine karşı datereddütsüz bir karşılık verdi. İçeride ve bölgede yaşananlar yüzünden böyle sert müdahale muhtemelen beklenmiyorduOyun yine bozulmuştu.

Dikkat ederseniz son günlerde üçüncü dış müdahalenin de etkisinin zayıfladığını göreceksiniz. İşte tam bu sırada yeni bir dalga başladı veya başlıyor. IŞİD üzerinden Türkiye'ye saldırılar tırmanır oldu. Bu, Türkiye'ye karşı “Dördüncü Müdahale"nin ilk aşamalarıdır. Çokuluslu senaryo yeni dönemde IŞİD üzerinden servis edilecek gibi. PKK üzerinden iç işgal senaryosu uygulayanlar IŞİD üzerinden sınır bölgelerini vuracak, belki buradan bir toplumsal reaksiyonu besleyip Türkiye'yi yeni bir bunalımın eşiğine getirmeyi deneyeceklerdir.

Yine dikkat edin, Gezi'de organizasyonu yapan istihbarat örgütlerinin bağlı olduğu devletler Paralel'i ve PKK'yı sırayla sahaya sürmüşlerdir. Şimdi aynı güçler PKK'yı geri çekip IŞİD'i sahaya sürüyorlarKarar da, talimatlar da aynı merkezler tarafından veriliyor. Gezicileri, Gülencileri, PKK'yı ve IŞİD'i aynı paydada birleştiren, tek cephe haline getiren bir irade söz konusudur ve hedefi Türkiye'yi diz çöktürmektir.

Hepsinin üst kimliği Türkiye düşmanlığı
Yani? Yani, Türkiye'yi yeniden teslim almaya dönük müdahalelerde kullanılanların siyasi kimlikleri, ideolojileri ya da etnik kimlikleri pek de önemli değildir. Ortak oldukları tek bir şey var o daTürkiye'ye karşı bir silah olarak kullanılabilir oluşlarıdır. En üst kimlik budur.

PYD üzerinden Kuzey Suriye'de oluşturulmaya çalışılan o koridor, ülkenin bütün coğrafya ile bağlantısını kesecek bir projedir.Gülencilerin MİT TIR'ları üzerinden yürüttükleri operasyonla, PKK/PYD işgalleriyle yürütülen operasyon aynı iradenin ürünüdür ve birbirini beslemektedir. Muhtemelen senaryo bir süre sonra IŞİD üzerinden yürütülecektir. Gezi organizatörlerinin bölgeye yönelik hassasiyetleri de bu ortaklıkla örtüşmektedir.

“İç işgalciler" hepsiyle ortak
Türkiye, son beş yılda kaç kurtuluş savaşı yaptı? Kaç müdahaleyi, işgal girişimini savuşturdu? Coğrafyaya dönük bütün savaş projelerinin ana hedefi Türkiye'dirÇünkü o diz çöktürülemezse, bu projelerin hiçbiri uygulanamayacaktır.

Gezi'den bu yana hem dışarıdan hem içeriden saldırı altında kaldık. “İç işgalci" dediğim, içerideki uzantıların her hareketinin, tavrının, duruşunun bu dış müdahalelerle örtüştüğünü görüyoruz. Dilolarak, saldırı taktiği olarak Paralel'i de PKK'yı da tamamlayan roller üsleniyorlar. Yakında IŞİD üzerinden yürütülen operasyonu besler şekilde içeride operasyonlara başlayacaklardır.

Bugüne kadar üç saldırı püskürtüldü. Dördüncü de başarısız olacak. Ama “iç işgalciler", güçlerini kaybetseler de, her müdahalede bir görev üsleniyorlar. Saldırının kimden geldiği önemli değil. PKK olur, Paralel olur, IŞİD olur fark etmiyor. Onlar talimatları harfiyyen yerine getiriyor.

Tarih yazacak kurucu kadrolar
“İslam'la savaş"ın ana cephesi Batı'daydı. Artık bu cephe kendi içimize, topraklarımıza kadar geldi. İleri mevziler buralarda kuruluyor. Bıraktık geleneksel saldırganları, Müslüman kimlikli örgütler bile bu savaş için seferber ediliyor. Dün 1 Mayıs gösterilerinde “İmam-Hatip'leri durdurun"“Şeriatı yeneceğiz" pankartlarını kimlerin yazdırdığını iyi düşünelim.

Türkiye iki cepheli saldırı altında. Memleketin has evlatlarına,yerlilerine, vatanseverlerine çok iş düşüyor. Bu ülke, yüzyıllık vesayeti kırıp yeni bir yükseliş dönemi başlatacaktırYa paramparça olacağız ya bu dönemi başlatacağız. Başka hiçbir seçenek yoktur. İşte o tarihi bu has evlatlar yazacaktır. Yeni dönemin kurucu kadroları onlar olacaktır.




İsrail’in güvenliği için Amerika bölgede İsrail’den başka güçlü bir ülke bulunmaması için planlarını çoktan yaptı. Bölgeyi parçalamak üzerine bir plan yürütülüyor. 100 yıllık plandan bahsediyoruz. Amerika’nın bu yaptıkları hiç müttefikliğe sığarmı ? İSRAİLİN GÜVENLİĞİ İÇİN ABD RESMEN PKK ya DEAŞ a SİLAH ve ASKER YARDIMI YAPIYOR : ABD, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye havadan balya balya silah ve cephane indirdi. PYD, ABD’den bir de Türk savaş uçaklarını vurmak için Stinger füzesi istedi. Kamuoyu tepkili: “Bu nasıl müttefik? Esed’den sonra yerine gelecek kişi önemlidir. İran, kendi çıkarlarını koruyacak birisinin gelmesini istiyor. Amerika ise İsrail’e saldırmayacak bir kişinin, yapının gelmesini istiyor. Yani şu anda Amerika, Suriye muhalefetinin yanında gibi gözükürken diğer taraftan da Esed rejiminin yanında olan PYD - PKK ve DEAŞ la birlikte hareket ediyor



TÜRK LAİKLER VE İSRAİLLİ SİYONİSTLER Siyonistler sosyalist, ulusalcı, laik ve din karşıtı insanlardan oluşur. Amaçları din temelli bir Yahudi devleti değil, laik-ırkçı-modern bir İbrani devleti kurmaktı.


Geçtiğimiz günlerde laiklik tartışmaları tekrar alevlenince Yahudi gazetesi Algemeiner’den bir makaleyi hatırladım. Haham Moshe Averick tarafından kaleme alınan ve İsrail’i kuran ve yöneten Siyonistleri anlatan yazıyı okunca sanki Türkiye’nin laiklik tarihini okumuş gibi oluyorsunuz. Yazıyı bitirdikten sonra insanda “Laiklik Siyonizm’dir” kanaati oluşuyor.
Yazarın yazdıklarına göre Siyonistler sosyalist, ulusalcı, laik ve din karşıtı insanlardan oluşur. Amaçları din temelli bir Yahudi devleti değil, laik-ırkçı-modern bir İbrani devleti kurmaktı. İlk Siyonistler sadece dillerini değil kendi Rus ve Alman isimlerini bile İbranileştirdiler. Mesela, İsrail’in kurucusu David Ben-Gurion’un ismi David Gruen, Erdoğan’ın one minute çektiği Shimon Peres’in ismi Shimon Persky idi.
Siyonistler, devlet kurulmasını istemeyen, Araplarla iyi geçinen ve askerlik yapmak istemeyen dindar Yahudileri sevmezlerdi. Onlar için Ortodoks Yahudiler gerici, karanlık, parazit, yabani, ikinci sınıf insanlardı (bkz. Türkiye’deki İslami kesim). Askerlik yapmayanlara iş de vermezlerdi. İsrail’e göç edenlerin çocuklarına dini eğitim verilmesi yasaklanmıştı. Karşı gelenler cezalandırılıyor, koşer dedikleri Yahudilikte helal sayılan yiyecekleri yemeleri yasaklanıyordu (bkz. Üniversiteye ve orduya alınmayan imam-hatip öğrencileri). Ortodoks Yahudilerinin önde gelenlerinin öldürüldüğü ya da hapse atıldığı bile oldu. Siyonistlerin amacı yeni kurulan İsrail devletinde yeni adamı yetiştirmekti (bkz. 10. Yıl marşında bahsi geçen gençlik). Bu kişi dinden bîhaber, laik ve milliyetçi olmalıydı. O yeni adamı hepimiz biliyoruz; Filistin’i işgal eden, Gazze’nin etrafına duvar örüp hapishaneye çeviren, Filistinlilere su bile vermeyen, çocuk katili, Siyonist bir adam. 
Tıpkı bizdeki laik adam gibi. Osmanlı’dan miras kalma din, kültür, ahlak ve yaşam tarzını zorla kaldırıp üzerine ulusalcı-laik- (sözde) modern bir toplum oluşturmak isteyen Türk laiklerini hatırlayın. Bu uğurda nice dindar insan idamla, hapisle, sürgünle cezalandırıldı. Osmanlıca kaldırılarak geçmişle olan tüm bağlar kopartıldı. Ezan Türkçeleştirildi. Hacca gitmek yasaklandı. Sokakta bile başörtüsü takmak yasaklandı. İnanan insanlara “irticacı” yaftası yapıştırıldı. Kiminin (başörtülülerin) okuma hakkı bile elinden alındı. Her öğrenci rejimin dayattığı eğitim müfredatıyla yetiştirildi. Laiklik; din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlarken, ibadet ehli namazda içinden okuduğu duayı bile Türkçe okumaya zorlandı. Din, devletten uzaklaştırılmıştı. Fakat devlet dinin her hücresini esir almıştı. 
İsrail’in dindar Yahudileri, yıllar süren baskılara rağmen Siyonistlere karşı verdikleri mücadelede epey bir mesafe katettiler. Hahamlık eğitimine devam etmek isteyenler askerlik yapmıyorlar. Artık iş de veriliyor. İsrail ordusundaki askerlerin yüzde 40’ı kipa takıyormuş. Özetle, dindar Yahudiler laik Siyonistleri domine etmeye başladılar. Bu iyi bir şey mi? Filistin davası ve Müslümanlarla ilişkiler bağlamında değişen bir şey olmaz. Belki daha da kötü olacak. Dindar Yahudi dinsiz Yahudi’den daha merhametli olmayacaktır. Ancak Siyonistlerle Ortodoks Yahudileri arasındaki çekişme, maneviyattan arındırılmış materyalist bir fikri temel alan laikliğin insan fıtratına uymayan, zoraki bir yönetim tarzı olduğunu gösteren iyi bir örnektir. 
Türkiye’nin laiklerini İsrail’in Siyonistleri gibi bir son bekliyor. Bunun sebebi iktidarda muhafazakar bir kimliğe sahip AK Parti’nin oluşu değildir. Laiklik, insanın hür iradesine alternatif yollar sunmak yerine diğer yolları yıkıp kendi yolunu “mecburi yön” levhasıyla topluma dayattı. Bu yolun yokuşa kazılmış dere yatağından farkı yoktu. Sonunda yokuşu tırmanamayan dere kendi yatağına geri dönmek zorunda kalacak. Dolayısıyla AK Parti laiklik mevzusunda bir sebep değil sonuçtur. Laikliğin gerilemesinin sebebi ise laiklerin kendileridir. İnsana ve değerlerine saygısız, kibirli, dayatmacı, ötekileştirici, sosyal hayatın tabiatına aykırı, kanunlarla yaşatılmaya çalışılan bir ilke lafla ve retorikle varlığını sürdüremez. Laik kesim belki kabullenmeyecek ama laiklik tıpkı Siyonizm gibi gerileme evresinde. Yakında hepten yok olmasa da işlevsiz kalacağı muhakkaktır.
YENİ AKİT / İbrahim Bekiroğlu

Türkiye’de Siyonizm tehlikesi!
Bu asla bir ırkçılık değildir. Yahudilik propagandasını örtmek ve saklamak için ırkçılık yapılıyor diye yaygara koparıyorlar. Burada tamamen Türkiye’nin mevcudiyetine yönelik psikolojik saldırılar söz konusudur” diye konuştu.
Türkiye Kültürel Genetik Araştırmaları Düşünce ve Teşhis Platformu Onursal Başkanı Deniz Şar, Akit’e çarpıcı açıklamalarda bulundu. TV ve gazetelerde gizli Yahudilik propagandası yapıldığını belirten Şar, “Türkiye, Siyonizm’in işgali altındadır” dedi.

“TÜRKİYE’DE GİZLİ BİR YAHUDİLİK PROBLEMİ VAR”

Türkiye’de gizli bir Yahudilik sorunu olduğunun altını çizen Şar, “Bunu biz İslami kesim olarak gündeme getirdiğimiz zaman ırkçılıkla suçlanıyoruz. Bu asla bir ırkçılık değildir. Yahudilik propagandasını örtmek ve saklamak için ırkçılık yapılıyor diye yaygara koparıyorlar. Burada tamamen Türkiye’nin mevcudiyetine yönelik psikolojik saldırılar söz konusudur” diye konuştu.

“BU BİR MİLLİ GÜVENLİK MESELESİDİR”

Yahudi soyunun Müslüman-Türk milletinin mevcudiyetine ve mülküne göz diktiğini belirten Şar, şöyle devam etti: “Bu soy ülkemizde hemen hemen her kademeye sızmış durumdadır. Bu bir milli güvenlik meselesidir. Bunun siyasi terimine Siyonizm deniliyor. Türkiye Siyonizm’in işgali altındadır. Adamların kimlikleri Türk ve Müslüman isimleri altında gizlidir.”

“BUNLARIN ARKASINDA GİZLİ ÖRGÜTLER VE İSTİHBARATLAR VAR”

TV’lerde yapılan tek taraflı ve gizli yayınlarla Yahudilik propagandası yapıldığını dile getiren Şar, örnek de verdi: “Örneğin ‘Kaderin Çağrısı’ filmi bir TV kanalında Ramazan ayı boyunca 5-6 defa yayınladı. Bu filmde gösterildiği gibi Siyonistler, Türkiye’de de gerçek isimlerini değiştirerek faaliyetlerini en önemli kurumlarda sinsice yürütüyor. Ramazan’da bu amaçla çok fazla bir kampanya düzenlendi. Bu adamların amacı iyiyi kötüleme, doğruyu yanlışlama, hayırlıyı kara gösterme, yaptığınız her çabayı karalama üzerine kuruludur. Bunlar kendilerini deşifre edenleri karalıyorlar. TV, gazete ve medyayı kullanarak nesilden nesle bu görüşlerini aktarmaya çalışıyorlar. Türkiye Siyonizm’in işgali altındadır. Bu şekilde devleti yürütmemiz mümkün değil. Bunların arkasında gizli örgütler ve istihbaratlar var.”

“İSLÂM DÜŞMANLIĞINI LAİKLİK OLARAK SATARLAR”

Cumhuriyet döneminde Almanya’dan getirilen Yahudi profesörlerin Türkiye’deki üniversitelerin temellerini kurduklarını söyleyen Şar, “Bu adamlar Türk isimlerini almış Yahudileri yerlerine bırakarak ülkelerine gittiler. Bundan beri Türk akademisi, sözde bu bilim adamlarının gölgesinde bunların istikametinde ve kadrolaşması ile gelişmiştir. Şimdi bu bilim adamları İslam düşmanlığını laiklik olarak satarlar. Burada laiklikten amaçlanan şey İslam düşmanlığıdır” dedi.

Yeni Akit

GARİP BİR SENARYO SERVİS EDİLİYORDU. TÜRKİYE’Yİ KÖR ET, IŞİD’LE SAVAŞTIR, PKK’YA ALAN AÇ.. IŞİD'i besleyip büyütenler, örgüt üyelerini Avrupa havaalanlarından neredeyse davul zurna eşliğinde Suriye'ye gönderenler bir anda Türkiye'yi hedefe oturttu. Türkiye IŞİD'i besleyen ülke ilan edildi.Teröre destek veren ülke ilan edilmek istendi. Sonra ne mi oldu?





Paris'te, Brüksel'de bu kişiler birer bomba olup patladı. Terörü koruyan Avrupa'ydı ama suçlanan Türkiye oldu.    Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin IŞİD'le bağlantılı olduğunu iddia etmeye kalkıştılar.  

ABD  öncülüğünde Rakka'ya yönelik operasyonu çok dikkatliizlemenizi öneririm. IŞİD'i besleyip, bu bölgeye yerleştirip şimdi de tasfiye ediyormuş gibi görünenlerin aylardır Türkiye kamuoyuna pompaladıkları “IŞİD tehdidi” söylemlerinin de sorgulanması gerektiği kanaatindeyim.



Terör örgütleri üzerinden coğrafi biçimlendirmeler yapanların, etnik ve mezhep kimliği üzerinden haritalar çizenlerin, Türkiye'nin bölge ve güvenlik politikalarını provoke ettikleri endişesi taşıyorum.

Birkaç yıldır, yoğun biçimde kendi doğrularını biçimlendirmeye çalışan Türkiye'yi, oldu bittilere mahkum edip, bir-iki adım sonrasını göremeyecek hale getirmeleri ihtimali son derece rahatsız edici


Güneydoğu şehirlerinde, ilçelerinde iç işgal girişimi yapanlarla IŞİD tehdidi ve buna karşı operasyonları biçimlendirenler aynı çevreler çünkü.

IŞİD üzerinden Türkiye'yi vurmak

Örgütün sessiz sedasız Suriye ve Irak'ın bir bölümünü işgal etmesi,Musul'da Irak ordusunun silahlarını bırakıp aniden çekilmesi yeterince şüpheliydi zaten. Uzunca bir süre örgüte kimse dokunmadı.


 Neredeyse onun devletleşmesine zemin hazırlandı.

Görünüşte İran'a karşı konumlanan, mezhep taassubu üzerinden hareket ediyor görünen IŞİD bir anda tavır değiştirip Erbil'e yöneldi. Hatta Erbil'in boşaltılması bile gündeme geldi. İşte bu da şüphelerin en büyüğüydü. Örgütü Kürtler üzerine salan kimdi?Bir Kürt-Arap çatışması çıkarmak isteyen kimdi? Sünni iki etnik çevreyi kapıştıran kimdi?

Bir süre sonra yeni bir durumla karşı karşıya kaldık. 


IŞİD'i besleyip büyütenler, örgüt üyelerini Avrupa havaalanlarından neredeyse davul zurna eşliğinde Suriye'ye gönderenler bir anda Türkiye'yi hedefe oturttu. İngiltere ve Avrupa genelinde yaygın bir IŞİD-Türkiyebağlantısı tartışılır oldu. Türkiye IŞİD'i besleyen ülke ilan edildi.Teröre destek veren ülke ilan edilmek istendi.

Bizi savunmacı çizgiye ittiler

Türkiye'nin yakalayıp Avrupa ülkelerine gönderdiği, istihbarat servislerini uyardığı bazı kişiler oralarda korundu. Sonra ne mi oldu?Paris'te, Brüksel'de bu kişiler birer bomba olup patladı. Terörü koruyan Avrupa'ydı ama suçlanan Türkiye oldu. Uyarıları ciddiye almayıp bu kişileri koruyan ülkeler bile Türkiye'yi suçladı.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin IŞİD'le bağlantılı olduğunu iddia etmeye kalkıştılar. Garip bir senaryo servis ediliyordu


Erdoğan'ı devirmeye çalışan paralel örgütün MİT TIR'ları operasyonu ile “Teröre destek veren ülke” ihalesi bu geniş senaryonun bir parçasıydı.



Türkiye, bu suçlamaların baskısı altında kaldı. Büyük oranda da etkilendi. IŞİD'le bağlantısı olmadığını ortaya koymak için mücadele vermeye başladı. 

Aslında buna gerek yoktu, böyle bir savunma durumuna girmemeliydi bile.

MİT TIR'ları olayı ile Avrupa genelindeki Türkiye-IŞİD yaygarası aynı eller tarafından planlanıyordu. Türkiye'ninsuçluluk duyması yerine bu merkezleri hedefe alması gerekiyordu. Ama öyle olmadı. Savunmacı bir psikolojiye teslim olan Türkiye örgüte karşı amansız bir mücadeleye, tabi ülke içinde de bombalar patlamaya başladı.



Yeni bir düşman, yeni savaş ihalesi

Dikkat ederseniz IŞİD'le mücadele konusunda en keskin ve net ülke Türkiye. Örgütü PYD-PKK ile eşdeğerde tutması ilkeli bir duruş anlamına gelse de birileri Türkiye'ye yeni bir düşman tayin ediyor,yeni bir savaş ihale ediyordu. Yanlış anlaşılmasın, IŞİD'i haklı gösterecek, örgütle mücadeleyi yanlış bulacak bir anlam çıkarılmasın. Benim dikkat çekmeye çalıştığım şey, Türkiye'nin gözlerini kör etmeye dönük bu senaryodur.
 



Örgütü İran'a karşı mevzilenmişken birden Kürtlerin üzerine sürenler bu sefer de Türkiye'ye yöneltmiş, aynı anda Türkiye'yi bu mücadeleye kilitlemiş, Türkiye ve Avrupa genelinde yürütülen kamuoyu çalışmaları da bizi savunmacı bir çizgiye itmiş, amaç hasıl olmuştur.


Kuzey Koridoru: Çevreleniyoruz

Kuzey Suriye Koridoru tehlikesini ilk dile getirenlerdenim. 2003Irak işgalinden bu yana bölgedeki her gelişmeyi günü gününe izlemeye çalışan biri olarak, Türkiye ile Güney'deki Müslümanlar arasında nasıl bir duvar örüldüğünü görüyordum.


 Planlamalar 2003 yılından bu yana uygulananların bir parçasıydı. Çok tehlikeli bir harita çalışması yapılıyor ama Türkiye çevreleniyordu.

Türkiye-Rusya krizinin de bu planın bir parçası olduğunu, buçevreleme operasyonunun bir halkası olduğunu düşünüyorum. Sanıldığı gibi Rusya'nın Suriye'de sadece kendi çıkarları doğrultusunda bulunmadığını, bir şekilde dolmuşa bindirildiğini düşünüyorum. İki ülke arasındaki krizi yumuşatmanın yolları aranmalıdır. 


Ancak krizi daha da büyütecek adımlarını hemen servis edileceğini de unutmayalım.

Kuzey Suriye Koridoru ve Türkiye'nin çevrelenmesi adım adım gerçekleşiyordu. Bizler reaksiyonlar gösteriyorduk ama içeride servis edilen terör başımızı kaldırmaya fırsat bırakmıyordu. Bu açıdanaylardır yürütülen terörle mücadele de tek başına PKK meselesi değildi. Mücadele edilen şey aslında terör de değildi. Savaşıyorduk, bir işgal girişimine karşı içeriyi temizliyorduk.



İç işgal projesi çöktü, IŞİD'le savaş başladı

Türkiye'nin bu kadar sert mücadele edeceğini tahmin edemediler. Bu kadar başarılı olabileceğini de düşünemediler. 


İç işgal projesi çökmüştü.

Zamanlamaya dikkat edin tam bu dönemde IŞİD ile Türkiye arasındaki keskin çatışma öne çıktı. Örgüt Türkiye'ye yönlendirildi, Türkiye de böyle bir savaşa kilitlendi. 


Senaryonun PKK sonrası için yazılan sahnesi oynanıyordu. PKK yorulmuş, geri çekilmiş, yerine IŞİD ikame edilmişti. Türkiye bu sefer de bu örgüte mücadele edecek, uzunca bir süre bölge ile ilgilenemeyecek, diğerleri de haritayı somutlaştıracak, amaçlarına ulaşacak. Yeni senaryomuz bu.

Peki biz IŞİD'le mücadele ederken onlar tam olarak ne yapacak? YinePKK ile Suriye içinde operasyonlar yapacaklar, PYD üzerinden alan genişletecekler, IŞİD'den boşaltılan yerlere PYD'yi yerleştirecekler. Biz mücadele ettiğimizle kalacağız, biz savaşacağız, onlar PYD'yi oralara yerleştirecekler. ABD'nin Suriye'deki operasyonel ortağı PYD değil mi? 

Ona silah akıtmıyorlar mı? Onu müttefik ilan etmediler mi?

AK Parti hükümeti bu senaryoyu iyi okumalı. Bizim elimizle bize tuzak kuruluyor. Biz IŞİD'e karşı koalisyondaysak PYD de koalisyonda. En azından ABD'nin ortağı. Şimdi Türkiye PYD ile ortak mı hareket ediyor, IŞİD'e karşı birlikte mi mücadele ediyor? Peki ya sonrası? 


Örgütün boşalttığı yerleri doldurmaya sıra gelince ne olacak? Dikkat edin, Türkiye'nin desteklediği muhalefeti değil, PKK'yı oralara yerleştirecekler?

Türkiye intihara sürükleniyor!

“Kuzey Suriye Koridoru, Türkiye'nin çevrelenmesi Türkiye'nin kendi eliyle mi gerçekleşecek” derken işte bunu soruyorum.“PKK'nın/PYD'nin en büyük destekçisi Türkiye” derken, “O destek Türkiye'nin içinde yuvalanmış” derken bunu kastediyorum. PYD'ye silah akıtanlara öfkemizi anlıyorum ama içeriden verilen desteği, sağlanan korumayı, hatta iddialara göre silahları, ne yapacağız?

Birileri Türkiye'nin siyasi aklını bulanıklaştırıyor. Birileri Türkiye'nin bölgeye bakışını, müdahale biçimini sabote ediyor? Birileri bizi fena oyuna getiriyor? Sadece dışarıdan değil, içeriden de tuzağa sürükleniyoruz. Aklımızı başımıza almazsak, birkaç yıl sonra kendiayağımıza sıktığımızı hatta intihar ettiğimizi göreceğiz.

O sınırların hiçbir anlamı kalmayacak

Rakka'da ABD ile PYD beraber operasyon yapıyor. PKK unsurlarıHalep'ten Rakka'ya kadar Suriye'de nüfuz sahası oluşturdu. Bizse hala sınırlarda oyalanıyoruz, sınırları koruma derdindeyiz. O koridor oluşunca sınırın hiçbir anlamı kalmayacağını hala tam anlamıyla kavrayabilmiş değiliz.

Asıl kıyamet IŞİD'le mücadele sonrası kopacak. Türkiye'yi hem Suriye'den hem de içeriden vuracaklar. Yüzlerce kilometrelik cephe açılacak. Kemal Kılıçdaroğlu'nun “kan dökülecek” ifadesi sadece bir siyasi seviyesizlik örneği değildir. İşte o zamana hazırlığın işaretlerini vermektedir. Türkiye'nin Başkanlık Sistemi'ne geçiş mücadelesi vereceği o günlerde hem içeriden hem dışarıdan saldırılar başlayacaktır.

Bir yıkım dalgası inşa etmeye çalışıyorlar. Operasyonun büyüğü Türkiye içinde yapılmaktadır. Evet, birileri siyasi iradeye, siyasi perspektife rağmen, yaklaşan tehditleri kamufle etmekte, el altından Türkiye'ye çok ciddi tuzaklar kurmaktadır. Ama biz bu tuzakları boşa çıkarmayı da bileceğiz.

YENİ ŞAFAK / İbrahim Karagül