1 Ağustos 2015 Cumartesi

KİMLİK TERCİHİMİZ : Müslüman Sadece Müslüman’dır. Her insan bir kimlik taşır. Kimlik, kişinin hayata bakışını, duruşunu, tavırlarını belirleyen değerleri içinde barındırır. İslami kimlikte bu kimliklerden biridir. Müslümanım diyerek tercihini yapan tüm bireylerin artık bağımsız, başına buyruk hareket edemeyeceği, vahyin belirlediği bir hayatın ikame edilmesinin şart olduğu, İslami kimlik tercihinin bir sonucudur.





‘Ben kimim, niçin varım, neyi hedefliyorum?’ gibi insanın varoluşuna tekabül eden temel sorulara verdiğimiz cevaplarla bir kimlik tanımlaması yaparız. Evrene, hayata, insanlara ilişkin temel kabullerimiz ve bu çerçeve içinde kendimize biçtiğimiz misyon, kimliklerimizi oluşturur.

İnsanlık tarihi boyunca sürekli olarak tağutlar, insanlığa yeni kimlikler biçmeye çalışmışlardır. Bu kirli kimliklerin dayatılması, İslami kimliğin tahrif edilmesiyle toplumlar sömürülmeye ve güdülmeye müsait hale getirilmiştir.

Yeryüzünde görülen kargaşa ve kaosun ilk ve temel sebebi, toplumların fıtrat ile uyumlu kimliklerinin yıkılması olmuştur. İnsanları bir araya getiren temel bağ olan tevhidi kimlik çözülünce kabile, ırk, ulus, sınıf, tarih, toprak bağlarını şirk ekseninde önceleyen kimlikler türetilmiştir.

Yaşadığımız coğrafyada da “Kemalist” kimliğin zorla yerleştirilmesi sürecinin acı sonuçlar doğurduğu görülmüştür. Tek tipleştirici, dayatmacı zorba düzen toplumun örtüsüne, ahlaki değerlerine, aile algısına, ümmetçi bakışına ve ekonomik değerlerine savaş açmış, bu değerleri yok saymıştır. Batıdan devşirilerek oluşturulan yeni kimlik, darağaçlarıyla, bombalamalarla ve köy enstitüleriyle kendisini kabul ettirmeye çalışmıştır.

Günümüz cahili sistemlerinin bizlere dayattığı çeşitli batıl kimliklerle varolan kimliğimiz bulandırmaya, eritilmeye veya yok edilmeye çalışılmaktadır. Oysa bizler Müslümanlar olarak kimliğimizi sahih değerlere dayandırdığımız ve ona sahip çıktığımız müddetçe ayakta kalabilir ve tutarlı, istikrarlı bir mücadele sürdürebiliriz.

Demokratik sistemlere entegre edilmeye çalışılan Müslümanlar, ılımlı, muhafazakar, sağcı, milliyetçi, reformist, modern, demokrat, laik, liberal, feminist, hümanist, kapitalist, sosyalist, seküler gibi batıya ait ait değerlerle bezenmiş kimliklere sokulmaya çalışılmaktadır. İslami kimliğin ilk adımı olan “La” bilinci tüm bu üretilmiş kimlikleri reddetmeyi gerekli kılar. Çünkü “Muvahhid”, “Müslim” kimliği tek kimliğimizdir.

Son yaşanan hadiselere baktığımızda da bu saçma ve ifsad edici kimlik çatışmasının sonuçlarını rahatlıkla görebiliriz. Halklar etnik, ideolojik, cinsiyet, ekonomik ve üretilmiş dini kimlikler üzerinden bölünerek çatıştırılmaya müsait hale getirilmiştir. “Türk,” “Kürt,” “ulusalcı,” “laik,” “demokrat,” “milliyetçi,” “barışçıl,” “cihadi,” “ılımlı,”… gibi kamplaşmaları sağlayanlar, ardından bu safları yeri geldiğinde, birer tehdit unsuru olarak birbirlerine kırdırabilecek zeminleri de hazırlamaktadırlar.

