18 Şubat 2015 Çarşamba

ÖZGE CAN CİNAYETİ ve İSLAMDA KISAS VE HÜKÜMLERİ :


ÖZGE CAN CİNAYETİ ve İSLAMDA KISAS VE HÜKÜMLERİ :

 Biri Şeriatı kaldırıp ahlaksızlığı getirirse , Birileri de idamı kaldırıp suça teşfik eder. Gençliği ve Toplumu içten içe zehirleyen, ahlaksızlığa özendiren , Bu dizilerin hiçmi suçu yok? Fuhuş,uyuşturucu ve alkolü medeniyet olarak lanse eden, Boyalı basın ve görsel yayınların hiç mi suçu yok ? Pornoma dokunma diye Afiş açanlar, Sevişirim evlenmem, hamile kalırım doğurmam diyen zihniyetin hiç mi suçu yok ?





Ateş Düştüğü Yeri Yakmasın (1)

Fatma Tuncer

Özgecan hayatının baharında acımasızca katledildi. Annesi “bir çocuğun okula gitmek üzere dolmuşa binmesi suç mu? diye soruyor. Fakat bu soruya verebilecek bir cevabımız yok. Zira annenin sorusuna onlarcası ekleniyor ve her seferinde sessiz kalıyoruz:Çocuklarımızı parka göndermek suç mu?

Çocuklarımızı okula göndermek suç mu? Çocuklarımızı evde bırakmak suç mu? Çocuklarımızı markete göndermek suç mu? Çocuklarımızın sokakta oyun oynamaları suç mu? Caniler, evde, okulda, sokakta otobüste ve hayatın her noktasında karşımıza çıkıyor ve çocuklarımızı bizden koparıyorlar. Korkuyor ve kendimizi güvende hissedemiyoruz. Güvenlik çemberimizi koruyan değerler zayıfladıkça, canilerin sayıları artıyor ve can güvenliğimiz ortadan kalkıyor. Çocuklarımızı koruyabilmek için kanatlarımızı alabildiğince açsak da çoğu zaman yetersiz kalıyoruz.

Yine de tedbiri elden bırakmıyor ve çocuklarımıza şu tavsiyeleri hemen her sabah veriyoruz: Otobüste yalnız kalmışsın in ve başka aracı bin.

Tanımadığın bir kişi tarafından takip edildiğini hissettiğin an, bizi ara ve bilgi ver Tanımadığın kişilerin evlerine gitme, bu kimselerle özel meselelerini paylaşma Kendin için güvenli olan yolu seç… Lakin bizler ne kadar önlem alırsak alal ım tehlike saçan katiller bir şekilde içeri sızıyor ve katletmeye devam ediyorlar. Yasımız hiç dinmiyor, cenazelere her gün bir yenisi daha ekleniyor ve anne babaların dilinden şu sözler dökülüyor:

“Başka anne babaların canı yanmasın” Fakat bu temenniler hak ettiği yere ulaşamıyor ve anne babalar acı üstüne acı yaşıyorlar. Özgecan’ın ardından tepkiler bir kez daha yükseldi. Fakat yeterli değil. Toplumun hangi kesiminde yer alırsa alsın, “insanım” diyebilen herkes bu vahşete karşı tepkisini ortaya koymalıdır. Özellikle kız babaları kızlarının ellerinden tutup sokaklara dökülmeli ve mağdur anne babaların sesi olmalıdırlar. Bir sorunun kaynağına inmeden, çözümüne ulaşmak mümkün değildir. Dolayısıyla mağdur anne babaların sorunları gündeme gelirken, bu canileri yetiştiren annelerin durumu da ele alınmalıdır. Her insan bir annenin eğitimi ile şekillenir.

Kadınlara vicdanlı, iradeli ve maneviyatı kuvvetli çocuklar yetiştirebilmeleri için gerekli eğitim ve destek verilmelidir. Anne baba okulları adı altında yapılan çalışmalar, İslami eksen etrafında yeniden şekillenmeli ve anne babalara İslami bilinç aşılanmalıdır. Yoksa yeni caniler yetişmeye ve yeni acılar yaşamanya devam edecektir. Bundan hiç şüpheniz olmasın.





'TECAVÜZCÜLERİ ŞİRİN GÖSTEREN SİZ DEĞİL MİYDİNİZ?'





Özgecan’a yapılanların bir benzeri yıllar önce çok yakın bir akrabamın kız çocuğuna yapılmıştı.

O şerefsiz cani 20 yıl falan yatıp çıkmıştı.

Özgecan’a reva görülen vahşete muttali olduğumda evvela aklıma, ölene kadar kanlı yaşlar döken bu akrabam geldi.

Biraz da bu yüzden Özgecan yumruk gibi oturdu içime, gitmek bilmiyor.

Biraz da bu yüzden herkesten çok öfkeliyim.

O kadar öfkeliyim ki, tecavüzcüleri “sevimli” hale getiren malum zihniyeti üreten popüler kültürün üstüne kireç dökesim geliyor.

Güya dalga geçmek için Türk sinemasında ne kadar tecavüzcü karakter varsa hepsini birden sevimli hale getirmediler mi?

Bunu diyorum işte!..

Özgecan’ın katili o şerefsiz “kafamız iyiydi” demiş ya, bunların kafası içmeden de “iyi” galiba, hem de fasılasız.

“Kafaları iyi” olmasa Nuri Alço’yu gündüz gözüyle bu denli “sevimli” hale getiremezlerdi.

Yahu adamcağızı bir halk kahramanı ilan etmedikleri kaldı.

Y kuşağının Gezici kreatif abilerinin yaptığı kimi reklam filmlerinde, Nuri Alço’ya “benim de gazozuma ilaç at” diyen genç kızlar arzı endam ediyordu.

Güya mizah yapıyorlardı.

Yerim ben sizin mizahınızı.

Nuri Alço, Türk sinemasının üçüncü sınıf filmlerinde, genellikle kadın kahramanların gazozuna ilaç atıp tecavüz eden karakterleri canlandıran bir oyuncudur nihayetinde.

Gelgelelim, bu filmlerin bile kendine göre bir ahlakı vardı. Hiç değilse tecavüzcü karakterler “kötü adamlar” olarak gösteriliyordu.

Popüler kültürün çöplüğünden beslenen Y kuşağının kreatif abileri ironi uğruna bu tecavüzcü karakterleri bile “sevimli” hale getirdi.

“Yok, biz sadece Nuri Alço’yu sevimli hale getirdik” de diyemezler; zira canlandırdığı tecavüzcü karakterler üzerinden yaptılar bunu.

Popüler kültürün zıpçıktı çocukları kaşına gözüne veya oyunculuk yeteneğine hayran kaldıkları için duvarlara Nuri Alço yazmadı. İçlerindeki “hayvanı” bu şekilde dışa vuruyorlardı; mizah işin kamuflajından ibaretti.

Aynı şeyi Tecavüzcü Coşkun (Coşkun Göğen) veya Şahin K. üzerinden de yaptılar.

Akılları sıra dalga geçiyorlardı.

Hiç unutmam, birkaç yıl önce bir maçta tribünlerdeki binlerce taraftar hep bir ağızdan, “Fatmagül’ün suçu yok biz onu Bihter sandık” diye tezahürat yapıyor, maçı canlı yayımlayan Digitürk’ün şebelek spikeri de bu kepazeliği matah bir şeymiş gibi gülerek terennüm ediyordu.

Bihter, malumunuz, Halid Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu”sunun unutulmaz karakteriydi.

TV dizisinde Bihter’i Beren Saat canlandırmıştı.

Vedat Türkali’nin “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı romanından aynı adla televizyona uyarlanan ve 2 sezon rating rekorları kıran dizideki Fatmagül’ü de Beren Saat oynamıştı.

Söz konusu dizinin senaristi iki kadındı.

Tuhaf olan, hemcinslerine, yani Fatmagül’e (Beren Saat) tecavüz edenlerin içinde yer alan Kerim’den (Engin Akyürek) bir aşık, bir kahraman yaratmakla tecavüzü (zımnen de olsa) akladıklarının farkında bile değillerdi.

Bir yanda “Fatmagül’ün suçu yok biz onu Bihter sandık” diyen kozalaklar var, diğer yanda bir kadına tecavüz eden şerefsizlerin içinde yer alan bir karakterden kahraman yaratmak için 40 dereden su getiren, geriye doğru besleme yapmak için kendini telef eden kadın senaristler...

Özgecanımızı yakan alçaklarla Tecavüzcü Coşkun gibi karakterleri “sevimli” göstermeye çalışan zihniyet arasında bir bağ vardır.

Hepsi birden “kafaları iyi” yapan, kadın bedenini metalaştıran mahut görsel - işitsel kültürün çocuklarıdırlar.

Bu tefessühün kaynağı kültürün üstüne kireç dökmek lazım, başka çare yok.


Salih Tuna / Yenişafak





Sırf sahte Milliyetçiler için söylemiyorum
Ülkemdeki islamı kirleten insan kılıklılar içinde söylüyorum bunları.











Merhametsiz Kalplere Seslenen Masumiyet Çehresi


Ahmet Polat



Acının olduğu her yerde anlamsız kalıyor bütün kelimeler. Sözün tükendiği an, sessiz çığlıklara, geride kalan fotoğraflara şahid oluyor ve teselli cümleleri arıyoruz ruhumuza hitap eden..


Fıtratından uzaklaşan insanın dünyevileşmenin etkisiyle ahlâki değerleri unutup zalimleştiğinden bahsediliyor yıllar yılı. Kalbi olan birisi nasıl böyle cinayetlerin faili olabilir, hiç mi vicdanı yoktur diye düşünüyor ve bir kez daha umudumuzu kaybediyoruz insanlığa dair..


Fedakârlığın, merhametin timsali anneler bir kelebek titizliğinde büyütür çocuklarını. Onlarla birlikte güler, yarınları birlikte düşler, birlikte dertleşir ve birlikte üşürler. Çocuklarının bir tek saçının telini sakınırlar rüzgârdan bile. Sonra insan diyemeyeceğimiz birisi çıkar ve türlü işkencelerle uçurur ebedi âleme, gözünden sakındığı evlatlarını.


Cinayet, tecavüz, gasp gibi anınca moralimizin bozulduğu kavramları ne çok duyar olduk. Gazetelerin üçüncü sayfaları kirlenmiş dünyanın izlerini yansıtıyor. Kayıp ilanları var şehrin görünür yerlerinde. Kim bilir hangi hayallerle birlikte kaybolmuştur gencecik kızlar. Her gün gözyaşlarıyla bekleyen anneler, umudu tükenen babalar ve bir telefonla gelen kötü haberler..


Toplum olarak derin bir cinnet halini yaşıyoruz son zamanlarda. Öfkesi yüzünden okunan,sözün gücü yerine şiddeti savunan binlerce kişiyle birlikte nefes alıyoruz gündelik hayatta. Peki yaratılmışların en şereflisi olan insan nasıl bu hale gelebilir..? Dünyevileşmenin kendini fark ettirdiği her alanda bir bozulma söz konusu. Ahlâk kavramı ciddi bir saldırı vepsikolojik savaşla karşı karşıya. Aile içi ilişkileri yok etmek isteyen birçok argüman tam ortasında evimizin ve hayatın.


Tiraj uğruna kadını metalaştıran, kadın bedeni üzerinden reyting hedefleyen,dünyanın en etkili silahıdır medya.. Bugün kadın özgürlüğü edebiyatı ve siyaseti yapanlar başkalarının özel hayatını ifşa eden gündüz kuşağına, ekranların ahlaksız moda programlarına tepki göstersinler önce. Tecavüz, aldatma gibi gayriahlâki her şeyi dizilerde meşru hale getirenler aynı zamanda kadını reklam yüzü olarak kullananlardır. Daha fazla tıklansın diye tecavüz mağdurlarının fotoğraflarını teşhir edenler bir kalplerinin olduğunu hatırlamazlar mı? Yeryüzünde binlerce kadın, erkek egemenliği altında şiddet görürken şimdilerde özgürlükten bahsedenler senaryolarına vicdanı ve ahlâkı da dahil etmezler mi? Dr.Ömer Abdulkafi’nin şu tespitini hiç unutmam: “Onlar kadının özgürlüğünü değil, kadına ulaşmanın özgürlüğünü istiyorlar..”


“Meleğimin kanadını kopardılar” diyen bir baba, insanlığı çağırıyor nefretten sevgiye, zulümden adalete.. Ortak acılarımız üzerinden siyasi nefret dili oluşturan oportünistlere verilecek en güzel cevaptır dik ve metanetli duruşu. Özgecan’ın babası “Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım” diyor. (3:103) Sözlerin sultanından daha etkili bir teselli var mı..? Ateşten bir çukurun kenarındayken bizi oradan kurtaran Rabbimizden başka, kimimiz var sığınacak..?


Acıları yönetebilmek sağlıklı bir ruh hali ve vahiyle inşa olmuş bir akıl gerektirir. Eli kanlı zalimlere karşı sabrı, sevgiyi ve vicdanı tesis etmek ancak Anadolu insanına yakışır. Ve işte bu yüzden merhametsiz kalplere seslenen masumiyet çehresidir Özgecan..


Ölümler toplumu değiştirmeli fakat değişime önce kendimizden başlamak zorundayız. İnsana insan olduğu için değer veren sevgi medeniyetini bir kez daha inşa etmeliyiz. Değişen gündemle birlikte unutulup gitmemeli zalimlerin yaptıkları. Devlet eliyle cezalandırma yöntemlerinden biri olan ve tarihte hep ‘siyasi amaçlar’ için kullanılmış idam yerine kısasgibi adaletin tecellisi İslamî çözüm yollarına başvurulmalıdır. (2:179) Özge canların taş yüreklilerce katledilmemesi için..


Suriyeli mültecilerin derdiyle dertlenen ‘Müslüman olduğu için’ öldürülen adanmış üç genç yüreğe ve Özgecan’a rahmetiyle tecelli etsin Rahim Olan..



Özgecan’a “can” olmak…

YENİAKİT / Yavuz Bahadıroğlu

“Acı bir gündemle yeni bir haftaya daha başladık” diye mektubuna başlıyor, hanımefendi; “zavallı bir genç kızın gözü dönmüş bir pislik tarafından katli konuşuluyor…
“Herkes kendi bakışıyla bir yorum yapıyor, lânetliyor, ceza kesiyor filan… Ama bundan sonra ne yapılırsa yapılsın, Özgecan’a bir faydası yok. Anne ve babasının acısını da azaltmaz…
“Çözüm nedir bilmiyorum, kısas gerçekten böyle olayların önüne geçer mi, onu da bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki, akıl ve ruh sağlığı bozuk insanlarla iç içe yaşıyoruz. Belki de önce, insanların sapkınlıklarını besleyen yollar kapatılmalı. 
“Daha geçtiğimiz cumartesi işyerinden arkadaşım, eşinin abisine ve annesine zarar vereceğinden korkup, apar topar evine gitti…
“Eşi uyuşturucu kullanıyor… Arkadaşıma sürekli psikolojik ve fiziksel şiddet uyguluyor, üç yaşındaki çocuğunun gözü önünde başına silah dayıyor, çocuğunun ve arkadaşımın üzerine bıçakla yürüyor, kadına zorla sahip oluyor ve hamile bırakıyor. Defalarca sokağa atıyor…
“Böyle şeyler filmlerde olur sanırdım; değilmiş meğer. İçimizde yaşanıyor ve bir şey yapamıyoruz. Karakola şikâyet edemiyoruz, çünkü arkadaşımı ondan koruyacak bir kanun yok. Ona koruma verseler, ailesi tehlikede… Boşanmak da çözüm değil…
“Adam kafasına göre gidiyor birkaç ay başka yerlerde yaşıyor, sonra da zorbalıkla eve gelip yerleşiyor…
“Arkadaşımın anne babası cahil insanlar, arkadaşımın ikinci evliliği olduğu için hem ‘elalem ne der’ kafasındalar, hem de adamın kendilerine zarar vereceğinden korktukları için arkadaşıma ‘onun suyuna git, katlan’ diyorlar…
“Şimdi bu adam yarın, öbür gün arkadaşımı öldürürse, millet bir iki gün lanetleyecek ve ölen öldüğüyle kalacak! Çözümü baştan bulmak gerekmiyor mu?”
Gerekiyor da, o çözüm nedir? Amerikalı bir uygar/aygır, üç Müslümanı katledince, “Hıristiyanlar Müslümanları katlediyor!” diye bağırıyoruz, haklı olarak.
“Nefret suçu” diyoruz, Obama’ya çağrıda bulunuyoruz: “Bir şey söyle, Batı’da İslamofobi yükseliyor!” O da kalkıp, “bir şey” söylüyor, ama hiçbir şey değişmiyor!
Bırakınız Amerika’yı, Fransa’yı filan; Türkiye’de olup bitenlerin adı nedir?..
Ölen de, öldüren de Müslüman… Ölen de, öldüren de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı… Ama ortada ölçüsüz bir vahşet ve dehşet tablosu var…
Kız minibüse binmiş. Taciz edildiğinde gaz sıkmış. Başına vurulup bayıltılmış. Ormana götürülmüş. Tecavüz edilmiş. Sonra üzerine benzin dökülüp yakılmış…
Nasıl bir gözü dönmüşlük, nasıl bir insanlıktır bu?
Problem yetişme tarzımızda mı?..
Eğitim sistemimizde mi?..
Toplumsal yapıda mı?.. Neden bu kadar şiddete meyyaliz?
Artık ne yazmak kâr eder, ne konuşmak… Her türlü dram, her boyutta her gün yaşanıyor. Üstelik sadece kadına yönelik değil, her şekilde…
İşin daha da vahim tarafı, bu tür olaylar karşısında aklımıza gelen ilk şeyin idam olması… Neden ilk tepki olarak idamı, yani öldürmeyi düşünüyoruz acaba?..
Çünkü hepimiz şiddeti şiddetle, ölümü ölümle bertaraf etmeye meyilliyiz; kanı kanla temizliyoruz!
Sadece sonucu görüyor, sonucu cezalandırmak istiyoruz…
Böyle bir sonuç doğmadan tedbir düşünme derdimiz yok: Ya aklımız yetmiyor ya da şiddeti seviyoruz…
“Taksim’de üçünü-beşini sallandıracaksın abi!..” muhabbetine anında dönüyoruz…
Hem de Başbakan ve bakanlar seviyesinde…
Başbakan Sayın Davutoğlu, “Âdi suçlarda idamı tartışmamız gerekiyor”derken, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Ayşenur İslam, “Bir Bakan olarak değil ama bir anne ve bir kadın olarak şahsa karşı işlenen suçların cezasının idam olabileceğini düşünüyorum, bunun tartışılabileceğini düşünüyorum” diyor…

Şiddet meyli neden ve nasıl oluşur, tartışmıyoruz…
Şiddetin oluşmasında eğitimin, devletin, siyasetin, medyanın etkisini konuşmuyoruz…
Kısacası yine kolayına kaçıyoruz ve sorun büyüyerek devam ediyor.


Bir genç kızın DUYGULARI.
Ve içimizdeki Hayvanlara duyrulur.





Bir Özgecan!

Kışkırt ve bastır. Ve sonuç: çıldır, çal, saldır..
Fuhuş ve tüketim böyle bir saçmalığın sarmalı içinde hayat buluyor. En azından bu damardan besleniyor..
Fuhuş, kumar, uyuşturucu konusu “taşların toprağa bağlanıp köpeklerin sokağa salındığı” bir alan sanki. Viagra bağımlısı, ahlak ve hukuktan bağımsız vandalların cirit attığı bir dünyada yaşıyoruz..
Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir.. Duygusal tepkiler, protest tavırlar vicdanları tatmin etse de sorunun çözümü için yeterli değildir.
Bu insanlar nasıl böyle esfeli safilin bir duruma düştüler. Oğlan bir halt etti, baba nasıl böyle bir vahşete sahip çıkabiliyor, ortak olabiliyor. Bunlara yardım ve yataklık eden öbür kişinin ruh halini anlamak için ciddi bir çaba göstermek gerek.. 
Din, ahlak, hukuk nerede kaldı.
Bu kişilerin eş, anne, baba, kardeş, hala, teyze, amca, dayı ve çocukları ne olacak.. Bu utanç onların ömürboyu yakalarını bırakmayacaktır.
Öfkeli tepkiler sorunun çözümü için yeterli değil. Baro katillerin avukatlığını reddetmiş. Mersin barosu reddetse de barolar birliği bir avukat bulmalı. Hukuki açıdan hak ve hukukun, usul ve esas açısından yerine gelmemesi halinde hüküm batıl olur. “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder..” Avukat Muammer Kartal’la bu konuyu konuşurken bu noktaya dikkat çekti. Bir haksızlık başka haksızlıklara sebeb olmamalı. Birilerine olan öfkemiz, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli.
Suçluları cezalandırdık, astık, adamlar intihar etti. Sorun çözülmüş olacak mı? Giden gelmeyecek.. Acılı annenin hicranı bitmeyecek..
Toplumsal öfke, nefret, en ağır şekilde cezalandırma hepsi tamam.
Bir genç kız öldü ama yüzbinlerce anne, baba, genç kız bu olaydan ciddi şekilde etkilenmiş durumda.
“Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir..” Bu olaydan gereken dersi çıkarıp, üzerimize düşen görevi yerine getirmezsek, başka Özgecan’lar sırada demektir.
Suçlular belli. Peki, bu olayda okul, toplum olarak bizler, akraba, komşular hiç mi mesul değiliz.. “Masum bir bebekten eli kanlı bir katil yetiştiren bu düzen”in de sorgulanması gerek.. Belki biz hepimiz kendimizi sorgulamalıyız.
O genç o duruma gelene kadar okul, komşular, aile neden durumu fark etmedik ve önleyici bir tedbir almadık.
Bu insanların nasıl bir din, ahlak, ideoloji, siyasi düşünce, dünya görüşüne sahip olduklarına da bakmak gerek..
Belki daha önce yanına kâr kalan, gizli kalmış başka vukuatları da vardır. Bunların benzer haltlar karıştırdıkları başka arkadaşları vardır.
Müftülük konuyu kendi açısından sogulamalı. Görevli birileri gidip konuşmalı. Anlamaya çalışmalıyız. Üniversiteler psikoloji ve sosyoloji açısından konuyu çok yönlü, birçok açıdan sorgulamalı. Hukuk fakülteleri bu konuyu sorgulamalı.
STK’lar hem davayı izlemeli, hem bu kamuya malolan örnek davayı, suçlular ve mağdurlar, bu olayda akraba ve komşular, basın ve toplumun ilgi ve tepkisi açısından analiz etmesi gerek. Meslek örgütlerinin de bu gözle konuyu tartışması gerek..



Bu olayların tekrar yaşanmaması için ders almamız gerek. Ders almak için de konuyu anlamak için analiz etmemiz gerekiyor.. Bir trajediden yola çıkarak öfkeli açıklamalarla vicdanımızı tatmin etmekten ibaret olmamalı tepkimiz..
Minibüsçüler ya da şoförler odası ne diyor. Anne babalar ne yapmalı. Aceba toplu taşıma araçları şoförlerinin ruh sağlıklarının periyodik olarak takib edilmesi mi gerekiyor.. Suç eğilimi olan ya da sabıkası olanların meslekten men edilmesi mi gerekiyor.. Bundan sonra benzer trajedilerin olmaması için ne yapmak gerek. Ha bu bize ders olsun.. Bade harabul Basra. Şimdi anneler, kızlar, aileler, okul ne yapmalı.
Yapanın yanına kâr kalmamalı. Caydırıcı bir ceza olmalı. Hepsi tamam. Peki daha sonra.
Bir musibet, bin nasihattan daha öğreticidir.
Özgecan’ın başına gelenler, aklımızı başımıza almak, aynı acıların yaşanmaması anlamında hem bir ders, hem de baht kaynağı olmalı. Bilge bir zat öyle der: “Benim katlanmak zorunda kaldığım güçlükler benden sonrakiler için baht kaynağı olsun.”
Dilerim Özgecan’ın acısı diğer genç kızlar için umuda dönüşür. Başka aileler aynı acıyı yaşamaz. 
Selâm ve dua ile.
YENİAKİT / 
Abdurrahman Dilipak


NASIL BİR CEZA?
Peki, ne olacak?..
Bu “hunharca cinayeti” işleyenler, bir süre hapiste yatıp çıkacak ve aramızda ellerini-kollarını sallaya sallaya dolaşacak mı?..
Ya da, “ağırlaştırılmış müebbet”le cezalandırılıp, “ömür boyu hapis”te mi tutulacak?..
Ya “af” filân çıkarsa?..
Yine serbest mi kalacak?..
Özgecan’ın annesiSongül Aslan  diyor ki: “Bunların, cezalarını en ağır şekilde çekmelerini istiyorum!”
Nedir, en ağır ceza?..
Hemen herkes diyor ki;
“İdam edilsinler!”
Kur’an-ı Kerim de bunu söylüyor... Cenab-ı Allah, Bakara Suresi’nin 179. ayet-i kerimesi’nde buyuruyor ki: “Ey akıl sahipleri...  Kısasta sizin için hayat vardır.”
Ne demek “hayat var”dır?..
Bir insan; “hırsızlık” yaparsa kolunun kesileceğini, “cinayet” işlerse öldürüleceğini bilirse; hiç hırsızlık yapar, tecavüze yeltenir veya cinayetişler mi?..
Bütün bunları yapmayacağı için, “hayatını devam ettirir!”
İşte, en “caydırıcı” hüküm!..
Yoksa, engellenemiyor işte... 
Adam “hırsızlık” yapıyor, bir süre yatıp, çıkıyor!.. Adam “cinayet” işliyor; içeri girip, çıkıyor!..
“Hırsız” da, “katil” de, “tecavüzcü” de aramızda dolaşmaya devam ediyor!..
“İDAM GERİ GELSİN!”
O halde;
“Tek çare, kısasa kısas!”
Malûm;
“Özgecan cinayeti” ile birlikte, “İdam geri gelsin” tartışmaları başladı... Bakanlar, milletvekilleri, parti temsilcileri, STK’lar ve ilâhiyatçılar; “İdamı yeniden konuşmanın zamanı geldi” diyorlar.
Dilerim bu “tartışma”lar sözde kalmaz, fiiliyata dökülür... 
Çünkü biz, “balık hafızalı” bir milletiz... Bugün konuşur, yarın unuturuz!..
“Olay sıcakken” deriz ki:
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!.. Bu olay, milat olsun!”
“Deprem” olur, öyle deriz!
“Yangın” olur, öyle deriz!
“Trafik faciası” olur, öyle deriz!.
Hep deriz!..
Konuşurken mangalda kül bırakmaz; eser-gürleriz ama, bir süre sonra unutur, gideriz!..
“Eski tas, eski hamam!”
İnşaallah bu tepkiler, bu protestolar “lâfta” kalmaz, “icraat”a dönüşür ve“kısas hukuku” devreye sokulur.
Yoksa; “sapık”lar yaşamaya devam eder, olan “Özgecan”lara olur!..
Açık konuşalım;
CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka ve şürekası gibi; yollarda “dans” edip, gerdan kıvırarak; ne “kadına şiddet” önlenir, ne de “tecavüz” ve“cinayet”ler!.. “Dans” edeceklerine, hiç olmazsa bir “Fatiha” okusalardı, tepkileri “insanca” olurdu!..
Ama, “çağdaş”lar ya;
İllâ “dans” edecekler!..
SİZ BARİ SUSUN!
Bu tür “hunharlık”lar;
“Eşini bıçaklamak, dövmek ve baldızıyla ilişkiye girmek” gibi “kadına şiddet ve yüz kızartıcı suçlar” işlediği için “6 ay eve yaklaşmama” cezası alan Ali Tezel gibi, “kuyruk acısı” olan adam(!)ların attığı “twit”lerle de önlenemez!..
Bu tür “cinayet”ler;
“Çifte standart”larla, ya da “ikiyüzlülük”lerle de önlenemez!..
Şu hâle bakın;
l Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı koltuğunda oturan ve daha birkaç ay öncesinde “CHP Genel Başkanlığı için adı geçen Metin Feyzioğlu, kalkmış, bir “twit” atmış;
“İçimiz yanıyor... Canımız, evlâdımız... Bu vahşetin hesabı elbette sorulacaktır!”
İnsanda, biraz“yüz” olur!..
Be adam;
Sen değil miydinMünevver Karabulut adlı genç kızı öldürüp, parça parça doğrayan, sonra da parçaladığı cesedi “çöp  konteyneri”ne atan Cem Garipoğlu’nu savunup, “az ceza alması” için canhıraş bir gayret gösteren!..
Sen değil miydin;
“Bursa Mustafakemalpaşa’daki maden ocağında ölen 19 işçinin hakkını savunmak” yerine, gidip, o işçilerin ölümüne zemin hazırlayan “maden patronu”nu savunan?!?..
Şimdi kalkmış;
“Vahşetin hesabı sorulacak” diyor.
Hangi vahşetin?..
Bırakın bu ayakları Metin Bey!..
Sen, bugüne kadar hangi vahşetin hesabını sordun ki?..
Tam aksine;
“Vahşetleri örtmeye” çalıştın
“Katil”leri savundun,
“İhmalkâr”ları savundun!..
YİNE VEKALET PEŞİNDE MİSİN?
Sadece “Cem Garipoğlu’nun babasını savunmak” ve ondan “1 milyon dolar” almakla kalmadın!..
Sadece “19 işçiye mezar olan maden ocağının sahibi”ne avukatlık yapmakla kalmadın!.. Muzaffer Kuşhan adlı şahsın kampında “zayıflamak”isterken ölen Dila Kurt adlı “genç kadın”ın haklarını aramak yerine, sen gittin Muzaffer Kuşhan’ı savundun; “Müvekkilimin hiçbir kusuru yoktur”dedin ve bunun karşılığında “iyi bir avukatlık ücreti” aldın!..
Kalkmış;
Özgecan Aslan için “İçimiz yanıyor” diye twit atmışsın!..
Sorarım sana;
Münevver için, niye için yanmadı?..
19 maden işçisi için, niye için yanıp da hesabını sormadın!..
Muzaffer Kuşhan’ın kampında ölen Dila Kurt için, niye “Canımız evladımız” demedin?..
Ne o;
Onlardan tomar tomar avukatlık ücreti alamayacağın için mi?..
Hele söyle bana;
Sen ne biçim avukatsın Metin Bey?.. “Baro” Başkanı mısın, yoksa“Baron’ların avukatı” mı?..
Bari, sen sus!..
Herkes konuşsun ama, sen sus!..
Hâlâ konuştuğuna, hâlâ twit attığına göre, belli ki; “Özgecan’ın katilleri”nden “avukatlık vekâleti” alamadın!..
Alabilseydin;
Herhalde “için yanmazdı!”
BIRAK ÖLÜ İSTİSMARINI!
Bırak “şov” yapmayı!..
Biz, çok iyi biliriz seni!..
Sen ki; Mayıs 2014’te Danıştay Salonu’nda yapılan törende de şov yapıp,“Gezi kalkışmasında ölen gençler”in isimlerini saymıştın!.. Bunun üzerine, o günlerde Başbakan olan Tayyip Erdoğan demişti ki; “Bunlar için en iyi genç, ölü gençtir!”
Seni “ölü istismarı” yapmakla suçlamıştı!..
Gerçek de buydu... Senin için, “en iyi genç, ölü gençler”dir!..
Meselâ, “18 yaşında bir genç kız” olan Münevver Karabulutöldürülmeseydi; Metin Feyzioğlu, “katilin babasını savunmak” için “1 milyon dolar” alabilir miydi?
Muzaffer Kuşhan’ın kampında “zayıflamak” isterken ölen Dila Kurt adlı“genç kadın” ölmeseydi, Feyzioğlu; Muzaffer Kuşhan’ı savunup da,“dolgun bir avukatlık ücreti” alabilir miydi?..
“Bursa’da 19 kömür işçisi ölmese” idi, Feyzioğlu; “maden ocağının sahibi”ni savunup da, “avukatlık ücreti” alabilir miydi?
İşte, şimdi de;
Özgecan Aslan adlı “genç kız” üzerinden, yine “ölü istismarı” yapıyor!..
Yine “vekâlet” mi bekliyor acaba?!?..
NİCE ÖZGECAN, TOPRAK ALTINDA!
Dedim ya;
Bu tür “çifte standart”larla, bu tür “ikiyüzlülük” ve hatta “yüzsüzlük”lerle“kadına şiddet” de önlenemez, “tecavüz”ler de, “hunharca cinayetler” de!..
“Şiddet”e uğrayan, “tecavüz girişimi”ne maruz kalıp, “namus”unu korumaya çalışırken hunharca öldürülen ve üstelik yakılan tek genç kızÖzgecan Aslan değildir!.. Özgecan Aslan’ın, bir “sapık” tarafından hunharca öldürülmesine gösterilen “tepki”ler elbette doğrudur, yerindedir!..
Aynı tepkilere ben de katılıyorum...
Ama, Özgecan Aslan için “Türkiye’yi ayağa kaldırıp” da, diğer “mağdur” ve“maktul”ler için “sessiz” kalmış, kılımızı kıpırdatmamışsak, işte orada“insanlığımızı test etmemiz” gerekir!..
Sadece Özgecan için değil, “bütün genç kızlar, bütün kadınlar” için tavır koyabilirsek; işte o zaman “omurgalı” olur, “tutarlı” olur ve bir sonuç alırız!..
Sadece “Türkiye’deki bir vahşet” için değil, “dünyadaki vahşetler” için de bir tepki koyabilirsek, işte o zaman durdururuz bu “hunharlık”ları ve bu“sapıklık”ları!..
Hatırlıyorum da;
Bugün Özgecan için, haklı olarak ortalığı ayağa kaldıranlar, “benzeri cinayetler” için kıllarını bile kıpırdatmamıştı!..
Sormanın tam sırasıdır;
l Birkaç yıl önce, Bahçelievler’de “tecavüz” edilip öldürülen Fatma Nur Çelik için niye hiç kimsenin gıkı çıkmadı?..
“Başörtülü” olduğu için mi?..
Sormanın tam sırasıdır;
Küçükçekmece’de İETT otobüsüne atılan “molotof”la cayır cayır yanarak can veren lise öğrencisi Serap Eser de bir “genç kız” değil miydi?..
Onun için niye sessiz kalındı?..
Serap’ın katilleri; “DHKP-C’li teröristler” olduğu için mi?!?..
“Gezi kalkışması”nda ölen gençler için ortalığı velveleye veren güruh;Okmeydanı’nda öldürülen Burak Can, ya da Diyarbakır’da kurban eti dağıtırken pencereden atılarak katledilen Yasin Börü için, niye hiç ses çıkarmadı?..
Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, Myanmar’da hem “tecavüz”e uğrayan, hem de “hunharca öldürülen” binlerce kadın için niye protesto gösterileri yapılmadı?..
Hepsi bir yana da;
l Mısır’da, “Sisi Cuntası”nın askerleri tarafından, hem de “gözlerimizin önünde”, evet “televizyondaki canlı yayın” esnasında öldürülen Esma Bilteci için niye ciğerimiz yanmadı, niye içimiz acımadı?..
SAPIKLARIN DİNİ-MEZHEBİ YOKTUR!
Bir defa daha söylüyorum;
Özgecan için gösterilen tepkilere yürekten katılıyorum... Ama; bu“cinayet”in “din”le, “mezhep”le, hele hele “insanlık”la ilgisi yoktur!.. Bu, tamamen “sapıklık”tır!..
Ama, şunu da ilâve edeyim:
Özgecan’ı öldürenler ne kadar “sapık” ise, bu cinayeti “din ve mezhebe”çekmek isteyenler de, o kadar “sapık”tır o kadar “gözü dönmüş alçak”tır!..
Dolayısıyla;
“Sapık katiller” kadar, bu “baldız sapıkları” ile de uğraşılmalı, “bölücülük, fitne ve kışkırtma” peşinde koşan bu “klavye sapıkları”nın da hesabı sorulmalıdır!..
En azından;
“Dilleri hadım edilmelidir!”
Başka da sözüm yok!..


Annenin ACISINI,
Ancak Tecavüzcü namussuzların,
Bir an önce İDAM edilmesi Biraz hafifletir.



Tüm Türkiye günlerdir Özgecan Aslan'ın vahşice öldürülmesini ve katil zanlılarına verilecek cezayı konuşuyor. Birçok insan idamın geri getirilmesini istiyor. Özgecan'a yapılan vahşetin cezası; ağırlaştırılmış müebbet... Hukukumuzdaki en ağır ceza bu. Bu tür ceza alanlar, aftan yararlanamıyor. Hükümlü, tek kişilik odada kalıyor. Spor ve iyileştirme faaliyetine katılamıyor. Cezasının infazına hiçbir surette ara verilemiyor. İyi hal indirimine mahkeme heyeti karar veriyor.

Geçmişte buna benzer birçok vahşi cinayet işlendi. Türkiye Gazetesi'nde yer alan habere göre yakın dönemde akla gelen davalardan çıkan sonuçlar şöyle:

Münevver Karabulut (1.5 yıl): Talihsiz kız 3 Mart 2009'da öldürüldüğünde daha 17 yaşındaydı. Katil Cem Garipoğlu, 197 gün sonra teslim oldu. İlk duruşma 26 Şubat 2010'da görüldü. 18 Kasım 2011'deki son duruşmada Garipoğlu, 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Garipoğlu, 10 Ekim 2014'te cezaevinde intihar etti.

Serpil Yeşilyurt (1 yıl): Bir grup tinerci, 1998'de İstanbul Ümraniye'de anaokulu öğretmeni 21 yaşındaki Serpil Yeşilyurt'a tecavüz etti, yetmedi işkence yaparak öldürdü. Caniler 15 ila 17 yıl arasında değişen cezalar verildi. Rahşan Affı'ndan yararlanan 4 kişi, 2005'te serbest kaldı. Savcı itiraz edince tekrar cezaevine kondular. Caniler, toplam 7 yılı hapiste geçirip serbest kaldı.

Fatma Nur (8 ay): 20 yaşındaydı. İstanbul'da evine internet bağlamaya gelen Cem Karaçay tarafından 20 Eylül 2012'de tecavüz edilip öldürüldü. 3 Mayıs 2013'teki son duruşmada Karaçay, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hiçbir indirim uygulanmadı.

Mert Aydın (9 ay): 6 Nisan 2014'te Kars'ta amcasının iş yerine yemek götüren 9 yaşındaki Mert Aydın'ın 1 gün sonra cansız bedenine ulaşıldı. 23 yaşındaki katil Aykut Balk, 12 Nisan'da yakalandı. İddianame 5 ay sonra mahkemece kabul edildi. Balk, 24 Aralık'taki ilk duruşmada ağırlaştırılmış müebbet ve 36 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Ayşe Paşalı (2 yıl):Üç çocuk annesi Ayşe Paşalı, 2009'da boşanmak istediği kocası İstikbal Yetkin tarafından 11 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Koruma istediği halde devletin koruyamadığı Paşalı, şiddetin simgesi oldu. Katil koca icin ceza, 12 Mayıs 2011'de kesildi; ağırlaştırılmış müebbet.. Herhangi bir indirim de uygulanmadı.

Ayşe Topçu (7 ay): Bir başka şiddet mağduru! Tarih 17 Mayıs 2014... 49 yaşındaki Kemalettin Topçu, kanser tedavisi gören 26 yıllık eşi 47 yaşındaki Ayşe Topçu'yu 6 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Cani, 16 Temmuz'da hakim karşısına çıktı, son karar 26 Aralık'ta verildi; kasten adam öldürmek suçundan 20 yıl hapis cezası verildi.

Gizem Akdeniz (3 ay): Adana'da yaşayan 6 yaşındaki Gizem, 29 Mayıs 2014'te öldürülmüş halde bulundu. Minik kızı bıçaklayıp yakan katil, yakın akraba çıktı. İlk duruşma, 18 Kasım'da görüldü. 25 yaşındaki Süleyman Akdeniz, 13 Şubat 2015'teki duruşmada, ağırlaştırılmış müebbete; “hürriyeti alıkoymaktan” da 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Gizem Tunç (1 yıl): Zonguldak'ta 7 Eylül 2013'te Deniz Boyraz, eski kız arkadaşı Gizem Tunç ile sevgilisini kesici ve delici aletlerle öldürdü. 5 Eylül 2014'te karar duruşması yapıldı. Boyraz, 'kasten adam öldürmek'ten iki kez ömür boyu hapis cezası aldı. Sonra bu ceza 'duruşmalardaki iyi hali' gözetilerek 25'er yıldan 50 yıla indirildi. Gizem'in babası cezaya itiraz etti. Dosya şu an Yargıtay'da.

Sema Karakoca (Faili meçhul): Bursa'da 1 Mart 2011'de 19 yaşındaki Sema Karakoca'nın cesedi bulunduğunda tanınmayacak haldeydi. Katil zanlısı olarak gözaltına alınan 5 kişi, delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Cinayet şüphelileri hâlâ bulunamadı.İslamda Kısas ve Hükümleri :   Dinimize Göre Kısas Nedir? Kısasın Hükümleri Nelerdir? Şeriatta Kısas Nasıl Uygulanır? Kısas Hakkında Ayet Varmı? Kısas Hakkında Hadis Varmı? Kısasın Uygulanma Yöntemleri Nelerdir? 

Kısasın farz olduğu Kur’an-ı Kerimde şu şekilde açıklanır.

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.”

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” (Bakara, 2/178-179)

Gerçi kısasın kendisi cezayı hakketmiş bir hayatı yok etmedir, ama aynı zamanda haksız yere hayatı yok etmeye karşı, hayatın en büyük müeyyidesidir. Kısas gibi caydırıcı bir hüküm, toplum ve kişi hayatının garantisidir. Böylece dünya hayatınızı olduğu gibi ahiret hayatınızı da korursunuz.

Bu âyetler göre kısas farzdır. Günümüzde uygulanmasına gelince, Allah’ın hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Bu nedenle kısas bu zamanda uygulanmaz diye bir şey yoktur.

Bu hüküm insanları yöneten kimseleri ilgilendirdiği için onların görevidir; halkın bundan dolayı bir sorumluluğu yoktur.

Âyetin açıklaması:
Kısasın güzelliklerini açıklama hususunda buyuruluyor ki: Size kısas yazıldı ve sizin için kısasta büyük bir hayat vardır, ey akıl sahipleri!.. Bu bakımdan kısası, Allah’ın adaletine ve merhametine yaraşmayan kötü bir şey zannetmeyiniz de “Kısasta büyük bir hayat vardır.” beliğ vecizesini aslî kanun tanıyınız.

Bunu böyle tanıdıktan sonra af ile muamele ederseniz çok büyük bir fazilet olur. Aksi halde Arapların yaptığı gibi, kısas hududunu aşarak öldürmekle karşılık vermek ve diğer işkence ve azaba başvurmak, nasıl bir zulüm ve cinâyet ise,adam öldürmeye karşı, Allah’ın hükmü yalnız aftır, demek de insanlıktan hayat hakkını çekip alacak büyük bir cinâyet olur.

Kısas, hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir. Kısasın meşru oluşunda akıl sahibi olan insanlar için büyük bir hayat vardır. Affın kıymeti de buna bağlıdır. Gerçi kısasın kendisi, bir hayatı yok etmektir ama, aynı zamanda haksız yere bir hayatı yok etmeye karşı, hayatın zıddı olan kısasın meşru oluşu da hayatın ve yaşama hakkının en büyük müeyyidesidir.

Şöyle ki:
1. Önce bu, hem katil olmak isteyecek kimse, hem de öldürülmesi istenen kimse hakkında kuvvetle hayatı korumaya sevketmektedir. Çünkü katil olmak isteyen kimse, öldürürse ve öldürdüğünde kendisinin de öldürülmeyi hak edeceğini bilirse akıl gereği olarak, öldürmekten vazgeçer. Böylece hem kendisi hayatta kalır, hem de karşısındaki.

2. Bunda, ikisinden başka genel toplumun yaşama hakkını da güvenceye alma vardır. Çünkü bu şekilde öldürmenin önüne geçilmesi, bu ikisinden başka, bunlarla uzaktan yakından ilgili olması düşünülen insanların da hayatlarının devamına ve güvenliğine bir garantidir. Zira bir öldürme olayı, öldürenle öldürülenin yakınları arasında düşmanlık ve fitneye, bu da büyük çarpışmalara (kan davalarına)sebep olabilir.

Akıl sahipleri için, bu öldürmeye engel olacak olan haklı kısasın meşruluğu, bütün bu fitnelerin ve heyecanların önüne geçeceği için, toplumun yaşamasına sebep ve yaşama hakkına garanti olur. Bu faydalar ise, haklı bir kısas şeklinde olmayan saldırgan öldürmelerde ve affın mecburiyeti takdirinde mevcud değildir.

İşte kısasın meşruluğu, bu kadar önemli bir yaşama sebebi olduğu gibi, bu”Kısasta büyük bir hayat vardır.” vecizesi de belağatın en yüksek derecesine ulaşmış, özlü bir îcâz ve îcâz kanunudur. Bunun, büyük bir mânâ topluluğunu, son derece özlü bir şekilde ifade edivermiş olduğunda Arab edebiyatçıları ve beyan ilmi âlimleri ittifak etmişlerdir. Çünkü bundan önce Arapların bu konuda bazı vecizeleri vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:


a) “Bir kısım insanları öldürmek, toplumu diriltmektir.”

b) “Öldürmeyi çok yapınız ki, öldürme azalsın.” derlerdi.

Bu gibi vecizeler arasında en güzel saydıkları da şu idi:

c) “Öldürme, öldürmeyi yok eder. Yani öldürmeyi en çok ortadan kaldıran şey, yine öldürmedir.”

Halbuki “Kısasta büyük bir hayat vardır.” prensibinin bundan da birçok yönlerden daha fasih (fesâhatli) ve daha beliğ (belağatlı) olduğu açık ve üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. Şöyle ki:

1. Önce, hepsinden daha kısa ve özlüdür.

2. Tekrardan uzaktır.

3. Bunda bedî’ ilminde “tıbak” denen tezat sanatı, “kısas” ve “hayat” kelimeleriyle en güzel ve makul bir tarzda tatbik edilmiş olduğu hâlde, diğerleri görünürde makul olmayan, imkânsız bir çelişki suretindedir.

Öldürmenin yokluğu, öldürmeye; öldürmenin çokluğunun, öldürmenin azlığına sebep gösterilmesi, görünüş itibariyle, bir şeyi kendi yokluğuna sebep göstermek demektir. Bunda ise bazı zevklere göre bir şiir havası olsa bile hiçbir hikmet yoktur.

4. Kısas, öldürmeden bir yönüyle daha genel, diğer yönüyle daha özeldir.Geneldir; çünkü yaralamaları da içine almaktadır. Özeldir; çünkü her öldürmede kısas yapılmaz ve öldürmelerin her çeşidi, öldürmeye engel olmaz. Bilakis saldırı şeklindeki öldürmeler, fitneyi şiddetlendirerek karışıklığa sebep olur.

O hâlde “öldürme” kelimesi, ahd lâmı ile öldürmenin bir çeşidine, yani kısasa tahsis edilmedikçe vecize sahih olmaz. Böyle olunca da kısasın yaralar kısmı haric kalır. Bu bakımdan “Kısasta büyük bir hayat vardır.” ifadesi, bu açıdan üç yönden daha beliğdir. Çünkü her yönüyle sahihtir, açıktır, daha kapsamlıdır.

5. Yokluk, menfi bir gayedir. Hayat ise istenen müsbet bir gayedir. Öldürme işinin yokluğu, hayatın varlığını içine aldığından, tabii ki arzu edilir. Bundan dolayı âyet, asıl maksat olan müsbet gayeye delalet ettiği ve dikkati ona çevirdiği için pek yüksektir.

6. “Hayat” kelimesi nekire (belirsiz isim) olarak ifade edilmiş bulunduğu için, “tenvin-i tazim” ile hayatın bir nevi büyüğüne, yani kamu hayatına, ahiret hayatına ve hayat hakkının büyüklüğüne işareti kapsamaktadır. Diğerleri ise pek ilmî olan bu hukukî ve dinî sırdan mahrumdur.

İşte bunlar gibi daha birçok yönden bu Kur’ân vecizesinin, diğerlerine üstünlüğü, bu kadar geniş mânâsıyla i’câz haddindeki özlü ifadesiyle, Arap edebiyatçılarını büyüleyen sebeplerden biri olmuştur. Kısasın meşru oluşunun güzellikleri de Allah tarafından bu prensiple beyan buyurulmuştur.

İşte böyle içine almış olduğu hayatî güzellikler ve maksatlar itibariyle çok önemli olan kısas, size farz kılınmıştır ki, korunabilesiniz, öldürmeden, kısası ihmal veya kötüye kullanmadan sakınıp, hayatınızı ve yaşama hakkınızı muhafaza edebilesiniz. Bu hayatta kötülükten sakınmakla ahiret hayatında kurtuluşa kavuşasınız.(bk. Elmalılı H. YAZIR, İlgili Âyetin Tefsiri)


Kaynak: Sorularla İslamiyet





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder