Zülkarneyn Kıssası, Kehf Suresin de anlatılan son kıssadır. Bu kıssanın iniş sebepleri ile ilgili çeşitli rivayetler vardır ve bazılarına göre müşriklerin, bazılarına göre de Yahudi’lerin Hz. Resulullah'a (sav) yönelttikleri bir kısım sorular üzerine bu Ayet-i Kerime’ler indirilmiştir.(1–10)
”Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: Size ondan bir anı okuyacağım.”(18/Kehf/83)
Zülkarneyn Kimdir?
Günümüze kadar Zülkarneyn’in kimliği veya kim olduğu konusunda çok farklı yorumlar yapılmış olmasına rağmen, Zülkarneyn’in bir peygamber mi, bir veli mi ve hatta bir insan mı yoksa bir melek mi olduğu konusunda dahi fikir birliğine varılamamıştır.(1-3,7,11)
Zülkarneyn, Arapça bir kelimedir ve “Zü” ve “Karneyn” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. “Zü”, bir şeyin sahibi demektir. “Karneyn” ise tekil olan “Karn” kelimesinin çifti yani iki tanesi anlamındadır. “Karn” sözcüğü boynuz, asır, nesil, yüzyıl (1,4,12) bir zamanda beraber yaşamış olan topluluk manalarına gelebildiği gibi insanın tepesine ve özellikle başının yanlarına, yani şakaklarına (hayvanda boynuzunun yeri) ve erkeklerin perçemine, kadınların zülüflerine, güneşin çemberinin kenarına ve bir toplumun başında olan efendisine de karn denilir. (4) Tefsirlerde “Karn” sözcüğünün özellikle boynuz, nesil, devir, çağ ya da yüzyıl gibi anlamları ön plana çıkarılarak, Zülkarneyn tabiri genellikle “İki Boynuzlu Adam”, “İki Çağın veya Devrin Adamı” anlamlarında kullanılmış ve müfessirler bu tanımlamalardan daha çok ilkine yani “İki Boynuzlu Adama” temayül göstermişlerdir.(12) Bu nedenle, Zülkarneyn, genellikle yeryüzünde hâkimiyet ve saltanat sahibi, güçlü bir kral olarak düşünüldüğü için, Aristo’nun öğrencisi Makedonyalı İskender,(1-8,10,13,14) Himyerli Ebu Kabir Şemmar,(6,7,10) Feridun adındaki İran hükümdarı,(3,5,6) Merzuban b. Merduba el-Yunani, Hermes, Ziyeden el-Himyeri, Yemen krallarından Sa’b b. Rayiş, (2,3,5,6) Fars kralı Melik Kurş, (1,7) Kisra (6,15) olduğu söylenmiş ve daha başka isimler de zikredilmiştir.(1,2,16)
Zülkarneyn’in Yolculukları
Tefsir bilginlerine göre Zülkarneyn, ilki batıya, ikincisi doğuya, üçüncüsü ise kuzeye olmak üzere üç yolculuk yapmıştır.
“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği) bir yol verdik.” (18/Kehf/84)
Zülkarneyn, yeryüzünde kudret ve kuvvet sahibi olan, istediği her işi yapabilmesi veya her amacına ulaşabilmesi için açıktan veya gizliden ilim, irfan, âlet, araç ve vasıtalar gibi akla gelebilecek bütün maddî ve manevî imkânla donatılmış, Allah’ın (cc) verdiklerini tereddütsüz yine O’nun yolunda ve O’nun rızası için kullanan salih bir kuldu.(1,3-10,12-15,17-20) Bu imkân ve vasıtalarla,
“O da bir yol tuttu.” (18/Kehf/85)
“Güneş’in battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu……….” (18/Kehf/86)
Zülkarneyn, ilk yolculuğunda batıya doğru giderek, nihayet güneşin battığı yere ulaştı (1-10,12-15,18-21) ve güneşi balçıklı veya kızgın bir pınar içinde batıyor buldu. (1,4,7,10,16)
Bu yolculuğun sonunda, Zülkarneyn’in, Tunus, Cezayir veya Fas kıyılarına (14) veya Atlas Okyanusuna, (2,4,9,14,16) bir görüşe göre Kara Denize, (2) bir görüşe göre de Ege Denizi (15) kıyılarına kadar gitmiş olabileceği ifade edilmektedir. Zülkarneyn, burada bir toplumla karşılaşır,
“…..Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.” (18/Kehf/86)
“Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.” (18/Kehf/87)
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (18/Kehf/88)
“Sonra yine bir yol tuttu.” (18/Kehf/89)
“Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (18/Kehf/90)
Zülkarneyn her türlü imkâna sahip olarak yeryüzünün batısına yaptığı seferden dönerek, bu defa yeryüzünün doğusuna doğru yolculuğa çıkıyor (9) Tefsirlerde, Zülkarneyn’in bu yolculuğunda, Afrika (2-4,9) veya Asya’nın (2,3,5,9,10,18) doğu kıyılarına kadar gitmiş olabileceği belirtilmektedir. Aslında Kur'an-ı Kerim, Zülkarneyn'in vardığı ve güneşin doğuşunu gördüğü bu yeri belirlemiyor, sadece bu yerin özelliğini ve orada karşılaştığı toplumun durumunu anlatıyor. Güneş’in doğduğu yere varınca güneşi, öyle bir toplumun üzerine doğarken buldu ki, onlarla güneş ışıkları arasında hiçbir engel, hiçbir sütre koymamıştık. Yani dümdüz bir araziye ulaşmıştı. (2,4,9,12) Çölleri ve geniş ovaları andıran bu arazide, güneş ışıklarını engelleyecek veya önleyecek bir tepe veya orman gibi bir şey yoktu.(2-4,9,12) Onlar, üzerine bina yapılamayan öyle bir arazide bulunuyorlardı ki, güneşin ışınlarından korunabilmek için yer altındaki mağaralarda, izbelerde barınıp gölgeleniyorlardı (5,7) veya onlar güneş batıncaya kadar suya giren,(2,7,9,10,14) güneş battıktan sonrada geçimlerini temin etmek için tarlalarına çıkan (5,7) veya elbise giymeyen çıplak vaziyette yaşayan ilkel bir kavimdi.(2,7,9,10,14)
“İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.” (18/Kehf/91)
“Sonra yine bir yol tuttu.” (18/Kehf/92)
“İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.” (18/Kehf/93)
Zülkarneyn, muhtemelen kuzeye doğru yaptığı bu son yolculuğunda, iki set veya dağ arasına varmış ve burada bir set inşa etmiştir. (1,3-10,12-15,18-21) Fakat Zülkarneyn'in ne "iki set" arasında vardığı yer hakkında ve ne de bu iki setin nerede olduğu hakkında kesin bir şey söylenemiyor. Ayet-i Kerime’den sadece Zülkarneyn'in aralarında bir boşluk veya geçiş yeri bulunan iki doğal engel ya da sonradan yapılmış iki set arasında bulunan bir bölgeye vardığı anlaşılmaktadır.(1,4,9) Tefsir bilginlerine göre Zülkarneyn üçüncü yolculuğunda;
- Asya’nın kuzey doğu tarafında Türk topraklarının bittiği bir bölgeye gittiği, setinde Çin seti olabileceği (1,2,4,6,7,15,16,20)
-Ermenistan ile Azerbaycan tarafında Türkistan topraklarının bittiği yerde yer alan Kafkas dağlarına kadar gittiği ve setinde Demirkapı adı verilen yerin olabileceği (1-5,7-10, 12,13)
-Setin Hazar denizinin balı yakasında yer alan Derbend seti diye bilinen yer olabileceği (1,7,14) veya
-Zülkarneyn’in karşılaştığı iki dağın Hazar Denizi ile Kara Deniz arasında uzanan dağların bir kısmının olabileceği (15) veya
-Setin Sibirya bölgesinde olabileceği (2,4) gibi çeşitli yorumlar yapılmıştır.
“İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.” (18/Kehf/93)
Zülkarneyn iki set arasına vardığında orada bir kavimle karşılaştı. Kur'ân-ı Kerim’de bu topluluğun hangi kavim olduğu açıkça anlatılmamıştır. (16,17) Fakat müfessirler, bu kavmin eski İskitler,(3,14) Moğol ve Tatarlar1,12 veya Türklerin (2-4,13) olabileceğini ifade etmişlerdir.
Bu kavim, Zülkarneyn’e yurtlarını talan eden, saldıran, bozgunculuk çıkaran ve bozgunculuğun yaygınlaşmasına neden olan Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı, verecekleri bir miktar mal karşılığında bir set yapmasını önerdiler. (9)
“Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” (18/Kehf/94)
"Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.” (18/Kehf/95)
Ye’cüc ve Me’cüc
Kur’an-ı Kerim’de, Ye'cüc ve Me'cüc’ün kim olduğu, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında bilgi verilmemiştir. (2) Fakat müfessirler bu konuda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Tefsirlerde Ye'cüc ve Me'cüc’ün, Hz. Nuh’un oğlu Yafes’in soyundan gelen iki kabile olabileceği (2,7) veya Ye'cüc'ün Türklerden, Me'cüc'ün Ceyi ve Deylam kabilelerinden olabilecekleri (10) veya bunların Mançurlar ve Moğollar, (6,9,12,16,22,23) Tatarlar, (6,9,12) Kırgızlar, (23) Türkler (6,7,10) veya Çinli’ler olabileceği ifade edilmiştir. (20,22,23)
“Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)
Zülkarneyn, bu kavmin kendine sunduğu malı reddetti ve karşılıksız olarak seti yapmaya karar verdi ve bu toplumdan maddi ve bedensel güçleriyle kendisine yardımcı olmalarını istedi. Siz bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranızda aşılmaz bir set çekeyim. Bana demir parçaları getiriniz. Onlar da demir parçalarını toplayıp iki engel arasındaki boşluğa yığdılar. Getirilen demir parçalarının oluşturduğu yığın yanlardaki setlerin tepeleri ile aynı düzeye çıktı. Daha sonra Zülkarneyn, Adamlara `körükleri çalıştırınız' dedi." Demir yığını şiddetli alevin ve kızgınlığın etkisi ile "ateş haline gelince", "Bana biraz erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim dedi." (9)
“Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.” (18/Kehf/97)
“Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.” (18/Kehf/98)
“O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.” (18/Kehf/99)
a - sebep ( yol bilgisi )
Kehf suresi 84-85-89-92. ayetlerinde geçen ve Zülkarneyn'in en temel yeteneğinin yapısını oluşturan " sebep " kelimesine sözlüklerde; arzın menzili, konakları, menzil bilgisi manaları verilmiştir.
Nitekim yerleşik bir yönetici olmayan, yeryüzünün çeşitli istikametlerinde seferler düzenleyen Zülkarneyn'in bu gücü ve başarısı; Allah'ın ona bahşettiği arz üzerindeki yolların bilgisine vakıf olması ve bu bilgiyi kullanarak, güçlerini istediği mıntıkalara intikal ettirebilmesidir.
Takdir edilmelidir ki engin yeryüzü coğrafyasında uzun mesafelerde, gittiği bölgelere egemenliğini kabul ettirecek kadar ordu intikal ettiren, onları yedirip içirebilen, geri dönüşlerini sağlayabilen bir yöneticinin engin bir bilgi ve donanım sahibi olması gereklidir.
" Ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmenin sebebini öğretmiştik. " 18/84
" O da, o işin sebebine sarılıyordu. " 18/85