Ortadoğu halklarını, “Sünni,” “Şii,” “Kürt,” “Arap,” kimlikleri üzerinden parçalamaya çalışan günümüz emperyalistlerinin bu tuzağına maalesef Müslüman halklarda yer yer düşmektedir. Her biri yıllardır içiçe yaşamış olan halklar kumanda edilerek çatıştırılmaya müsait hale getirilmiştir. Sen ‘şusun,’ o da ‘bu’ diyerek kavgaya sokulan bu insanların ardından elleri ovuşturanlar emin olun yeyüzünü ateş çukuruna dönüştüren emperyalistlerdir.

Son olaylara baktığımızda, İslami anlayışın düşmanı olan PKK/PYD/HDP anlayışı “Kürt,” kimliğinin savunuculuğu rolüyle sahne almış ve onlarca Müslüman Kürt kardeşimizi katletmiştir.

Oysa İslami Kimliğin bilinçli taşıyıcıları bu tuzaklara düşmemelidirler. Sahip oldukları İslami Kimlik onları duyarlı ve uyanık kılmalıdır. Irkçı, seküler tüm anlayışları reddetmeleri zaruridir.

Bilinmelidir ki, Allah, insanın kimliğinin sınırlarını belirlemek için hayata müdahale etmiştir. Bu, vahyin inşa ettiği kimliktir; yani İslami kimliktir. Peygamberler sürekli olarak böyle bir kimliğin oluşumu için çalışmışlardır. Bu kimliğin sahipleri salt tepkisellik ve duygusallık ile hareket edemezler. Onlar itidalli, dengeli, vasat davranışlar sergilerler. Onlar ancak alemlerin Rabbinin direktifleriyle yaşarlar. Kur'an'i yaşam tarzına göre düşünürler, eylemlerini Kur'an'i ölçülere göre yaparlar. Allah'ın kendilerine verdiği “Müslüman” kimliğinin başına bir ek takmazlar. Allah'ın kendilerine yüklediği misyon, onlar için kutlu bir mesajdır.

İslami kimlik, insanın din olarak İslam’ı seçmesiyle başlar. Din olarak İslam’ı seçen kişi Müslüman olur ve Müslüman olarak hayatını sürdürürken uyması gerekli olan kanunları yani emir ve yasakları İslam’dan alır. Yani ‘nasıl yaşayacağıma dair kanunları koyacak olan yalnız Allah’tır’ der. İşte bu seçim ona bir kimlik kazandırmıştır. Bu kimlik İslami kimliktir. İslami kimlik sahipleri bu kimliğe sahip olurken ilk söyledikleri cümle Allah’ın ilahlığını ve rabliğini kabul ediyorum. Tüm sahte ilahları ve rableri, tağutları reddediyorum olur.

Unutulmaması gereken önemli husus, Müslümanlar olarak sahip olmamız gereken kimliğimizin, bizi silik, edilgen, sıradan birer canlılar topluluğu olmaktan çıkarıp, izzet ve sorumluluk sahibi bir ümmet olma bilincine eriştirmesi gerektiğidir.

Müslüman Sadece Müslüman’dır


Bid'at, dinde temeli olmayan inançları ve ibadet şekillerini İslami bir kılıfla İslam'a yamamaktır. İslam dışı görüş, inanış ve tapınmaları İslam'a mal etmektir.



İçinde bulunduğumuz toplumda gördüğümüz şekilsel, ameli bid'atlar, İslam ile beşeri bir dünya görüşünü sentez yaparak tamamlanmış olan bir dine saygısızlık işleyenlerin, bu sentez sonucu oluşan bid'at düzenlerinin ayakta kalmasını sağlayan davranışlardır. Bundan dolayı bez, çaput bağlamak gibi sapkınlıklar yerine bu sapkınlıkların var olabildiği ve kendilerini İslam ile ilişkilendiren sistemlerin, tuzaklarını incelemeyi daha uygun bulmaktayız.


Allah(c) kendi dini olan İslam'ı, peygamberin tebliği ile insanlara ulaştırmıştır ve onu tamamlamıştır. Hz. Muhammed (s), yaşayarak ve uygulayarak İslam'ın ne olduğunu ortaya koymuştur. Hiçbir insanın bu dine müdahale hakkı, onu eksiltme veya ona bir şey ilave hakkı yoktur.


"..... Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim ....” (5/Maide,3)


Müslümanların yaşamış olduğu topraklarda, bazı güçlü azınlıkların, diğer topluluklar üzerinde egemenlikler kurmak, belli bir kesime menfaat sağlamak ve egemenliğin belli kişiler tarafından paylaşılmasını oluşturmak için ortaya koydukları düzenleri görmekteyiz.



Milliyetçi, Demokrat, Sosyalist, laik, kapitalist vb. gibi beşeri unvanları İslam’ın başına getirerek milliyetçi-Müslüman, Müslüman-demokrat, laik-Müslüman, kapitalist-Müslüman gibi sentez arayışları dinin tamamlandığını bildiren Rabbimiz Allah'a karşı yapılan eksiklik iftirasından başka bir şey değildir.



Milliyetçilik, normal bir his ve duygu değil, insanın tüm ferdi ve toplumsal davranışlarını kontrol altına almak isteyen siyasal ve sosyal bir nizamdır. Bu sebeple çerçevesi vahy ile belirlenmiş, ferdi ve toplumsal nizamı kurmayı amaçlayan İslam ile milliyetçilik arasındaki uyuşmazlık kaçınılmazdır.


İnsana, ruhi eğilimler ve ahlaki düşüncelerden soyutlanmış maddi bir varlık olarak bakan Kapitalizmi, toplumun manevi bir yüceliğe, ruhi ve ahlaki ulviyete sahip olmasının gerekliliğine önem İslam dini ile birlikte zikretmek ve kapitalist olmakla beraber Müslüman olunabileceğini iddia etmek de Allah'ın dinine saygısızlıktır.


Halkın yönetime katılması ve çeşitli özgürlüklerin vaat edildiği bir dünya görüşü olarak tanıtılmakla beraber, biraz tefekkür ettiğimizde egemen güçlerin ve sermaye sahiplerinin toplumlara hükmetme aracı olarak her yöne çekilebilmiş ve farklı tanımlanmış bir ideoloji olmaktan kurtulamayan Demokrasi de İslam’a yama olamayacak seküler bir biçimdir.


Batıda kilise ve din adamları zümresinden kurtulmanın çaresi olarak ortaya çıkan Laikliğin, sosyal hayatı imar etmek için nazil olan ve her türlü sınıfsal bölünmenin karşısında yer alan Kur'an'a ve O'na iman ettiğini açıklayan insanların bir arada yaşadığı toplumlara ithali de kabul edilemez.


İnsanları kullara kulluktan kurtarıp, sadece Allah'a kul yaparak ve bu şekilde hem dünyevi huzurun ve adaletin sağlanmasını, hem de insanların önüne bu hizmetlerinden dolayı ebedi olan nimetlerle dolu bir hayatı vaat eden İslam'ın, insan hayatından soyutlanması nasıl mümkün olabilir?


Kalem yazmak, kibrit kıvılcım çıkarmak, su akmak için yaratıldığı gibi İslam'da yeryüzünü imar etmek için gönderilmiş kâmil bir dindir.


İslam, tüm dinlerin ve mesajların sonuncusu, insan hayatının yegâne metodu olan bir düzendir; ve "Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmeyecek, O, ahirette de kayba uğrayanlardan olacaktır." (3/Al-i İmran, 85)


Hak ile batıl, ayrı ayrıdır. Doğru ile yanlış asla birleşemez. İslam'da biat(seçim), şura, din hürriyeti, hoşgörü, ilkelerinden hareketle; şirk ve zulüm düzenlerini, İslam'a aykırı yapılanmaları İslami sayma girişimleri Allah'ın dininden olmadığı halde ona sokulan bi'dat ve hurafelerdir. İslami olmadığı halde İslam kılıfıyla sunulan bütün inanç, amel, tavır ve anlayışlara karşı duyarlı olmak ise bizlere düşen temel görevlerdendir.



Hamza Er
Milat



Başkalarını ateşe çekip götürme özgürlüğü var mı? Durmak Yok, Çirkefliğe Devam.


Herkes inandığı değerlere göre konuşur, hesap güder. Rahatsız olduklarımız veya memnuniyet duyduklarımız kendi inanç penceremize göredir. Bizler gençliğimizin, evlatlarımızın haya ve edeb duygularıyla sağlam yetişmelerini arzu ederiz. İnsanımızın, şehvetleri gıdıklayan, haz merkezli davetlere karşı korunması gerektiğine inanırız. Çünkü Kur'an'a iman etmişizdir. Çıplaklığın şeytani bir tuzak olduğunu bizlere Adem kıssasında bildiren Rabbimiz, örtünme ayetleri ile hayata müdahale ederek neslin korunmasını, aile kurumunun yıpranmamasını murad emiştir.


İsrail’e karşı olmak Müslümanlığımızın gereğidir


Siyonist saldırganlığın hız kazandığı şu günlerde, meydana gelen çatışmalar, yaralılar ve ölüm hadiseleri, Müslümanlığını beyan edenler içerisinde halen bir haber bülteninden öteye geçememektedir. Bu şuursuzluk, yapılan siyonist saldırıların İslami boyutunu bilememekten, ya da İslam’ı tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Yoksa bağrımıza hançer gibi saplanan, insanlıktan biraz nasibini almış kişileri bile hayrete düşüren bu vahşet sahnelerine başka türlü nasıl duyarsız ve tepkisiz kalınabilir ki…


Bu yaşananların arka planını yeniden konuşmak, biz iman edenler için Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın taşıdığı önemi yeniden hatırlatmak, siyonist düşünceye karşı olmanın bir tepkisellikten öte bir ibadet olduğunu vurgulamak, direniş ve mücadele ailesine yeni fertler kazandırması yönüyle tarafımızdan önemli görülmektedir.


Siyonizm, İsrailoğulları'nın dünya egemenliğini kurmak, Yahudiler dışındaki tüm insanları Yahudilere köle yapmak ve vaat edilen toprakları elde etmek için uygulamaya koydukları projenin adıdır. Bu inanış proje olmaktan çıkmıştır. Binlerce yıldır gerçekleştirilmesi için planların yapıldığı bir ideolojidir. Bu ideoloji uzun yıllar gizli örgütler tarafından temsil edilmiş ve bu örgütler faaliyetlerini büyük bir gizlilik içerisinde sürdürmüşlerdir.



Siyonizm'in ortaya çıkışının altında, Yahudilerin yani İsrailoğulları'nın bitmez tükenmez ihtirasları ve bu ihtirasın geldiği noktada dünyaya hâkim olma idealleri yatmaktadır.



Siyonistler bu çalışmalarını gerçekleştirirken aynı zamanda ibadet ettiklerini düşünürler. Çünkü gerçekleştirmeye çalıştıkları, tahrif edilmiş Tevrat’ta yazılmış bir ilahi mesajdır. Bu mesaja kulak vermek ve tabi olmak Rabbe karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir.



Hahamlar Tevrat’ı tahrif ederken, sapkın üstün ırk inançlarını ve bu ırkın yaşayacağı toprakların sınırlarını da çizmeyi unutmamışlardır. Tevrat'a göre Allah, Yahudilere Kenan diyarını vaat etmiştir. Yahudi bir dünya gerçekleşmeden önce bu topraklarda sadece Yahudilerin yaşadığı bir devlet kuracakları inancı vardır. Bu devlet büyük dünya krallığının merkezi ve idare yeri olacaktır.



Siyonist Yahudiler ayrıca Mescidi Aksa'nın Siyon mabedinin bulunduğu yerin üzerine yapıldığını ileri sürmekte ve bu mescidi yıkarak yerine onu inşa etmek istemektedirler. Bundan dolayı sayısız kez Mescidi Aksa’ya sabotaj düzenlemişlerdir. Yıkılabilmesi için halen altını boşaltma amaçlı kazıları gerçekleştirmektedirler. Bunlar zalimlerdir ve korkarak girmeleri gereken mekânlarda üstünlük taslayarak, kibir ile yürümektedirler.



Siyonistler gerçekleştirdikleri bütün çalışmaları batıl dinlerinin gereği olarak yapıyorlar. Yani kendi vicdanlarına göre ibadet ediyorlar. Kulluk yapıyorlar. Kendilerince büyük ilahi emrin yerine gelebilmesi için şartları oluşturuyorlar. Yani siyonistler görevlerini yapıyorlar.



Esas sorgulamamız gereken, siyonistler görevlerini yaparken bizler ne yapabiliyoruz olmalıdır. Daha Mescidi Aksa’nın yerini haritadan gösteremeyen, çatışmaları Arap, İsrail savaşı olarak yorumlayan, haber bültenlerinden birkaç dakikalık görüntüleri savaş filmi gibi izleyen Müslümanlar olduğu müddetçe meydan tabii ki zalimlere kalacaktır. Çevresinde tüm bu yaşananlara karşı duyarsız ve umursamaz bir şekilde bakarak cennet hayali kuranlar büyük bir yanılgı içerisindedir. Kıldığı nafileler ve çektiği tesbihatlar ile ibadet ihtiyaçlarını giderenler, ihmal ettikleri öncelikli ibadetlerin farkında olamamaktadır. Farkında olanlar da, karşı gelmek güç geldiğinden üç maymunu oynamayı tercih etmektedir.



Artık şu bilinmelidir ki, İsrail’e karşı olmak Müslümanlığın gereğidir. Yeryüzünü ifsad eden tüm güçlere karşı net bir mü’min tavrı ortaya koyabilmek, batıl cephesine karşı hak cephesinde yer alarak gücünü bu yönde mücadele ederek harcamak imani zorunluluktur. Mukaddes mekanlara el uzatan necis elleri bertaraf edebilmek için mücahede içerisinde bulunmak ve bulunan izzetli orduları desteklemek şarttır.



Antisiyonist olmak ihmal ettiğimiz bir ibadettir. “Mescidi Aksa’da namaz kılın, eğer kılamazsanız kandillerinde yanmak üzere zeytinyağı gönderin” diyen Peygamberimizin(s) emri gereği Mescidi Aksa ve çevresinin namazgah, yalnızca Allah’a secde edilen birer secdegah olabilmesi için tüm imkanlarımızı seferber etmektir zeytinyağı göndermek… Burası mukaddes bir beldedir, mukaddesatınıza sahip çıkın demektedir Hz. Peygamber(s)…



Çevresi ve kendisi mübarek kılınan, Allah’ın elçilerinin mekanı, isra ve miraç mucizesinde işaret edilen, ilk kıblemiz olan Mescidi Aksa, tüm Müslümanların ortak değeridir. Mescidi Aksa sadece Filistinlilerin değil bütün dünya Müslümanlarının kutsal mabedidir. Bu kutsal mabede hep birlikte sahip çıkmak, siyonistlerin bütün çabalarını boşa çıkarmak ihmal edilemez ciddi bir ibadettir. Bugün Kudüs ve Filistin'deki Müslümanlar o kutsal mabedi tüm dünya Müslümanları adına korumakta ve bu konuda her türlü fedakârlığı göze almaktadır. Dünya Müslümanları da vakit geçirmeden bu mücadele safında yerlerini almalıdırlar.


Hamza Er
Milat


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder