10 Şubat 2015 Salı

ZALİMLİK VAR. GADDARLIK VAR. VAHŞİLİK VAR.. HAYIR ÖLDÜRENLERDEN ZİYADE.. ÖLDÜRÜLENLERDE BU SIFATLAR VAR.ADAM DİYORKİ : Gel ulan. Senin gücün bana yetmez. Ben güçlüyüm. Senin ne kadar kutsalın varsa.. Hepsine hakaret edeceğim. Haydi bakalım, beni engelle de göreyim.”




 DİYARBAKIR’DA YÜZBİNLER EFENDİMİZ’E SAYGIYA DURDU!
Diyarbakırlı kardeşlerimiz, dün, İstasyon Meydanı’nda tarih yazdılar: Rahmet Elçisi’ne yapılan hakaretleri örnek bir mitingle, asil bir yöntemle protesto ettiler. 
ONURUMUZU KURTARDILAR!
Diyarbakır’da öğle vaktinde nefesler tutuldu. Yüzbinler, kâinâtın övüncü, kıvancı Rahmet Elçisi’ne saygıya durdu!
Miting, bütün dünyada ses getirecek muazzam bir miting oldu.
Eminim ki, küresel şer güçlerin nutku tutuldu. Zira Müslümanların canlarından aziz bildikleri Rahmet Elçisi’ne yapılan saldırıların, hakaretlerin böylesine büyük bir katılımla, böylesine basiretle protesto edilebileceği beklenmiyordu.
Miting öncesinde “sosyal medya”da da yazmıştım: “Diyarbakır’da Kardeşlerimiz onurumuzu kurtaracak. Allah (cc) da onları bütün şerlerden koruyacak.”
Gerçekten de öyle oldu. Diyarbakır, onurumuzu kurtardı. Ve Türkiye’nin yakıcı sorunu, Kürt meselesi’nin çözümünün İslâm’ın dışında aranmasının abesle iştigal olduğunu, felâketle sonuçlanabileceğini, asıl çıkış yolunun neresi olduğunu ispatladı.
Diyar-ı bekir, Rahmet Elçisi’ne sadakatini göstererek, kardeşleri öksüz Mekke’nin, yetim Medine’nin, işgal altındaki Kudüs’ün yüzünü güldürdü. Dünya Müslümanlarının yüzlerinde güller açtırdı!
Böylelikle bugün İstanbul’da yapılacak mitinge büyük bir cesaret verdi. 
BİR DE “FRANSIZLAR!” VAR!
“Fransız” televizyonu gibi yayın yapan, CNN-Türk televizyonu, Diyarbakır Mitingi’ni sabote edecek yayınlara imza attı! Kendisinden beklenini yaptı. Şaşırtmadı!
Diyarbakır’daki “Peygamber’e Saygı ve Sevgi Mitingi” öncesinde, valilikten izin alınmasına rağmen Belediye, zabıtalarını, miting için gecelerini gündüzlerine katan vefakâr kardeşlerimizin üzerine saldı.
Olay çıksın için yaptı zabıta bütün bunları.
Ama kardeşlerimiz, sağolsunlar, sağduyu kılıcıyla kuşandıkları için, bu provokasyonlara gelmediler, işgüzâr zabıtalara bekledikleri şekilde şiddetle cevap vermediler.
Kendilerini hedefe kilitlediler.
Ama CNN-Türk, bu olayı, takla attırarak haber yaptı. “Zabıtaya saldırıldı” diye duyurdu bütün haber bültenlerinde.
Olacak gibi değil gerçekten!
Ama bu ülkenin, bu sahipsiz toplumun bütün değerlerine, anlam ve sembol haritalarına kök-ten “Fransız!” CNN-Türk’ten de başkası beklenemezdi zaten!
GERİLİM LOBİSİ, KAYBETTİ!
“Olay çıksın, ortam gerilsin!” lobisi, işbaşındaydı her yerde.
Mitingin fiyaskoyla sonuçlanması için sanki birileri işbirliği yapmış gibiydi.
Diyarbakır Belediye Başkanı, Rahmet Elçisi’ne yapılan hakaretleri, O’nun ümmetine yaraşır bir asaletle ve sükûnetle protesto etmeye ant içmiş Diyarbakırlı hemşehrilerine otobüs tahsis etmedi!
PKK/HDP’nin her tür kitlesel faaliyetine belediyenin bütün imkânlarını seferber eden Diyarbakır’ın HDP’li belediye başkanı, hiç bir siyasî yanı olmayan, üstelik de İslâm’la mesafeli bir HDP’nin imajını düzeltme imkânı sunan böylesine hayatî bir girişimi bile bir şekilde sabote etme kaygısıyla hareket etti.
Ama kaybetti.
Çünkü mitinge katılım olağanüstü derecede yüksekti. Ve gerilim lobisini, küresel şer güçleri ve uzantıları şirret güçleri fenâ hâlde tedirgin etti!
OYUN PÜSKÜRTÜLDÜ, KARDEŞLİK BÜYÜTÜLDÜ!
Yer Gök inleyecek!
Gökten melekler saf saf inecek!
Dünya dinleyecek, demiştim.
Diyarbakırlı Müslüman kardeşlerim, beklentimi boşa çıkarmadılar. Onlara, herkes gibi ben de bütün kalbimle dua eder, teşekkürlerimi takdim eder, hepsinin “ruhlarından öperim”.
Oyunu püskürtttüler ve kardeşliği büyüttüler Diyarbakırlı kardeşler!
Ve Türkiye’nin yegâne ortak paydasının, harcının, buluşma, kaynaşma ve ortak bir medeniyet yürüyüşüne yürüme noktası’nın İslâm kardeşliği olduğunu dünya âleme gösterdiler.
Teşekkürler Diyarbakır!
SENİ KALBİME GÖMDÜM
Ey Salahaddin’in emaneti, Hoş-Amedî sesi, güzîde İslâm Şehri, sahabe merkaddi!
Altını kalın harflerle çizerek yeniden hatırlatarak sesleniyorum sana: Şer güçlerin oyunlarını püskürttün; ümmet bilincini, kardeşliği gerçeğe dönüştürdün.
O yüzden, seni kalbime gömdüm bugün!
SIRA İSTANBUL’DA...
Yazıyı bitirirken bugün İstanbul’da da bir benzeri yapılacak yürüyüşe ilişkin bir iki cümle kurmak istiyorum:
Diyarbakır, imtihanı başarıyla verdi. Sıra İstanbul’da.
Ey İstanbul!
Sen bize, Efendimiz’in müjdesi, emanetisin!
Müjdecine emanete sahip çıktığın müjdesini ver!
İnsanlığa Ramman’ın Rahmet kanatlarını ger!
Dünyanın kalbini fethet! Dünya titresin, kendine gelsin!
Rahmet Elçisi’ne yapılan hakarete nasıl asil bir şekilde karşı çıkılabileceğini -İslâm’ı terörle özdeşleştirerek İslâm düşmanlığının dünya ölçeğinde tohumlarını eken- küresel şer güçler görsün, aklını başına devşirsin!

YENİŞAFAK / Yusuf Kaplan

ONBİNLERİN KATİLİ PKK’YI KORU 12 KİŞİ İÇİN KIYAMET KOPART
12 kişi öldü diye, dün Paris’te yapılan gösterilerdeki abartılığa bakın!

Cumhurbaşkanları, Başbakanlar...

Yüksek düzeyde devlet görevlileri..

Yaptıkları gösterilerle bile, “kınadıkları ölümleri” yine tahrik ediyorlar..

Fransa’nın 12 insanı öldüğünde, onlarca ülkenin başbakanı, yöneticisi biraraya gelip, binlerce kişi ile gösteri yapılıyor da.

Suriye’deki 12 kişi.. 22 kişi, 42 kişi öldüğünde, niye kimsenin çıtı çıkmıyor?..

“Öldürülmeler” kınanırken bile, ölüler arasında niye ayrımcılık yapılıyor..

Yeni yeni öldürmeleri niye tahrik ediyorlar?..

Şöyle düşünün..




Paris’teki gösteriyi gören bir Suriyeli demez mi: “Burda her gün onlarca insan ölüyor. Onların canı can da, bizimki patlıcan mı? Onların pisliğinde altın mı çıkıyor? Niye bizim ölülerimizde, kimse benzer gösteriler yapmıyor? Ölüm ise; bizimki de ölüm.. Silahlı ölüm ise, bizimki de silahla ölüm.. Orda şaşaalı gösteriler yapılıyor da, bizim ölülerimizde niye, cenazemizi kaldıracak adam bulamıyoruz? Biz ikinci, üçüncü sınıf insan mıyız?”

Tabi bu haykırışın ardından da, “Adaletli bir dünya kurmak için...” diye söze başlayıp..

Yeni eylemler..

Yeni ölümler..


İtirazımı, basit bir kıskançlık olarak algılamayın..

Paris’teki ölümlerin sebebi, zaten Ortadoğu’daki ölümler..

Ama öyle bir rüzgâr estiriliyor ki..

Kendi ülkesinde binlerce insanı terör eylemlerinde kaybeden ülkelerin yöneticileri bile..

Teröristleri destekleyen Fransa’nın son acısına destek veriyor..

Nasıl yani diyeceksiniz?

Filistin’i, şunu bunu hiç karıştırmayalım..

Kendi ülkemizden örnek verelim..

Türkiye’de onbinlerle ifade edilen ölümlerin faili olan PKK’nın, Avrupa’daki hamilerinden biri de Fransa değil mi?

Sen; Fransa olarak.. PKK’lı teröristleri koru, kolla. Onlara kapını aç. İltica hakkı ver..

Sonra senin ülkende küçücük (PKK’nın her saldırısında, hemen hemen 10-12 insan ölüyordu) bir eylem olduğunda.. 12 kişi öldüğünde.. Türkiye’nin Başbakan’ı koşup, gelsin.. Senin acını paylaşsın..

Bir kıskançlık mı bu?

Acınacak halimizin resmi midir bu?


Fransa’nın, PKK hamiliği, sadece eski yıllara ait bir durum değil..

Dün, 12 kişinin öldürülmesi kınanırken bile..

Yine PKK bayrakları.. PKK’nın başı terörist Apo’nun resimleri vardı, meydanlarda..

Bu nasıl bir kafadır?

Bu nasıl bir ahlâksızlıktır?

“Terör saldırılarını kınıyoruz” diye gösteri yapıyorlar.

Gösteri yapanların içinde, teröristlerin kralı var!

Sen PKK’lı teröristleri, o gösterilerde teröristbaşının resmini taşımasına izin verirsen..

Senin “terör” karşıtlığına kim inanır?

Sen, Çukurca’da Türk askerinin şehid edilmesine sebep olan PKK’lıları ülkende saklarken..

Senin Paris’indeki saldırılarda ölen insanlarına, kim acır?


Daha dün..

PKK’nın internet istesi firatnews..

Van’daki bir İmam-Hatip Lisesi’nden kaçırılan 16 yaşındaki üç kızın fotoğraflarını yayınlayıp, “PKK’ya katıldıkları” müjdesini(!) vermiş!

Bre ahlâksızlar..

Bre utanmazlar..

Elin Fransızının ölümünden üzüntü duyuyor, oralara gidip, gösterilerine katılıyorsunuz da..

Türkiye’deki kendi ülkenin vatandaşlarını öldürmek üzere, kandırdığınız çocukların terör örgütüne katılmalarını, destekleyerek nasıl haberleştirebiliyorsunuz?

Hani yetişkin insanlar olsalar..

Onun da savunulacak yanı yok ama..

“Ne yapalım, özgür kararları ile örgüte katılmışlar” diyecekler..

Peki, 16 yaşındaki çocukların terör örgütünde ne işi var?

Küçük Ceylan öldüğünde..

İçimiz cız ediyor..

Uğur Kaymaz vurulduğunda, içimiz cız ediyor..

“Onlar çocuk ya.. Çocuk” diye bağırıyorsunuz..

Bizler de, “Devlet, küçük çocuklardan ne istiyor?” diyoruz..

Ama sizler..

16 yaşındaki çocukları dağa kaldırarak..

Bu işlerin yaşı olmadığını ispatlıyorsunuz.

Sizin nezdinizde, hiçbir “kural”ın geçerliliği olmadığını ispatlıyorsunuz..

Bu tavırlarınızla..

Küçücük bir şüphede, silah kullanan devletin gaddar görevlilerine de haklılık payı veriyorsunuz..


Görüyorsunuz değil mi?

Bize “Terörü kınayın” çağrısı yapanların, yüzlerinde kaç tane maske var, görüyorsunuz değil mi?

Sadece bizleri değil..

Kutsal dinimizi de hedef alanların..

İslam’ı; “şiddet dini gibi” göstermeye çalışanların sergiledikleri ahlâksızlıkları, görüyorsunuz değil mi?

YENİAKİT / Ali Karahasanoğlu


 
PEYGAMBERİMİZDEN NE İSTİYORSUNUZ?
Tüm Batı âlemine sesleniyoruz!
Siz hiç Hazreti İsa ya da Hazreti Musa’ya hakaret eden bir Müslüman’a rastladınız mı?
İstediğiniz kadar araştırın Hazreti İsa ve Hazreti Musa’yı karikatürize eden tek Müslüman bulamazsınız!
Zira Hazreti İsa ve Hazreti Musa’yı biz Müslümanlar da aynen sizler gibi peygamber olarak görür ve azami saygıda kusur etmeyiz!
Biz Müslümanlar açısından onlar her türlü saygıya layıktır!
Onlar bizim de peygamber olarak kabul ettiğimiz isimlerdir!
Peki, sizler bizim Peygamberimizden ne istiyorsunuz da iki de bir ortalığın böylesine karışmasına vesile oluyorsunuz?
Peygamberimizi “peygamber” olarak kabul etmeseniz de en azından gereken saygıyı göstermeniz ve Müslümanları tahrik edici yazı ve karikatürlerden uzak durmanız gerekmez mi?
Biz sizin peygamberlerinizi “kendi peygamberlerimiz” olarak görüp saygıda asla kusur etmezken sizin bu konuda alabildiğine hoyrat ve duyarsız davranmanız kabul edilebilir gibi değil ki!
Gerçi aranızdan kimi densizler kendi peygamberlerine de aynı hoyratlığı ve duyarsızlığı sergilemekten geri kalmıyorlar!
Ve de bu hoyratlık ve duyarsızlıklarının “ifade özgürlüğü” kapsamında görülmesini bekliyorlar!
İfade özgürlüğüne sonuna kadar evet ama ifade özgürlüğünün de bir sınırı yok mu?
Siz başkalarına “hakaret etmeye” başladığınız anda ifade özgürlüğü mü kalır?
Siz başkalarının kutsalları ile “dalga geçmeye” başlarsanız ifade özgürlüğünden kimse söz edemez!
Hiç kimseden kendisine yapılan hakareti “içine sindirmesini” bekleme hakkınız olmadığını unutmamalısınız!
Yine hiç kimsenin kutsalları ile dalga geçilmesi karşısında sessiz kalmasını beklememelisiniz!
Özetle ifade etmek gerekirse Müslümanlar nasıl Hazreti İsa ve Hazreti Musa’ya saygıda kusur etmiyorlarsa sizler de aynen öyle Hazreti Muhammed’e karşı saygıda kusur etmemelisiniz!
Müslümanlarca kutsal bellenen konularda da azami hassasiyeti göstermelisiniz!
İfade özgürlüğünün arkasına saklanarak aklınıza esen her şeyi yapamayacağınızı idrak etmelisiniz!
İfade özgürlüğünün de bir sınırı olduğunu aklınızdan hiç mi ama hiç çıkarmamalısınız!
Aklınıza estiği gibi Müslümanlara hakaret etmeyi kendinizde bir “hak” olarak görmekten ve bu kafa ile hareket etmekten artık vazgeçmelisiniz!
Yani kutsallar ile dalga geçmeyi bırakmalısınız!

Türk milleti
M.Necati Özfatura
Türk milleti dünya tarihine damgasını vurmuş bir millettir. Bu inkârı mümkün olmayan, şüphe götürmez bir gerçektir. Milletimiz tarihte unutulmaz zaferler kazanmıştır. Üç kıtada muhteşem devletler kurmuş asırlar boyunca uçsuz bucaksız topraklarda dinleri, dilleri, ırkları farklı mezhebleri, çeşitli etnik kökenleri, farklı milletleri, adalet, huzur, refah ve hoşgörü ile yönetmiştir. Hakim olduğu yerlere medeniyet götürmüştür.
Dünya milletlerine örnek olmuştur. Elbette bütün başarıları temiz ahlakları sayesinde kazanmışlardır; Son 1000 yıldır İslam temeline dayanan Türk’ün üstün ahlak ve seciyesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı ulu bir çınar idi. Tanzimatçılar, Jöntürkler, İttihat Terakkiciler bu çınarı budadılar. Maddi gücünü yok ettiler. Ancak Osmanlı çökmedi durduruldu. Batılı bir tarihçinin dediği gibi; Osmanlı, geleceğin tarihidir...
CHP ise devrim adı altında 1000 yıllık Türk-İslam medeniyetini yıkarak manevi gücünü tahrip etmiştir. CHP bu devleti (ulu çınarı) salonlardaki süs ağacına çevirdi. İslamiyete son derece saygılı ve hayatına yansıtan bu milletin önemli kısmını İslamiyeti yaşamak şöyle dursun İslamiyete düşman ettiler.
Halkın önemli kısmını doğumundan ölümüne kadar Hıristiyan gibi yaşayan sadece kimliğinde İslam yazılı, boynuna haç takmayan, kiliseye gitmeyen, sadece cenazesi cami önündeki musalla taşına konan ve Müslüman mezarlığına gömülen manevi ve dini olarak değersiz hâle getirdiler.
Ahlak çöktü. Dünya hayatında huzur ve güvenlik bozuldu. Batılı yabancı seyyahların eserlerinde İstanbul’da 1 yılda ancak birkaç hırsızlık ve cinayet olayı yaşandığı, bu cürümleri işleyenlerin de Hıristiyanlar olduğu yazılıdır.
Menderes bu ulu çınarın tohumunu tekrar ektiği için idam edildi. Özal bu tohumu filiz haline getirdiği için zehirlendi. Erdoğan ise bu filizi fidan haline getirdi. Ve büyümesi için çalışıyor. İçerdeki ve dışardaki şer güçler, muhalefetin tamamı, paralel yapı, vesayet rejimi taraftarları, küresel sermayenin taşeronları, faiz lobisi, emperyalist güçler ve küresel sermayenin hedefi Erdoğan’dır. Daha doğrusu Erdoğan’ın şahsında Türkiye ve İslam Dünyasıdır.
Hıristiyan Batı medeniyeti komadadır. Din çökmüştür. Ahlakı çökmüştür. Toplumu çökmüştür. Yıkılması an meselesidir. Batıda ırkçılık ve İslam düşmanlığı neden artmıştır? Çünkü İslamiyeti ve Müslümanları teslim alamazlarsa, İslamiyet onları teslim alacaktır.


100 BİNE 12 KİŞİ İSE YAP HESABI 3 MİLYONA KAÇ KİŞİ
Dikkat ediyor musunuz?
İlk hareket, hep onlardan geliyor..
Durup dururken, Hz. Peygamber’e hakaret eden karikatür çiziyorlar..
Oysa, ne istiyorlar bunlar, Hz. Peygamber’den?
İlla hakaret edecekler.
Onlar hakaret edecekler, Müslümanların tamamı da seyredecekmiş..
Öyle istiyor, beyefendiler!..
Güzel güzel anlatıyoruz.
“Bizim bakış açımızda.. Hz. Peygamber, insanlara anne-babalarından daha yakındır. Yapmayın, insanları rencide etmeyin..”
Anlamıyorlar..
“Biz çiziktiririz, size ne?” diyorlar..
Anlatmaya çalışıyoruz:
“Onu çiz, bunu çiz, beni çiz.. Bir başkasını çiz.. Ama Hz. Peygamber’i tahkir etme!”
Anlatamıyorsunuz.
Sonra bir bakıyorsunuz..
12 ölü birden..
Şimdi söyleyin: “Biz mi sorumluyuz, bu 12 ölüden?”
Hemen atağa geçiyorlar: “Siz yapmadınız ama.. Siz de kınayacaksınız!”
Kardeşim.. 
Siz bize değer vermiyorsunuz..
“Yapma” diyoruz, dikkate almıyorsunuz..
Sonra bizim dışımızda bir şeyler oluyor.. İstenmeyen olaylar yaşanıyor.. Gelip, tepemize dikiliyorsunuz, “Haydi kına, kına” diyorsunuz..
Hatta kınayanlara, “Kınama yetmez, ‘ama’sız olsun”, diyerek, kebapçıdan“acısız lahmacun” istiyormuşsunuz gibi, rahat rahat talimatlar yağdırıyorsunuz..
Oysa..
Yaptığınız tüm şarlatanlıklara rağmen..
Başbakanlar, bulundukları makam gereği, yürüyüşünüze katılıyor. Size başsağlığı diliyor....
Yaşanılanlardan birazcık ders çıkarmanız gerekirken..
Tekrar atağa geçiyorsunuz.
“Aynı karikatürleri içeren dergiyi, bu sefer 3 milyon adet basacağız”
İyi halt edeceksiniz..
Sayıları yarıştıracaksanız..
12’nin failleri de..
“Karar aldık, 12 yerine, sayıyı 3 ile çarpıp, 36 olarak olarak belirledik”derlerse..
Ne diyeceksiniz?..
Ağlaşmadan, “Kendimiz ettik, kendimiz bulduk” diyecek misiniz.
Bize gelip, “Kınayın, haydi kınayın” demeden, kendi başınızın çaresine bakacak mısınız?
Bakacaksanız, sorun yok.
Bakamayacaksanız, biraz söz dinleseniz ya!
• 
Her şey dışımızda yaşanıyor..
Onlar, “Biz kutsal tanımayız” diyorlar, hakaret ediyorlar.
Birileri de, “Bizim lügatımızda, kutsala hakaret edenin hayat hakkı yoktur”diyor..
Vurup öldürüyor..
Sonra sözümona öldürülmelere tepki olarak, “Biz peygamber dinlemeyiz, hakaret ederiz. Hem de 3 milyon baskı yapacağız” diyorlar.
Tahrik ediyorlar.
Meydan okuyorlar..
İnsanları kızıştırıyorlar.
İstemeyiz ama, yarın, belki de daha sert bir eylem olduğunda..
Bakalım diyecekler mi: “6 milyon basacağız..”
Aslında olayın arka planında..
Zalimlik var.
Gaddarlık var.
Vahşilik var..
Hayır öldürenlerden ziyade..
Öldürülenlerde bu sıfatlar var.
Adam diyor ki: “Gel ulan. Senin gücün bana yetmez. Ben güçlüyüm. Senin ne kadar kutsalın varsa.. Hepsine hakaret edeceğim. Haydi bakalım, beni engelle de göreyim.”
Bu mantık, nasıl bir mantıktır?
Bu mantığın; elinde silah olan birisinin, silahsız insanı işkence ederek öldürmesinden ne farkı vardır?..
Kendisini güçlü gören kişinin, güçsüz kişiye zulmetmesinden ne farkı vardır?..
Kimyasal silaha sahip olanın, beğenmediği insanları bir bomba ile zehirleyip öldürmesinden ne farkı vardır?
Hepsinin arka planında “Güce tapınma” var..
“Ben güçlüyüm, istediğimi yaparım” kafa yapısı var..
“3 milyon basacağız” tahrikinin başka ne izahı olabilir?
“3 milyon basacağız” tahriki..
Bana Aziz Nesin’in, “Şeytan ayetleri” isimli kitabı, Aydınlık gazetesinde yayınlamaya başladığında.. Şişli Sulh Ceza Mahkemesi tarafından“toplatma kararı” verildiğinde..
“Onlar toplatma kararı versinler, ben yine yarın kitabı yayınlamaya kaldığım yerden devam edeceğim” tehditini hatırlattı.
O tehditlerin, o “hodri meydan”ların sonunu biliyorsunuz..
Madımak’ta 37 insanın kanına girdiler..
Ne uğruna?
Hz. Peygamber’e hakaret etme..
İslam’ı tahkir etme uğruna..
Oysa hiç kimse, bir başkasına “Müslüman olmaya mecbursun” demiyor ki..
İsteyen Müslüman olur, istemeyen olmaz.
Nedir İslam ile alıp veremediğiniz?
Nedir sizdeki bu hakaret etme içgüdüsü?
O en adice hakaretlerin yer aldığı dergiyi 3 milyon basıp, ne kazanacaksınız?
3 milyon basınca, düşünce özgürlüğü tavan mı yapacak?
“Artık bizler hürüz” deme imkanını, 3 milyon baskı yaptıktan sonra mı söyleme hakkınız doğacak? 
Başınız göğe mi erecek?
Yaptığınız bu tahrik ile, hakaret etmek istediğiniz Müslümanlar için kullandığınız “Yobaz, cahil” sıfatları, aslında tam da sizin üzerinize birebir uymuş olmuyor mu?
Milyarların saygı gösterdiği bir kimliği tahkir etmeye çalışarak, kendi sonunuzu, kendiniz hazırlamıyor musunuz?

********************











BU ÖZGÜR BASIN,
SADECE MÜSLÜMANLARA SÖVERKEN Mİ VAR,
İKİ YÜZLÜ SAHTEKARLAR.
İŞTE AVRUPA'NIN GERÇEK YÜZÜ.
BÖYLE İKİ YÜZLÜ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İÇİNE TÜKÜREYİM.
Ortadoğuyu :Petrol ve Altın madenleri için,
Sömürüp Kan gölüne çevirenler,
Teröre karşı yürüyorlarmış!!!
Her Gün bir yerlerinde Onlarca müslüman öldürülüyor Kimse konuşmuyor Dün Pariste 12 İnsan Gebermiş  Ağzı Olan konuşuyor
Irakta : 83
Yemende : 83
Suriyede : 26
Afkanistanda : 18
Pariste 12 insan nüsfettesi öldürüldü
Ama sadece Paristekiler konuşuldu.

‘CHARLİE’YE ÇOK AÇIK MEKTUP!...
“Ben Charlie’yim...” diye tanıtıyorsun kendini,
İyi de, Myanmar’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Doğu Türkistan’da, Tayland’da milyonlarca insan öldürülürken neredeydin?!...
Başka bir gezegende mi yaşıyordun, yoksa sana çok uzak olduğu için haberin mi olmadı Charlie?!...
Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da yüzbinlerce kadın, erkek, çoluk çocuk katledilirken niye ortaya çıkmadın Charlie?!...
Suriye’de kimyasallarla yüzlerce bebek öldürüldü... Sıcaktan bozulmasın diye o minicik bedenleri üzerine buz parçaları serpiştirildi... Fotoğraflarını tüm dünya gördü, sen görmedin mi Charlie?!...
Çok vicdanlısın da, Somali’de yüzbinlerce insan açlıktan ölürken, yeterli gıda alamadığı ve sütü yetmediği için 2 bebeği arasında (en azından 1 tanesini kurtarmak amacıyla) tercih yapmak zorunda kalan Somalili anneleri görmedin mi Charlie?!...
Neden o zaman; ‘Ben Charlie.., medeniyetin beşiği.., yemekten içmekten patlıyorum, al sen de ye...’ demedin?!...
Bütün dünyayı ayağa kaldırıp 1 milyar dolara 1 milyon insanın hayatını neden kurtarmadın vicdanına tükürdüğümün Charlie’si?!...
Hem sen neden şimdi ortaya çıktın Charlie?!...
Çakma medeniyetler coğrafyasından 12 kişinin hayatı, milyonlarca insanın hayatından daha mı değerli?!...
Değil Charlie!...
Bizim için, yüzünde gülücükler açan bir bebeğin hayatı, tek bir mazlumun ahı dünyaya bedeldir Charlie...
Hadi sen Charlie’sin... Zulmün, terörün ucu sana dokununca çağdaş medeniyetler seviyesizliğinin tek dişi kalmış Charlie’si olarak ortaya çıkıyorsun, anlıyoruz...
Lakin senin sayende içimizde de senin gibi nice ‘Charlie’ler olduğunu öğrendik Charlie...
İnsanların kutsallarına, dinine, değerlerine hakaret etmenin düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunan ne de çok yerli Charlie varmış aramızda?!...
Bizim Charlie’lerin derdi de ifade özgürlüğü, özgür basın falan değildir... Onlar da (sizin gibi) İslam’dan hazzetmezler...
Mesela, düşünce özgürlüğü kapsamında Atatürk’ü koruma kanununu kaldıralım desen, sokağa çıkıp ‘diren zart, diren zurt..’ diyerek eylem yapar bizim Charlie’ler...
Bir de fazladan ‘Paralel Charlie’lerimiz var... Bu ülkede o karikatürleri yayınlayan gazeteye sahip çıktı bazı ‘Paralel Charlie’ler... Gerçi onlar için sorun yok... Sonuçta paraleller.., ve her şeyin paraleli olmaya meyyaller... Müzikli danslı gösteride (haşa sümme haşa) Peygamberimiz'i tecessüm ettirip film icabı kamyonete bindirenler bir karikatürden mi rahatsız olacaklar?!... Dün ‘Ariel’diler, bugün ‘Charlie’ler!...
Ha bir de Kılıçdaroğlu var... O da o sefil karikatürleri yayınlayan gazeteyi arayıp destek verdi... (Kılıçdaroğlu bundan kelli; ‘Benim adım Kemal’ yerine, ‘Benim adım Charlie, ben yaparım!...’ der mi acaba?...)’
Bak Charlie, beni iyi dinle...
Koskoca orman yanarken sen kendi ağacının her bir yaprağın üzerindeki tozu silip parlatmakla meşgulsün... Orman yansın kül olsun umurunda değil... Bak tek bir kor, yaprağına sıçradı, ortalığı ayağa kaldırdın...
‘Ulu çınarım’ diye övünme...
Bir gün gelir senin oraya ‘çam ağacı’ dikerler, gölgesinde yapraklarını dökerler!...
Kızma lan Charlie,
Buna da ifade özgürlüğü, ironi, mizah falan derler!...
Gazeteci / HİKMET GENÇ

İŞTE GERÇEKLER...


Paris’te geçtiğimiz Aralık ayında mevcut polislere ilave olarak binlerce Fransız komandosu da sokaklara çıkarılmıştı. “Terör saldırılarından” korkuyorlardı. Bu gelişme bir nevi adı konmamış olağanüstü hal uygulamasıydı.

AB’nin en güçlü 3 devletinden biri olan Fransa’nın başkentinin göbeğinde gündüz vakti polis tarafından güvenliği sağlanan bir medya binasına saldırı yapıldı. Saldırıda yayın kuruluşunda görevli 10 kişi ve binayı bekleyen 2 polis öldürüldü. Yani bu saldırı Paris’te en sıkı güvenlik tedbirlerinin alındığı bir süreçte gerçekleştirildi. Saldırıyı yapanlarsa ellerini kollarını sallayarak olay yerinden uzaklaştılar. Sıradan bir saldırı olamaz bu!

Türkiye’de PKK terörüne dair Çözüm Süreci başladığında, bundan tam 2 sene önce, süreci sabote etmek için Paris’in göbeğinde 3 PKK yöneticisi kadın şaibeli şekilde katledilmişti. 2 sene geçmiş olmasına rağmen o saldırının gerçek mahiyetini hala tam olarak öğrenemedik. Fransız hükümeti ve yargısı, o konuyu ağırdan aldı ve aydınlatmadı.

Paris'teki son saldırıda ilk anda 11 ölü vardı. DÜNYA ŞOKTA başlıkları atıldı. 11 Eylül saldırıları bahane edilerek 2001 yılında ABD öncülüğündeki Haçlı koalisyonu ile Afganistan'a açılan savaşta, bugüne kadar 3.6 milyon Müslüman katledildi. Ama 3.6 milyon Müslümanın ölümü karşısında DÜNYA ŞOKA GİRMEDİ!

Afganistan’ın ardından aynı Haçlı koalisyonu bu defa Irak’a savaş açtı. Son 11 senede Fransa'nın da desteği ile Irak'ta 1.2 milyon Müslüman katledildi. 3.5 milyon Müslüman da bu savaşta sakat bırakıldı. Ama Irak’taki 1.2 milyon Müslümanın ölümüne ve 3.5 milyon kişinin sakat kalmasına bu "Dünya" Paris'te ölen 11 kişiye üzüldüğü kadar üzülmedi.

BM Güvenlik Konseyi’nde VETO yetkisine sahip Çin yargısı 300 Müslüman Uygur Türkü için idam kararı verdi. Batı siyasetinde Batı medyasında buna karşı çıkan bir ses duydunuz mu? Çin, ülkede yaşayan Müslümanlara İslam'ı yasaklayan kararlar aldı. Medeni Batı'nın umurunda oldu mu? Batı'da hiç kimse Çin'in yaptıklarına ŞOK olmadı. Aksine "Müslümanlar bunu hak ediyorlar" diye bakıyorlar.

Filistin’de katliam yapan Siyonist İsrail’i Fransa dahil Batı ülkeleri 70 senedir açıkça destekliyorlar. Daha geçen yaz, Temmuz, Ağustos aylarında İsrail Gazze’yi yine yerle bir etti. Sadece 11 kişi değil; çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden 2 binden fazla Müslüman katledildi. Hala Gazze’ye ilaç bile sokulamıyor. Batı'da kimin umurunda?

Son 4 senede Suriye’de 300 bin Müslüman, Batı destekli BAAS rejimi tarafından katledildi. Fransa dahil olmak üzere ABD ve Avrupa kimi desteklediler? Elbette ölenlere timsah gözyaşları dökerek Esad’ı desteklediler.

Mısır tarihinde seçilmiş ilk ve tek Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı geçen yıl General Abdülfettah Sisi tarafından askeri darbe yapıldı. Bu darbecileri kim destekledi? Ne yazık ki yine İsrail’le birlikte, Avrupa ve ABD destekledi.

Batı, Müslümanları daima güdülecek koyun, ülkelerini de sömürülecek yer olarak gördü. Avrupa’da da Müslümanların emeklerini sömürdüler. Hem sömürdüler hem dışladılar, hakir gördüler, aşağıladılar. Onların giyim kuşamlarına müdahale ettiler. Minareleri yasakladılar, camileri yaktılar. İnançlarına ve peygamberlerine hakaret eden yayınlar yaptılar. Sonra da bu hakaretleri "Basın ve ifade özgürlüğü" kılıfıyla savundular.

Haçlı zihniyetindeki Batı, bir asırdan beri İslam coğrafyasında rüzgar ekiyor. Şimdi de ektiği rüzgarı ufak ufak biçmeye başladı. Rüzgar ektikçe rüzgar biçmeye, fırtına ektikçe fırtına biçmeye, kasırga ektikçe de kasırga biçmeye devam eder. Avrupa’nın kimseyi suçlama hakkı bulunmuyor. Şunu herkes bilir ki "Şiddet şiddeti doğurur."

Elbette bu saldırıyı savunmuyoruz. Keşke işler bu noktaya gelmeseydi. Daha dün İstanbul’da bir polisimiz intihar saldırısında şehit edildi. Saldırıyı DHKP-C üstlendi. Peki yıllardır DHKP-C’nin beyin takımı nerelerde korunuyor, barındırılıyor? Paris’te, Fransa’da. Türk polisinin katledilmesine ŞOK olmayan Batı, Fransız polisinin ölümüne neden şok oluyor?

Umarız Avrupa yaptığı hatalara tevbe eder ve tekrar hatalarına devam etmez de bu olaylar Fransa ve Avrupa’da daha da yayılmaz.

Gerçekten korkunç bir olay bu. Fransa'nın Filistin'de ölenlere üzüldüğü gibi biz de Paris’te ölenlere üzüldük. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'in katil Beşşar Esad'ı kınadığı gibi Paris saldırılarını kınıyoruz.

Gazeteci / Alper TAN



*******************


İSLAMOFOBİNİN NEDENİ: DÜNYANIN MÜSLÜMANLAŞMASI TEHLİKESİ! (2)

Her şeyin, tek bir küre üzerinde cereyan ettiği bir dünyada, Batılıları korkutan en temel şey, dünyanın hızla Müslümanlaşabileceği korkusudur.

İSLÂM TESLİM ALINMAZSA, DÜNYA                      İSLÂM’A TESLİM OLABİLİR!

O yüzden Batılılar, İslâm’ı şeytanlaştırma, genelde dünyayı, özelde Müslüman toplumları İslâm’dan soğutma, Müslümanların İslâm’la ilişkilerini “ılımlı İslâm” gibi projelerle sakatlama, İslâm’ı bireysel bir inanç meselesine indirgeyerek protestanlaştırma, hayattan uzaklaştırma ve sonuçta yeniden tarih-yapacak bir aktör olarak tarihe girme yolu’nun ve yolculuğunun önünü tıkama kaygılarıyla hareket ediyorlar.

Eğer İslâm’ın önü tıkanmazsa, İslâm’ın yeniden tarihe çıkış yolculuğunun önü alınamaz.

Eğer İslâm, tıpkı Budizm, Hinduizm, Taoizm, Şintoizm vesaire gibi teslim alınamazsa, dünyanın İslâm’a teslim olmasına engel olunamaz ve dünyanın hızla Müslümanlaşması durdurulamaz.

İSLÂM’IN TARİH-YAPICI İKİ GÜÇLÜ ÖZELLİĞİ

Bunun en temel iki nedeni var: Birincisi, İslâm Batı gibi çatışmacı değil dengeye dayalı, dışlayıcı değil kucaklayıcı, kaosu değil kozmosu önceleyen; ruhla bedeni, fizik gerçeklikle fizik ötesi gerçekliği, iç’le dış’ı, zâhirle bâtın’ı mezceden tek dünya tasavvurudur.

İkincisi işe şudur:  İslâm’ın başka kültürlerle, medeniyetlerle ve dinlerle bir arada yaşama tecrübesi üreten tek “din” olmasıdır. İslâm’ın dışında hiç bir din, kültür veya medeniyet, (Batı küreselleşmesinde olduğu gibi düzleştiren veya tektipleştiren değil), farklı dinlerle, kültürlerle, medeniyetlerle birarada yaşama tecrübesi üreten küresel bir medeniyet tecrübesi geliştirememiştir.

Eğer İslâm’ın yürüyüşü engellenemezse, dünyanın uzun vadede hızla Müslümanlaşması engellenemeyebilir. Bu da, Batı hegemonyasının sonunu getirir kaçınılmaz olarak.

O yüzden İslâm’ı, hedef tahtasına yatırıyorlar.

BATILILARI KORKUTAN HAKİKAT!

Batılıları korkutan temel şey, seküler Batı kültürünün ve ürettiği tecrübenin, iki esaslı zaafının olması: Birincisi, seküler Batı tecrübesi, çatışma üzerine kurulu bir tecrübedir.

İkincisi de, seküler kültür, başka kültürlere -ontolojik doğası gereği- hayat hakkı tanımaz.

Eğer İslâm, şeytanlaştırılmaz ve zaafa uğratılamazsa, her şeyin küre üzerinde cereyan ettiği, küresel iletişim araçlarının bu denli yaygınlaştığı bir zaman diliminde, İslâm’ın bu türden zaaflarının olmadığı zamanla anlaşılacak; bu da seküler Batı kültürünün ürettiği haksız hegemonyanın çatırdamasına yol açacak bir süreci tetikleyecektir.

Seküler kültür, Marcuse’ün deyişiyle “tek boyutlu” (sadece dünyayı / fizik gerçekliği mutlaklaştıran) bir kültür olduğu için, tek boyutlu olmayan diğer kültürleri anlayabilmesi de; dolayısıyla diğer kültürlerle birlikte yaşayabilmesi de imkânsızdır.

Bu iki nedenden ötürü, seküler kültür, ancak ötekiler (hayaletlere dönüştürülecek hayalî düşmanlar) icat ederek varlığını sürdürebilir. Bu yalnızca Batı’da değil, sekülerleşmiş bütün ülkelerde böyledir. Türkiye’de yaşanan akıl almaz gerilimler ve sorunlar, bunun bir başka göstergesidir.

BATI’YI KURAN DİNAMİK: ÖTEKİLEŞTİRME VE ŞEYTANLAŞTIRMA

2500 yıllık Batı kültürü tarihi boyunca, Batılılar, Müslümanlar gibi, farklı kültürlerle hiçbir zaman birada yaşama tecrübesine sahip olamamışlardır.

Batı’da demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi söylemlerin geliştirilmesinin en temel nedeni budur. Bu söylemlerin, tam olarak hayata geçirilebilmeleri ise imkânsızdır. Sadece ayartıcı bir gözbayayıcılık, dünyaperestlik, ego-perestlik, şehvet-perestlik düzeni üretilebilir: Bu da, insanların dünyayı, cinselliği, ego’yu, kariyeri putlaştırdıkları gerçek anlamda özgürlüklerini yitirdikleri ayartıcı, gönüllü köleliğe dönüşebilir.

Bu nedenle, başka kültürler birazcık varlık ve hayatiyet belirtileri göstermeye başladıkları andan itibaren seküler kültürün taarruzuna maruz kalmaları ve etkisiz hâle getirilmeleri kaçınılmazlaşır.

Bugün Avrupa’da İslâm’ın az-biraz, yamru-yumru şekillerde de olsa, varlık göstermeye başlaması, seküler Batı kültürüne teslim olmaya direnmesi, Batılıların Müslümanları ötekileştirmeleri ve şeytanlaştırmalarıyla sonuçlanmıştır.

İKİ ÇAPRAZ ATEŞ ARASINDA...

Sömürgeciler İslâm dünyasını önce paramparça ettiler: “Yerli laik misyonerler”i İslâm dünyasının başına musallat ederek Müslüman toplumların dinamizmini dinamitlemekte, önlerini kesmekte “kukla” olarak kullanıyorlar.

Bugün Müslüman toplumlar, dışarıdan ve içeriden gelen iki çapraz laik ateş arasında kalmış durumdalar: Bir yandan, Müslümanlıkla ilişkilerini koparmama, öte yandan da, daha bir muhkemleştirme ve yeniden-Müslümanlaşma mücadelesi vermektedir.

Her şeyin küre üzerinde cereyan ettiği bir dünyada, eğer İslâm şeytanlaştırılmazsa, tek boyutlu, çatışmacı ve ötekileştirici, seküler Batı kültürünün insanı, toplumu, tabiatı tahrip ettiği ve diğer kültürlere hayat hakkı tanımadığı kolaylıkla anlaşılacak ve İslâm’ın herkesi nasılsa öylece kabul edeceği küresel bir barış ve adalet düzeninin tesis edeceği bir dünyanın, bir medeniyetin yeniden inşasının, dolayısıyla dünyanın hızla Müslümanlaşmasının- önü birdenbire kendiliğinden açılmış olacak.

Bu, aynı zamanda, Batı uygarlığının haksız, zorba hegemonyasının -uzun vadede- sona ermesiyle sonuçlanacak...

İslamofobinin gerisinde yatan ve Avrupalıları korkutan temel neden bu işte.

PEYGAMBERİ DEVRE DIŞI BIRAKAN BİR DİN, KISA DEVRE YAPAR!

Hz. Peygamber (sav)’in kendisinin (=”kişisel tarihi”nin) ve mesajının, bütün insanlık, özellikle de tarihlerinin en zorlu dönemlerinden birini yaşayan biz Müslümanlar için neler “söylediğini”, ne anlam ifade ettiğini anlamaya, kavramaya ve hayata geçirmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç hissediyoruz.

Hz. Peygamber’i, bir insan ve bir peygamber olarak bütün veçheleriyle, bütün yapıp-ettikleriyle, yani “kişisel tarihi”yle bir bütün olarak anlamadan Kur’ân’ın söylemini de, sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa hitap eden İslam’ın mesajını ve vaadlerini de anlayabilmek ve idrak edebilmek mümkün değil.

İşte bu nokta, İslâm’ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar’a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm’ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir.

VAHYİN EFENDİMİZ’DE HAYAT BULMASI, HAYAT OLMASI VE HAYAT SUNMASI

Peygamberimiz, İslâm’ı, Kur’ân’ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden (ama) bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamber.
Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki “kişisel tarihi”, İslâm’ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekanlarda nasıl anlaşılıp, idrak edilip hayata aktarılabileceğini “gösteren” bir “zaman dilimi” olduğu için, İslâm’ın “özü, özeti’’dir.

İşte Müslümanlara düşen şey, insan ve elçi olarak Peygamberimiz’le, Peygamberimiz’in “kişisel tarihi”yle özetlenen, örneklenen, İslâm’ın özüne, değişik zamanlarda ve mekanlarda bihakkın nüfûz ederek yeniden-hayata geçirmek ve yepyeni şekillerde hayatiyet kazandırmaktır.
İslâm’ın, Hz. Peygamber'in bir insan ve peygamber olarak ‘’kişisel tarihi”nde özetlenmesi ve örneklenmesi, İslâm’ın her şart ve durumda geçerli olabilecek aslî özelliklerini, mahiyetini de kendiliğinden ele veriyor.

Sadece İslâm’a özgü olan bu özgün durum, İslâm’ın aynı anda hem beşerî hem ilahi olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı ve şimdiyi, hem de ‘’öte’’yi aynı anda meczeden, kucaklayan, ihata eden bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olduğunu gösteriyor.
Bu durum, bütün zamanlarda ve mekanlarda İslâm’ın insana, hayata, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere ilişkin olarak her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir duyarlığa sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.
Bu nedenledir ki, İslam’ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kâinâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslümanın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşamasını önlüyor.

Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamıyor; öte yandan da bir Müslümanın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşıyor.

DİNE, ZAMANLAR VE MEKÂNLAR ÜSTÜ ÖZELLİĞİNİ PEYGAMBER KAZANDIRIR

Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in “kişisel tarihi” bize örneklik teşkil ediyor.

Peygamberimiz’in “kişisel tarihi”, İslâm’ın salt zamanlar ve mekanlar üstü bir veçheye değil, aynı zamanda zamansal ve mekansal bir veçheye sahip olduğunu da gösteriyor: Kur’ân’ın aynı zamanda, peyderpey, 23 yıllık bir zamana yayılarak vahyedilmesi, bu açıdan çok önemli.
İşte bu, İslâm’ın fiilî durumlara uygulanması gereken bir mesajı ve niteliği olduğunu gösteriyor. Bu süreçte Peygamberimiz, sadece Kur’ân’ı aktarmakla kalmıyor; aynı zamanda gerek yaşadığı coğrafyada, gerekse komşu coğrafyalarda hâkim olan kültürlerle de ilişkiye geçerek İslâm’ın mesajını hayata geçiriyor.
Bizzat Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”, İslâm’ın bu kişisel tarih’le özetlenmesi, örneklenmesi, İslâm’ın aynı zamanda güçlü bir tarih ve zaman nosyonuna, diyalojik bir niteliğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.

İşte Peygamberimiz'in kendi kişisel tarihi boyunca, değişenle değişmeyen, görünür olanla görünür olmayan, ilahî olanla beşerî olan arasında kurduğu bu özgün ilişki ve iletişim biçimi, biz Müslümanların değişen zaman ve mekânlarda İslâm’ı nasıl idrak edip hayata geçirebileceğimiz konusunda önemli ipuçları veriyor bize.
Bu durum, aynı zamanda, İslâm’ın, kendine özgü bir dinamizme sahip olduğunu, bu dinamizmin her hâl ve şartta yeniden harekete geçirilebileceğini kendiliğinden ortaya koyuyor. Yeter ki biz, sahip olduğumuz idraki müdrik olalım.
O yüzden, son söz olarak şunu söylüyorum: Peygambersiz, din anlaşılmaz. İyice anlaşılmaz hâle gelir.

Peygamberi devre dışı bırakan bir dinin kısa devre yapması ve hayattan çekilmesi mukadderdir. Tarihe bakın göreceksiniz bu gerçeği.
YENİŞAFAK / YUSUF KAPLAN



Batının Din tüccarlığı
Charlie Hebdo katliamından sonra Avrupalı liderlerin tutturduğu politik doğrucu söylem ‘saldırının İslâm’la alakası yok’ olsa da, esasında düşünceleri tam tersiydi. Zira saldırıyı yapan faillerin birincil sebebinin yüzyılı aşkın süredir işgal ettikleri, iğfal ettikleri, işkence ettikleri bir coğrafyadan ‘bastırılanın geri dönüşü’ misali bir tepkiyle hareket ettiklerinin farkında olsalar da İslâm’daki tarif edilemeyen bir ‘fazla’nın, Müslümanların köleleştirilmesini, ikinci sınıf olmayı kabul etmesini engellediklerinin de ayırdındalardı.
Hâlbuki Avrupa, bu saldırıyı, Müslümanlarla, en azından beraber yaşadıkları topraklarda adil bir yaşam modeline dönüştürmek için kullanabilirdi. Olmadı. Saldırı sonrasındaki iki hafta içinde, Müslümanlara yönelik biri cinayetle sonuçlanan 60’ı aşkın saldırı olmasına rağmen, katil hariç hiçbir fail yakalanmadı. Fransız polisi anında katilin “şizofren” olduğunu ilan etti. Öyle ya, katil yedi göbek Avrupalıysa, ya yalnız kurttu ya da deli... Diğer yandan 100’ü aşkın Müslüman göz altına alındı. Sebebi ise herhangi bir şiddet eylemine karışmaları değil, sosyal medyada yazdıkları idi. İşte bunlar hep ifade özgürlüğü... En ironik örnekse şüphesiz Berliner Zeitung isimli Alman gazetesinin, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) hedef alan karikatür diye yanlışlıkla anti-semitik bir karikatür basması ve ertesi gün Yahudi toplumundan özür dilemesiydi. Bir nevi ‘Esas Müslümanları aşağılamak istemiştik, kusura bakmayın’ dediler yani.
Pek çok Batılının saldırının İslâm’la kurduğu bağı, İslâm coğrafyasının Batı’nın onlarla kurduğu üstenci ilişki biçimini, bu kadar uzun zamandır ıslah ve terbiye edilmeye çalışılmalarına rağmen kabul etmemesiydi. Dolayısıyla Batı’nın oluşturmaya çalıştığı ‘uslu ve uysal Müslüman’ figürünü oluşturmaya çalışan gönüllü hizmetkârlara gün doğdu. Mısır diktatörü el-Sisi, o hafta El Ezher’deki ‘alim’lere seslendi ve İslâm’ın devrimcileştirilmesi çağrısında bulundu. “Zamanın şartlarına uygun bir dinî söyleme ihtiyaç olduğunu vurgulayan Sisi, Ezher ‘alim’lerini göreve çağırdı.
Ertesinde Foreign Policy’de çıkan makale, İslâm’ın Hristiyanlık gibi bir Reformasyon sürecinden geçmesi gerektiğini iddia ederek Fetullah Gülen ve el-Sisi’yi örnek Luther’ler olarak sundu. The Economist de buna destek çıktı. Geçtiğimiz günlerde de Davos’ta ağırlanan Sisi, moderatör tarafından ‘Davos cemiyeti sizin liderliğinize güveniyor’ şeklinde övüldükten sonra, mevcut dinleyiciler tarafından da coşkuyla alkışlandı. Sisi’nin, Ortadoğu’nun içinden çıkan en örgütlü ve silahlı mücadele karşıtı hareketin Mısır halkı tarafından demokratik seçimlerle başa gelmiş liderini askerî darbeyle devirmesi, 21. yüzyılın en büyük sivil katliamlarından birine imza atmış olması, yüzlerce gazeteci ve binlerce siyasetçiyi zindana atmış olması önemsiz ayrıntılardı. Batılı egemenlerin arzu ettiği tahrif edilmiş bir din anlayışını savunuyordu ya, gerisi teferruattı.
Hz. Muhammed (s.a.v.), İslâm’ı zamanın şartlarına uydurmak için gelmedi. Zamanın şartları zulmü meşrulaştırıyor, zayıfı ezmeyi öğütlüyor, küfrü yüceltiyordu. Müslümanlar da İslâm’ı ‘zamanın şartları’na uydurmayı kabul etmeyecekler. Türk televizyonlarında, kendisini alameti farikası olarak ‘Ben eskiden İslâmcıydım, sonradan aydınlandım’ diye pazarlayan şarlatanlar ve global ölçekte İsrail-ABD ekseninden milim sapmaya cesaret edemeyen bekçi köpekleri ancak bu hakikatin daha da parlamasına yarıyorlar. Anlaşılan Batı da, bunu zor yoldan öğrenmeye devam edecek.
YENİŞAFAK / Hilal Kaplan



Ali Haydar Haksal
EMPERYALİZM TERÖRÜNE KARŞI KİM AYAKLANACAK
Müslümanların üzerinde yürütülen acımasız bir kampanya var. Tek amaç, Müslümanların dönüştürülmesi. Bunu sadece emperyalistler yapmıyor, bu elbette onların önceliği. Ancak Müslüman olup bu coğrafyada yaşayan Batı ruhlular da aynı şeyi istiyor. Müslümanların dönüştürülmesi ve kendi doğrultularından, ruhlarından uzaklaştırılması. Bunu yaparken de gerekçeler üretiyorlar. Buna ister radikalizm, ister terör veya başka bir şey densin, sonuç değişmiyor. Temel hedef Müslümanların cihat bilincinden ve ruhundan uzaklaştırılması.
Fransa’daki olaydan sonra bu topraklarda yaşayan Batıcılar daha çok Fransız kesildiler. İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir kampanya yürütülüyor. Bu tipler eğer, ülkemizi Fransızlar işgale yeltense eminim ki onlarla birlikte olurlar. Yeter ki Müslümanlar bilinçleriyle bir varlık göstermesinler. Fransız kesilen bu kesimlerin hıncı Fransızlarınkinden geri değil.

Durum böyle. Müslümanlara karşı haçlı emperyalizminin açtığı savaşlarda da sessiz ve hatta taraf olabiliyorlar. Ne yazık ki bilinçli diyebileceğimiz Müslümanlar da bu kampanyalara katılıyorlar. Emperyalizmin yürüttüğü kampanyalara ve dalgalara da çok rahatlıkla kapılıyorlar. Yakın zamanda emperyalizmin “Arap Baharı” adı altında yürüttükleri sevimli işgale Müslüman entelektüeller de kapıldı. “Zalim Kaddafi” gerekçesine yaslanarak büyük zulüm ve işgal göz ardı oldu. Dönüp arşivlere bakılırsa bunlar görülebilir. Libya ve daha sonra da Mali işgalinde Fransa başrol oynadı. Öyle bir algı oluşturuldu ki Müslümanlar katil, zalim, terörist olarak algılandı, böyle bir algı oluşturuldu. Müslümanların kendi topraklarını, uyarlıklarını ve özgürlüklerini savunmaları da suç sayıldı.

Fransa bugün hem Libya’yı hem de Mali’yi sömürüyor. Baskı yapa yapa eze eze hem de. Peki, bu zulme kim karşı durdu, durabiliyor ki. “Demokrasi” ve “özgürlük” gelecekti bu ülkelere. Ne oldu? Bunu Türkiye’yi yönetenlere soracağımız gibi, bu dalgaya kapılan gazetecilere ve entelektüellere da soruyoruz?  Soru yönelttiğimizde hemen bir “ama’ları yedeklerinde duruyor. Siz ne derseniz deyin onlar hemen bir “ama”yı alnınıza yapıştırıyorlar.

İktidar olmanın gücüdür de bu.

Libya ile Mali’de öldürülen Müslümanlar için kim ne yaptı, kim bu terörizme karşı ayaklandı ve yürüyüş yaptı?

Kaldı ki dünyanın en vahşi terörünü uygulayan, Filistinli Müslümanlara nefes aldırmayan, köklerini kurutan İsrail Başbakanı Fransa’da terör karşıtı yürüyüşe katılabiliyor. Hadi onlar Batı ile birlikte bu kampanyayı yürütüyorlar. İşin tuhafı Türkiye böyle bir tuzağın içine nasıl düşebiliyor. Bunu anlamak mümkün değil. Bu temel yanlış üstüne üstlük savunulabiliyor.

Müslümanların içine düştüğü açmazlar öylesine yoğun ki sağlıklı bir yol bulmak bir o kadar zorlaşıyor.

Müslüman coğrafyada Müslümanlar tam bir kuşatma altında. Kıpırdayamıyorlar. Dünya Müslümanlarını sevk ve idare edecek güçlü bir Müslüman devlet, bu ülkeler arasında sağlıklı bir işbirliği de yok ne yazık ki.

Emperyalizm büyük bir terör ağı oluşturmuş. Buna Müslüman kimi kuklaları da dâhil etmiş durumda.

İnsanlığı bunlara karşı ayaklandıracak, yönetecek ne bir Müslüman ve ne bir ümmet birliği, ne bir İslâm medeniyeti bilinci ve gücü var. Bu bilinç oluşturulmadıkça başarılı olunamaz. İslâm milleti, İslâm devleti ve ümmeti bilinci. Tek çıkar yol budur.

Zeki Ceyhan


DÜNYA TERÖR ÖRGÜTÜ ARIYORSA İSRAİL’E BAKSIN!
Dün de yazdım... Bir “terör devleti” olan İsrail’in Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Paris’teki “Teröre Lânet” yürüyüşüne katılması kadar“ironik bir durum” olabilir mi?..
Ve yine; Türkiye’de 30 yıl boyunca “terör” estirmiş ve bu ülke insanlarından “40-50 binin canına kıymış” bir örgütün, evet, PKK’nın Paris’teki “Barış Yürüyüşü”ne katılıp, “bayrak” sallaması “büyük bir tenakuz” değil midir?..

Gördünüz işte;
“2 saldırganı yakalamak için 90 bin polisini seferber eden” Fransa, önceki gün de “90 bin kişiyle, 2 saldırganın eylemini protesto” eden bir gövde gösterisi yaptı!..
Peki, “terör” ne olacak?..
Korkacak mı bu gösteriden?..
“2 saldırgana karşı 90 bin polisle yapılan operasyon”nasıl ki bir“çuvallama” ise,“90 bin kişiyle yapılan yürüyüş” de, terörü küçültmez, aksine büyütür!..
Fransa, yine çuvallamıştır!..
Öyle ya;
Terörü besleyen, “korku”lardır!.. Sen, 90 bin kişi ile yürürsen,“korkuyorsun” demektir!.. Bu yürüyüş, “terörün ekmeğine yağ sürmek”ten başka işe yaramaz!..
İnsanlar korktukça, devletler tarafından böylesine “dev gösteriler”le lânetlenmiş “muhatap” alındıkça, terör “azmaya” devam edecektir!..
Çözümün yolu, “protesto gösterileri”nden değil, “terörü üreten bataklıkları kurutmak”tan geçer!..
Peki, Fransa veya Avrupa, ya da Amerika, terörün beslendiği “bataklıkları kurutmak” gibi bir çaba içine girdi mi?..
Tam aksine, “bataklık kurumasın” diye, o bataklıkları “su” ile besledi ve sürekli “terörist” üremesini sağladı!..
Terörizm, bir “bumerang” gibidir!.. Bir gün geri döner ve “sahibini”vurur!.. 
Fransa’yı vurduğu gibi!..
HAYDİ YAHUDİLER, İSRAİL’E!
Ben, yine de işin orasında değilim... Çünkü ben; “Rüzgâr ekenin fırtına biçeceğine” inanan bir insanım!..
Derdim, bir “terör analizi” yapmak değil... Derdim; “Paris’teki saldırı”üzerine, “durumdan vazife çıkarmak” isteyenİsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun sözlerine dikkat çekmek...
Netanyahu, bu olay üzerine verdiği uzun demecinde, özetle demiş ki; 
l “Avrupa’daki tüm Yahudilere; İsrail’in, sizin yalnızca kıblenizin yönü olmadığını, bilakis eviniz olduğunu söylüyorum... Bu hafta, bakanlardan oluşan özel bir ekip antisemitizmin korkunç yönüyle karşılaşan Fransa’daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki Yahudilerin İsrail’e göçünü artırmak için bir araya gelecek...”
l “İsrail’e göç etmek isteyen her Yahudi, burada sıcak bir kalp ve açık bir kucakla karşılaşacak... Aynı zamanda sizin de devletiniz olan bu ülkenin sizi de içine almasına yardımcı olacağız.”
l “Bu saldırılar radikal İslam’ın çağdaş dünya ve Batı’nın özgür medeniyetine karşı başlattığı savaşın devamı niteliğindedir. (...) Kolları dünyanın dört bir yanına uzatan terör dalgası eğer bir an önce önlem alınmazsa, daha da güçlenmiş bir şekilde özgür dünyanın her yerinde daha güçlü darbelerle vuracaktır. 
Radikal İslam’ı benimseyen terör örgütleri Hamas, Hizbullah, IŞİD, El-Kaide, Nusra Cephesi, İslami Cephe, Boko Haram gibi farklı isimler taşıyor. Bunların amacı insanlığı bin yıl geriye götürmek.”
l “Eğer birleşirsek terör bize galip gelemeyecektir. Gerçek sorunun köklerini görmezden gelirsek, bu; terörün istediği Yahudi halkı da dahil Batı medeniyetini radikal İslamiyet eliyle yok etmek. Paris’teki yalnızca bir başlangıç. Bunu korkutmak için değil, gerçek olduğu için söylüyorum. İtiraf etmenin vakti gelmiştir.”
TERÖR ÜSSÜ İSRAİL!
Gördüğünüz gibi, Netanyahu;“Hamas’ın terör örgütleri listesinden çıkarıldığını” bile bile, onu da “terör örgütü” olarak görüyor...
Ve tabiî;
İsrail’in bir “terör devleti” olduğunu hiç gündeme getirmiyor!.. dahası, “İsrail’in geçmişi”ni de hiç hatırlamıyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
Şeyh Ahmet Yasin gibi, “felçli” bir adamı, hem de “tekerlekli sandalye”sinde; “helikopterden atılan füze” ile paramparça eden bu İsraildeğil mi?..
Sabah namazından çıkan Şeyh Ahmed Yasin’in “ölü” kararını veren, “İsrail Bakanlar Kurulu” değil mi?..
Bu, bir “devlet terörü” değil mi?..
Hele söyleyin;
Yeryüzünde, “Bakanlar Kurulu kararıyla terörist saldırı” düzenleten bir başka ülke var mı?
“Plajda oynayan 6 yaşındaki çocukları öldüren” de İsrail’di!..
İsrail’in “terörist devlet” olduğunu, Filistin topraklarını “işgal” ettiğini, İsrail’i kurup “Başbakan” veya “Devlet Başkanı” koltuğuna oturanların “eli kanlı, azılı birer terörist” olduğunu bilmeyen mi var şu dünyada?..
Yıl, 1948’in Mayıs ayı... BM, o yıl, Wisborg Kontu Folke Bernadotte adlı görevlisini İsrail ile Filistin arasında “arabuluculuk” yapması için Kudüs’e gönderir... Kont Bernadotte, “Kudüs’e, milletlerarası bir yönetim atanmasını” istediği için, 17 Eylül 1948’de öldürülür...
Cinayetin üzerinden seneler geçer... Araya savaşlar, katliamlar ve hiç bitmeyecek mücadeleler girer... Kontu öldüren örgüt LEHI de zamanla dağıldı ama LEHI, suikasttan tam 35 sene sonra, 1983’te yeniden gündeme gelir...
Örgütün liderlerinden olan ve “Kont Bernadotte’un ölüm kararı”nı verenYitzak ismindeki terörist, bu defa İsrail’in başına geçmiştir... Adı Yitzak Şamir’di, ve o, artık “İsrail’in başbakanı”dır...
ÖNCE TERÖRİST, SONRA BAŞBAKAN!
“Teröristten Başbakanlığa terfi” eden tek cani, elbette Yitzak Şamirdeğildi!..
Daha nice “eli kanlı terörist” vardı ki; daha sonra İsrail’e “devlet başkanı”ve “Başbakan” oldular!..
Bugün, bir “Müslüman” herhangi bir eylem gerçekleştirdiğinde, anında damga vuruluyor:
“İslâmcı terörist!”
Ama, her nedense;
Daha dün İsrail’in “Başbakanlık” koltuğuna oturan Ariel Şaron adlı adam,1940’lı yıllarda kurulan Irgun Zvei Leumi adlı “terör örgütü”nün açtığı yoldan ilerlediği için gündeme getirilmiyor!..
Dahası, aynı Ariel Şaron’un “meslektaş”ları olan Menahem Begin veYitzak Şamir’in de, “Stern Çetesi” olarak bilinen “en kanlı terör örgütünün iki aktif militanı” olduğu hiç hatırlanmıyor!..
Tabiî;
Aynı Şaron’un “Sabra ve Şatilla katili” olduğu da!..
Ama, “Müslüman” ise,
Bas damgayı; 
“Terörist!”
Şunu herkes bilsin ve herkes kafasına soksun ki, Ortadoğu’nun “terör”le tanıştığı yıllar, “İsrail’in kurulduğu” yıllardır!..
Şamir neciydi peki?.. 
Ariel Şaron neciydi?..
Menahem Begin ve Şamir, hem “terörist”, hem “gangster” oldukları için İngiltere tarafından “wanted” ilânlarıyla “aranıyor” değiller miydi?..
“Wanted” ilânlarıyla aranan bu “terörist”ler daha sonra “Başbakan”olmadılar mı?
Haa, unutmadan söyleyeyim;
17 Ekim 2001’de öldürülen Rehavam Zeevi de, “eli kanlı bir terörist”ti... Filistinlileri; “ezilmesi gereken bir bit” ve “kesilmesi gereken bir kanser uru” olarak gören bu adam, “yeraltı” eylemleri düzenleyen Palmach adlı“terör örgütü”nün bir üyesiydi vakt-i zamanında!..
Bakmayın siz öldürüldüğünde “75 yaşında” ve “bakan” olduğuna!.. Filistinlilere “insan muamelesi” yapılmasına hâlâ karşı çıkıyordu!..
Zaten;
Ariel Şaron gibi bir kasap ve katili bile “yumuşak” bulduğu için istifa etmişti kabineden!..
İşte, böylesine “terörist” biriydi Zeevi!..
Ne var ki;
Eski “terörist”leri kırpıp kırpıp “bakan” veya “başbakan” yapan İsrail ve onun şimdiki Başbakanı Netanyahu, kalkmış; “Hamas terörü”nden şikâyet ediyor, iyi mi?..
Gel de gülme!..
Unutmadan söyleyelim;
“Mavi Marmara’da 10 Türk’ü katleden” de, Netanyahu’un başında bulunduğu İsrail’den başkası değildir!..
Siz, “terörist” mi arıyorsunuz?..
İsrail’e bakın!..
Netanyahu gibi, “Terör Devleti’nin Başbakanı” olan bir kişi; “Paris’teki yürüyüşün en ön saflarında” ise, daha ne diyeyim?..
“Teröre lânet” ha!..
Güldürmeyin insanı!..
ALMANYA VE HİTLER!
Haa, Netanyahu’nun; “İsrail, Avrupa’daki tüm Yahudilerin evidir... Yahudi göçünü arttırmak için toplantılar yapacağız” sözü üzerinde de, ciddiyetle durmak gerekir!..
Demek oluyor ki;
Netanyahu, “Yeni gelen Yahudilere yer açmak” için, “Filistin topraklarında genişlemeye” ve nihayetinde Filistinlileri “kendi topraklarından atmaya”başlayacak!..
Kimbilir; “Paris’teki saldırı”ların arka yüzünde, belki de böyle bir “plân”vardı!..
Tıpkı, Almanya’da olduğu gibi!..
Ayrıntılarına girmeyeceğim.
Siyonizmin kurucu önderlerinden Theodor Herzl, Hitler’e verilen “Yahudi desteği”ni şöyle itiraf eder:
“Willhelmstrasse’nin gizli arşivleri; Hitler İmparatorluğu ile Yahudi örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzalandığını ortaya koymaktadır!!!” (Theodor Herzl, Paris/1960-A.Chouragui, sh. 225)
Biliyorum, soracaksınız;
“Peki, o gaz odaları, Yahudilerin günlerce yakılıp sabun yapıldığı fırınlar, Almanya’dan kaçma çabaları ve toplama kampları neyin nesi?”
Siz bunu sorarsanız, ben de şunu sorarım size:
“Milyonlarca dolar alıp, yularını siyonist örgütlere kaptıran bir Hitler’in, Yahudilere bu zulümleri yapabileceği akla ve mantığa uygun mu?”
Öyle ya;
Hitler’in attığı her adım ve aldığı her nefesten, adamların haberi var!.. Ve hatta, “hangi adımı atması gerektiğini” bile dikte eden onlar!.. “Hitler’i 2. Dünya Savaşı’na sokan” da onlar!..
Eee, onu böylesine “kontrol” altında tutan bu adamlar, “toplama kampları”na, “gaz odaları”na veya “sabun yapılan fırın”lara göz yumarlar mı hiç?..
Demek oluyor ki;
İşin içinde, “hinlik”ten de öte bir “Siyonistlik” var!..
Dahasını da söyleyeyim:
Hitler’in kurmaylarından olan Nazi subayı, yani Gestapo Şefi Reinhart Heydrich, Naziler’in resmî yayın organı Das Schwarze Korps’a, “Filistin’e kavuşacağınız günler uzak değil” diye yazabilmiştir!..
“Filistin’e göç” de, bir başka Gestapo Şefi Adolf Eichmann’ın gözetimindegerçekleşmiştir, iyi mi?.. Evet; 250 bin Yahudi’nin Filistin’e göçünü sağlayan Eichmann’dır!..
Hem de, “Hitler’in talimatı” ile!.. 
Ya, “Hitler’in Propaganda Bakanı” olan ve aslında Hitler’i “Hitler” yapanPaul Joseph Goebbels’e ne diyelim?!?
Hem de, “bakan” iken, “Hücum” adını verdiği 12 sayfalık bir kitap yazdığını ve bu kitapta “Siyonizme övgüler yağdırdığını” biliyor muydunuz?..
Sözün özü a dostlar;
Bu pilâv, daha çook su kaldırır!.. 
Onun için; siz, siz olun, her “görüntü”ye ve her “söylenene” inanmayın!.. 
Amaç, “göç”ü sağlamaktı!.. 
Amaçlarına ulaşmak için de; o gün Adolf Hitler’i kullandılar, dün, Bush oğlu Bush’u, bugün de, galiba “Fransa’daki saldırı”yı kullanmak istiyorlar!..
Amaç, “Yahudi göçü”nü sağlamak!..
Netanyahu, öyle diyor!.. 
YENİAKİT / Hasan Karakaya


HİTLER OLMASAYDI  ACABA İSRAİL OLUR MUYDU?
Hani, bazı “Atatürkçü geçinenler” veya “Atatürk’ten geçinenler” zaman zaman şöyle diyorlar ya;
“O olmasaydı, biz olmazdık!”
Hayır, yeni bir “tartışma konusu” açıp da, pusuda bekleyen“provokatör”lerin ekmeklerine yağ sürmek istemem...
Bırakalım, onlar “o olmasaydı, biz olmazdık” demeye devam etsinler!..
Çünkü, biz inanıyoruz ki;
“Türkler” olarak “2 bin yıldır” vardık... 
Bugün de varız, yarın da olmaya devam edeceğiz!..
Neyse... Konumuz bu değil!..
Ben, o sözü, “Terör Devleti İsrail”e uyarlamak ve sormak istiyorum:
“Adolf Hitler olmasaydı,
Acaba İsrail olur muydu?”
Gerçekten de, bu “soru”nun sorulması ve “tarihi gerçekler”in gün yüzüne çıkmasının zamanı geldi ve hatta geçiyor bile!..
İSRAİL’İN TERÖRİST LİDERLERİ
Dün, “Terör Devleti İsrail”in kuruluşunda işlenen “cinayet”lerden,“katliam”lardan yani “terörist faaliyet”lerden söz ettim...
Tekrar edeyim;
17 Eylül 1948’de, “Wisborg Kontu Folke Bernadetto” adlı “BM görevlisi”ni öldüren; LEHİ adlı terör örgütünün lideri İzak Şamir’dir!..
Yani, “Teröristlikten Başbakanlığa terfi” etmiştir!..
Dün de yazdım ya;
1940’lı yıllarda kurulan Irgun Zvei Leumi adlı “terör örgütü”nün bir militanı olan Ariel Şaron da “Başbakan” olmadı mı?..
Dahası, aynı Ariel Şaron’un “meslektaş”ları olan Menahem Begin ve İzak Şamir’in de, “Stern Çetesi” olarak bilinen “en kanlı terör örgütünün iki aktif militanı” değil miydi?..
Aynı Şaron’un “Sabra ve Şatilla katili” olduğu nedense hiç gündeme getirilmiyor!..
Ama, “Müslüman” ise,
Bas damgayı; 
“Terörist!”
Şunu herkes bilsin ve herkes kafasına soksun ki, Ortadoğu’nun “terör”le tanıştığı yıllar, “İsrail’in kurulduğu” yıllardır!..
Şamir neciydi peki?.. 
Ariel Şaron neciydi?..
Menahem Begin ve Şamir, hem “terörist”, hem “gangster” oldukları için İngiltere tarafından “wanted” ilânlarıyla “aranıyor” değiller miydi?..
“Wanted” ilânlarıyla aranan bu “terörist”ler daha sonra “Başbakan”olmadılar mı?
17 Ekim 2001’de öldürülen Rehavam Zeevi de, “eli kanlı bir terörist”ti... Filistinlileri; “ezilmesi gereken bir bit” ve “kesilmesi gereken bir kanser uru” olarak gören bu adam, “yeraltı” eylemleri düzenleyen Palmach adlı“terör örgütü”nün bir üyesiydi vakt-i zamanında!..
HANGİ YÜZLE PARİS’E GİTTİ
http://cdn.yeniakit.com.tr/images/detail/14211759632.jpgDün, yazmayı unutmuşum...
Bir de, Golda Meirvar...
21 Ağustos 1969’da “Mescid-i Aksa’yı yıkma girişimi”nde bulunan ve“İsrail’in ilk kadın başbakanı” olan bu kadın, bir “terörist”değil midir?..
Ve, Moşe Dayan!..
1937 yılında İngiliz subayı Yüzbaşı Orde Wingate’den öğrendiği “gerilla savaşı taktikleri”ni Filistin’de uygulayan bu adam; daha sonra “Altı Gün Savaşları”nda, “Mısır Savaşı”nda ve “1973 Arap-İsrail Savaşı”nda, “Savunma Bakanı” olarak görev yapmamış mıdır!..
Moşe Dayan denilen bu adam, “Menahem Begin Hükümeti’nde Dışişleri Bakanı” olarak görev almamış mıdır?..
Uzun lâfın kısası;
Dünya, eğer bir “terör örgütü” arıyorsa; “kurucuları terörist” olan İsrail’e bakmalı, “terörün kaynağı”nı başka bir yerde aramaktan vazgeçmelidir!..
“Teröristler” tarafından kurulan bir ülkeden, hiç “barış” beklenir mi?..
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önceki günkü çıkışında yerden-göğe haklıdır... Gerçekten de, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Paris’teki “terörü protesto yürüyüşü”nde “ne işi var”dır?.. “Hangi yüzle”oraya gitmiştir?.. Netanyahu ve İsrail, ilk önce “katlettiği kadın ve bebeklerin hesabını vermeli” ve “kanlı ellerini temizlemeli” değil midir?..
HİTLER’E YAHUDİ DESTEĞİ
Neyse... “Son gelişmeler”den ve “İsrail’in kuruluş yılları”ndan çıkıp, “daha eskilere” doğru bir yolculuk yapalım...
Meselâ, “1920’li yıllar”a...
1920’li yıllara gidelim ki; “Hitler” denildiğinde “Gaz odaları”nı ve “Yahudi Soykırımı”nı hatırlayıp “gaza gelen” insanlık, bir de “madalyonun öteki yüzü”ne baksın ki; “işin içinde başka işler olduğunu” görsün!..
Efendim;
Adolf Hitler ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Almanya’da ilk ortaya çıktığı 1920 yılında hiç kimse tarafından tanınmıyor, kendilerine taraftar bile bulamıyordu!..
Derken, Almanya’nın önde gelen “siyonist sanayicileri” Hitler’le “dirsek teması”na geçti ve ona “maddî destek” vermeye başladı!.. Hatta, destek vermekle kalmayıp; Krupp, I.G. Forben ve diğer bazı “Yahudi şirketleri”nin sahipleri, 1929 yılında “Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi’ne üye” bile oldular!..
William Shirer’in, “Nazi İmparatorluğu” adlı kitabının 304. sayfasında, bu“iltihak” şöyle anlatılır:
“Katılım toplantılarında bulunanlar arasında Krupp Von Bohlen, I.G. Forben’den Bosh ve Schnitzler ile Birleşik Çelik Kurumu’ndan Voegler de vardı!.. Bunlar, bir gün içinde Nazi oluverdiler!”
Bu kişiler, işte bu “iltihak”tan sonra, “Hitler’in, partinin başına geçmesi”için yoğun çaba harcadılar!.. Dahası; Hitler’e, “istediği zaman kullanabileceği özel bir harcama fonu” bile oluşturdular!..
HİTLER VE ROCKEFELLER
Sadece “sanayiciler” mi?.. “Yahudi bankerler” de Hitler’in yanında yer aldı... 
Özellikle, uluslararası alanda çalışan Yahudi banker Warburg; aralarındaRockefeller’in de bulunduğu Amerika’daki diğer Yahudi bankerler adına Hitler’le temasa geçti ve ona “çok yüksek miktarda maddî destek”sağladı!.. Meselâ, ilk etapta “10 milyon dolar” gibi!..http://cdn.yeniakit.com.tr/images/detail/1421175963.jpg
Hitler, Wall Street’teki “Yahudi finansörleri” ile öyle bir içli-dışlıydı ki, bir mektubunda şöyle yazmıştı:
“Hareketimiz, Almanya’da büyük bir hızla gelişiyor... Bana gönderdiğiniz para bitti!.. Bir dahaki sefere ne kadar alabileceğimi bana bildirmenizi önemle rica ediyorum... Hitler.”
Yahudi bankerler, bu ricayı karşılıksız bırakmadı...Siegmund Warburg aracılığıyla, “15 milyon dolar daha” gönderdiler!..
Sadece “banker”lerden değil, “İngiliz petrolcü”lerden de para akıyordu Hitler ve partisine!.. Meselâ, dünya petrol pazarının en büyük dilimlerinden birini alan Royal Dutch Shell şirketinin sahibi “Samuel Ailesi”nden Sir Henry Deterding, 1931 yılında tam “30 milyon sterling”göndermişti Hitler’e!..
İyi de, bu “paund”lar ve “dolar”lar niyeydi!.. Elbette, “Hitler’i parti lideri”yapmak ve “yularını ele almak” için!..
Nitekim, “Yahudi finansörler” amacına ulaştı ve Hitler, 1933 yılında“Almanya’nın ipi”ni eline aldı!.. Tabiî, kendi ipi de Yahudiler’in eline geçmişti!..
Artık rahattılar... 
Alman Siyonist Federasyonu, bir toplantı yapıp, 21 Haziran 1933’te şu mektubu yazdı Hitler’e:
“Irk ilkesini hayata geçiren yeni devletin temelleri üzerinde, bizler de kendi topluluğumuza ayrılacak alanda, baba yurdu için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz!”
Dedikleri gibi de, faaliyete geçtiler... 
“Nazi Almanya’sı”nın mallarını Kuzey Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya ihraç etmek için yoğun çaba harcadılar ve Almanya’yı “kriz”den kurtardılar!..
THEODOR HERZL’İN İTİRAFI
Bu destek, “2. Dünya Savaşı” esnasında da devam etti... Meselâ; İsveç Enskilda Bankası’ndan Yahudi Jacob Wallenberg, kontrolü altında bulunan“SKK Top Güllesi” fabrikasından, savaş boyunca “top ve gülle” gönderttiHitler’e!..
Amerikalı milyarder Rockefeller de, sahibi olduğu “Standard Oil”den,İspanya ve Latin Amerika’daki istasyonları vasıtasıyla “Nazi gemileri ve denizaltılarına petrol” sağladı!..
Herman Rauschning, “Hitler m’a dit” adlı kitabının 265. sayfasında,Hitler’in şu sözünü aktarır:
“Yahudiler; mücadelemde, bana önemli katkılarda bulundular... Çok sayıda Yahudi, beni malî olarak destekledi!”
Bu desteği ve “desteğin amacı”nı, daha sonraları; Siyonizm’in kurucu önderlerinden Theodor Herzl de, şöyle “itiraf” edecektir:
“Willhelmstrasse’nin gizli arşivleri; Hitler İmparatorluğu ile Yahudi örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzalandığını ortaya koymaktadır!!!” (Theodor Herzl, Paris/1960-A.Chouragui, sh. 225)
O “KAMP”LAR NİÇİN?
Bunca “destek”ten sonra, biliyorum ki, soracaksınız;
“Peki, o gaz odaları, Yahudilerin günlerce yakılıp sabun yapıldığı fırınlar, Almanya’dan kaçma çabaları ve toplama kampları neyin nesi?”
Siz bunu sorarsanız, ben de şunu sorarım size:
“Milyonlarca dolar alıp, yularını Siyonist örgütlere kaptıran bir Hitler’in, bu zulümleri yapabileceği akla ve mantığa uygun mu?”
Öyle ya;
Hitler’in attığı her adım ve aldığı her nefesten, adamların haberi var!.. Ve hatta, “hangi adımı atması gerektiğini” bile dikte eden onlar!.. “Hitler’i 2. Dünya Savaşı’na sokan” da onlar!..
Eee, onu böylesine “kontrol” altında tutan bu adamlar, “toplama kampları”na, “gaz odaları”na veya “sabun yapılan fırın”lara göz yumarlar mı hiç?..
Demek oluyor ki;
İşin içinde, “hinlik”ten de öte bir “Siyonistlik” var!..
Efendim, “olayın aslı” şu:
“Başta Theodor Herzl olmak üzere, Yahudilerin amacı, Filistin’de güçlü bir devlet kurmaktı.. Bunun için, dünyaya yayılmış olan Yahudiler’in Filistin’e göç etmesi gerekiyordu... 
Ancak Yahudiler; bulundukları ülkelerde iyi bir hayat standardına sahip oldukları için, Herzl’in çağrılarına olumlu cevap vermiyor, çağrıları duymazdan geliyorlardı!..
İşte bu noktada; Almanya’nın Arî ırk dışındaki tüm unsurlardan temizlenmesi gerektiğini düşünen Hitler’in sözlerini; Yahudilere karşı bir tehdit olarak kullanıp, Hitler’le işbirliği yaptılar!.. Böylece, Hitler’e verdikleri desteğin de karşılığını almış ve hedeflerine ulaşmış oldular!”
NAZİ KONTROLÜNDE GÖÇ!
Hatta, o kadar “işbirliği” içindeydiler ki; Almanya’daki Yahudiler’in, hem de “tren vagonlarına yükledikleri keçileri” de dahil, “mallarının bir bölümüyle göç etmelerini” sağlamak için, “Nazi”ler ve “Siyonist”ler,“beraber” çalıştılar!..
Sizin anlayacağınız;
“Filistin’e gitmek istemeyince”, Almanya’daki Yahudilerin gözleri korkutuldu, “pire”ler “deve” yapıldı, “İsrail devleti”nin temeli de bu sayede atıldı!..
Dahasını da söyleyeyim:
“Yahudilerin göçü”; öyle iddia ettikleri gibi; “gizlice” ve“canlarını tehlikeye atacak” şekilde olmamıştır!.. Tam aksine, bu göç;“Nazi subaylarının kontrolünde”gerçekleşmiştir!..
Bu “göç”esnasında, Nazi Subayı, yani Gestapo Şefi Reinhart Heydrich’in, ya da bir başka Gestapo Şefi Adolf Eicmann’ın rolü ve katkısı hayli fazladır... Hatta,“Yahudilerin Filistin topraklarına göçü” esnasında, bu adamlar “gözcülük”yapmışlardır!.. Mesela, Adolf Eichmann, 1941 yılına kadar, hem de “yasal yollar”dan, “250 bin Alman Yahudisi’nin Filistin topraklarına göç etmesini” sağlamıştır!..
Eichmann, 1939 yılında da Çekoslovakya’nın Prag şehrinde bir başka “Göç Bürosu” kurmuş ve burada Siyonist Dr. Rudolf Kostner ve Heydrich ile işbirliği yaparak, “yasadışı yollar”dan, “binlerce Yahudi’nin Filistin’e göç etmesini sağlamış”tır...
SOYKIRIMIN ARDINDAKİ GERÇEK!
Bunların hepsi;
“Belgeli ve tanıklı” olaylardır!.. Hiçbiri “işkembeden atma” bilgiler değildir!..
Gayet açık ve net;
Hitler, evet, bir “Yahudi soykırımı” yapmıştır... Ama, “Yahudilerin Filistin’e göçü”nü sağlayan ve hatta “hızlandıran” da; “Hitler ve Nazi Subayları”ndan başkası değildir!..
O halde, tekrar soralım;
“Adolf Hitler olmasaydı,
Bugünkü İsrail olur muydu?”
Amacım, “birilerini kışkırtmak” değil,
Sadece “tarihi gerçekleri” aktarmak istedim...
Sahi, Netanyahu “hangi yüzle” gitti Paris’e?.. Ve; “Fransa’daki Yahudilere İsrail’in kapıları açık” sözünü söylemeye niye ihtiyaç duydu?..
Hele bir düşünün;
“Terörün adresi”ni bulursunuz!..
YENİAKİT /Hasan Karakaya

Ali Haydar Haksal
EMPERYALİZM TERÖRÜNE KARŞI KİM AYAKLANACAK

Müslümanların üzerinde yürütülen acımasız bir kampanya var. Tek amaç, Müslümanların dönüştürülmesi. Bunu sadece emperyalistler yapmıyor, bu elbette onların önceliği. Ancak Müslüman olup bu coğrafyada yaşayan Batı ruhlular da aynı şeyi istiyor. Müslümanların dönüştürülmesi ve kendi doğrultularından, ruhlarından uzaklaştırılması. Bunu yaparken de gerekçeler üretiyorlar. Buna ister radikalizm, ister terör veya başka bir şey densin, sonuç değişmiyor. Temel hedef Müslümanların cihat bilincinden ve ruhundan uzaklaştırılması.
Fransa’daki olaydan sonra bu topraklarda yaşayan Batıcılar daha çok Fransız kesildiler. İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir kampanya yürütülüyor. Bu tipler eğer, ülkemizi Fransızlar işgale yeltense eminim ki onlarla birlikte olurlar. Yeter ki Müslümanlar bilinçleriyle bir varlık göstermesinler. Fransız kesilen bu kesimlerin hıncı Fransızlarınkinden geri değil.

Durum böyle. Müslümanlara karşı haçlı emperyalizminin açtığı savaşlarda da sessiz ve hatta taraf olabiliyorlar. Ne yazık ki bilinçli diyebileceğimiz Müslümanlar da bu kampanyalara katılıyorlar. Emperyalizmin yürüttüğü kampanyalara ve dalgalara da çok rahatlıkla kapılıyorlar. Yakın zamanda emperyalizmin “Arap Baharı” adı altında yürüttükleri sevimli işgale Müslüman entelektüeller de kapıldı. “Zalim Kaddafi” gerekçesine yaslanarak büyük zulüm ve işgal göz ardı oldu. Dönüp arşivlere bakılırsa bunlar görülebilir. Libya ve daha sonra da Mali işgalinde Fransa başrol oynadı. Öyle bir algı oluşturuldu ki Müslümanlar katil, zalim, terörist olarak algılandı, böyle bir algı oluşturuldu. Müslümanların kendi topraklarını, uyarlıklarını ve özgürlüklerini savunmaları da suç sayıldı.

Fransa bugün hem Libya’yı hem de Mali’yi sömürüyor. Baskı yapa yapa eze eze hem de. Peki, bu zulme kim karşı durdu, durabiliyor ki. “Demokrasi” ve “özgürlük” gelecekti bu ülkelere. Ne oldu? Bunu Türkiye’yi yönetenlere soracağımız gibi, bu dalgaya kapılan gazetecilere ve entelektüellere da soruyoruz?  Soru yönelttiğimizde hemen bir “ama’ları yedeklerinde duruyor. Siz ne derseniz deyin onlar hemen bir “ama”yı alnınıza yapıştırıyorlar.

İktidar olmanın gücüdür de bu.

Libya ile Mali’de öldürülen Müslümanlar için kim ne yaptı, kim bu terörizme karşı ayaklandı ve yürüyüş yaptı?

Kaldı ki dünyanın en vahşi terörünü uygulayan, Filistinli Müslümanlara nefes aldırmayan, köklerini kurutan İsrail Başbakanı Fransa’da terör karşıtı yürüyüşe katılabiliyor. Hadi onlar Batı ile birlikte bu kampanyayı yürütüyorlar. İşin tuhafı Türkiye böyle bir tuzağın içine nasıl düşebiliyor. Bunu anlamak mümkün değil. Bu temel yanlış üstüne üstlük savunulabiliyor.

Müslümanların içine düştüğü açmazlar öylesine yoğun ki sağlıklı bir yol bulmak bir o kadar zorlaşıyor.

Müslüman coğrafyada Müslümanlar tam bir kuşatma altında. Kıpırdayamıyorlar. Dünya Müslümanlarını sevk ve idare edecek güçlü bir Müslüman devlet, bu ülkeler arasında sağlıklı bir işbirliği de yok ne yazık ki.

Emperyalizm büyük bir terör ağı oluşturmuş. Buna Müslüman kimi kuklaları da dâhil etmiş durumda.

İnsanlığı bunlara karşı ayaklandıracak, yönetecek ne bir Müslüman ve ne bir ümmet birliği, ne bir İslâm medeniyeti bilinci ve gücü var. Bu bilinç oluşturulmadıkça başarılı olunamaz. İslâm milleti, İslâm devleti ve ümmeti bilinci. Tek çıkar yol budur.
 Peygamberimiz'e hakaret eden şairin sonu ne olmuştu?

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'e (sav) hakaret eden Charlie Hebdo dergisine düzenlenen baskın gündemdeki yerini koruyor. Konuya farklı bir bakış açısı kazandıran gazetemiz yazarı Faruk Köse, "Eğer Rasulullah hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?" sorusunu Efendimiz'in sağlığındaki bir örnek ile cevaplandırdı.

Charlie Hebdo dergisine 7 Ocak'ta maskeli kişilerce baskın düzenlenerek 12 kişinin infaz edilmesi dünya komuoyundaki sıcaklığını koruyor.

Müslümanları töhmet altında bırakma aracı olarak kullanılan saldırıya Müslümanlar tarafından da çeşitli yorumlar getiriliyor.

Konuyu bugün (13 Ocak) gündemine taşıyan gazetemiz yazarı Faruk Köse,"Gâvur binlerce müslümanı katledince bu “demokrasi” olacak, ama müslüman kendi “haklar”ını savununca, “hassasiyetler”ine sahip çıkınca “terör” denecek! İşte bunu kabul edemeyiz." ifadelerine yer verdi.

'RASULULLAH HAYATTA OLSAYDI...'

İslâmi camia içerisinde de "Eğer Peygamberimiz (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi ne yapardı?" sorusunun artmasına Rasulullah döneminde yaşanmış bir örnekle cevap veren Köse, Ka’b bin Eşref'in öldürülmesi olayını hatırlattı.

Köse'nin yazısının ilgili bölümü şöyle:
Şimdi bu “Fransız küresel siyaset tiyatrosu”nda sahneye konan olay üzerine dinli-dinsiz, alâkalı-alâkasız herkes “İslam’a tanım belirleme”ye, “müslümana rol biçme”ye başladı. İslam “barış dini”ymiş, müslüman barış adına başlarına ne gelirse gelsin, kendilerine ne yapılırsa yapılsın kimsenin canını yakmamalı, uysal koyun gibi boynunu büküp kendisine takdir edilene razı olmalıymış! Tüm söylenenlerin özeti bundan ibaret.
Bu noktada sormak lazım: Eğer Rasulullah (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?
Bu sorunun cevabı bizzat Rasulullah’ın sağlığında fiilen verilmiştir. Hatırlayın,“Kâ’b bin Eşref” adında meşhur bir yahudi şair vardı. “Peygamber Efendimizi ve müslümanları hicveden şiirler” yazardı. Mekke’ye giderek müşrikleri müslümanlara karşı tahrik eder, Medine’de ise müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatırdı. Resulullah (sav), Ka’b bin Eşref’in öldürülmesine karar verdi. Görevi Ashabdan “Muhammed bin Mesleme” üzerine aldı ve bir gece iki arkadaşıyla birlikte evine giderek onu öldürdü. Ka’b bin Eşref’in yakınları Resulullah’ın (sav) huzuruna çıkıp onun öldürülmeyi hak etmediğini söylediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:
“O, bizi hicv ve müslümanlara diliyle eziyet etti. Müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti. ”
Demek ki, Rasulullah’ı hicveden veya hakaret eden karikatür çizmeyi “fikir özgürlüğü” ya da “sanat” sayıp, “Hz. Peygamber olsaydı kendisine hakaret eden yayınlara şiddetle karşılık vermezdi” diye ahkâm kesmenin hiçbir geçerli yanı olamaz. 
Burada İslam adına itiraz edilecek tek nokta, suçluya cezasını verirken suçsuzun canına da kastetmek olabilir. Ancak yıllardır yaptığı “müslüman katliamı”yla buna sebep olanın da Fransa olduğunu unutmamak lazımdır.




Mehmed Şevket Eygi
ALLAH AŞKINA
Allah aşkına, kendimizi övmeyelim.
Allah aşkına, yeter artık, yağcılık yalakalık meddahlık dalkavukluk yapmayalım.


Allah aşkına, ruhbanlarımızı uçurmayalım. Bırakalım mübarekler gökten inip biraz da yerde yürüsün.

Allah aşkına dünya, para, mal, zenginlik aşkını ve çılgınlığını terk edelim.

Allah aşkına bugünkü kaosa, anarşiye, tefrikaya son verip tek Ümmet çatısı altında toplanalım.

Allah aşkına, başsızlığı beyinsizliği bırakalım, Ümmetin başına âdil, râşid, muktedir, muttaqi, muhlis, müdebbir, işleri ehil olanlarla istişare ederek gören bir İmam seçilsin, ona biat ve itaat edelim.

Allah aşkına kuru edebiyatı bırakalım ve İslamı hakkıyla yaşayalım.

Allah aşkına ilmihalimizi öğrenip içindeki bilgileri hayata uygulayalım.

Allah aşkına zinaya, ribaya, bütün azgınlıklara, bütün açıkta işlenen büyük günahlara (yasal sınırlar içinde) savaş ilan edelim.

Allah aşkına, ya doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, mâruf ile emr edelim münkerden nehy edelim.

Allah aşkına emanetleri, işleri, vazifeleri, hizmetleri, memuriyetleri, başkanlıkları ehliyetli ve liyakatli kimselere verelim.

Allah aşkına israf, lüks, aşırı konfor, aşırı tüketim, gurur, kibir, şatafat beyinsizliklerini terk edelim, mütevazı ve kanaatli olalım.

Allah aşkına çocuklarımıza ilmihallerini ve İslam ahlakının kurallarını öğretelim onları vasıflı Müslümanlar olarak yetiştirelim ki, biz öldükten sonra onların iyilikleri defterimize sadaka-i cariye olarak yazılsın.

Allah aşkına gıybet etmeyelim, laf taşımayalım, kalbimizde kin ve intikam duyguları barındırmayalım.

Allah aşkın mü’min kardeşlerimize düşmanlık etmeyelim, onları sevelim, onlara acıyalım, onlara yardım edelim.

Allah aşkına şu Âlem-i İslam’ın hali perişanına, kanları dökülen, evleri yıkılan, şehirleri harap olan kardeşlerimize merhamet edip çok üzülüp ağlayalım.

Allah aşkına namaza başlayalım, farz namazları (şer’î bir özrümüz yoksa), itikadı ve ahlakı düzgün, fıkıh bilen icazetli ve ehliyetli bir imamın ardında cemaatle kılalım.

Allah aşkına, şeytanî tesettürü bırakıp şer’î tesettüre bürünelim.

Allah aşkına, günde bir saat mi olur, yarım saat mi; faydalı, lüzumlu, zarurî kitapları okuyalım, bulabilirsek ehliyetli Sünnî hocalardan din kültür ahlak dersleri alalım.

Allah aşkına kendimizi ve toplumu ıslaha çalışalım.

Tembelliği, tefrikayı, gafleti, çekişmeyi Allah için bırakalım.

Allah aşkına, O’nun yardımına nail olmak için kendimize yardım edelim,

Allah aşkına cuma ezanı okununca dükkanlarımızı, işyerlerimizi, bürolarımız, atölyelerimizi kapatıp camilere Allahı anmaya gidelim.

Allah aşkına şeytanî polemikleri, tartışmaları, dedikoduları, magazinleri, zevzeklikleri, gevezelikleri terk edelim.

Allah aşkına zelzelelere, mânevî yangınlara, iç savaşa karşı tedbirli olalım.

Allah aşkına merhamet edelim ki, bize de merhamet edilsin.

Allah aşkına cahilliği bırakalım alim olalım, nifakı bırakalım muhlis=ihlaslı olalım, fısk u fücuru bırakıp sâlih ve âbid olalım.

Allah aşkına mütevazı, alçak gönüllü, sabırlı, halim, tahammüllü olalım.

Allah aşkına riyayı, ikiyüzlülüğü bırakalım da ya olduğumuz gibi görünelim, ya göründüğümüz gibi olalım.

Allah aşkına, uzun yolculuk için hazırlık yapalım, azık toplayalım, ihmal edip perişan olmayalım.

Allah aşkına İslam düşmanlarını dost ve velî edinmeyelim.

Allah aşkına cemaatçilik, tarikatçılık, holiganlık, militanlık yapmayalım.

Allah aşkına zekatlarımızı Kur’ana Sünnete Şeriata aykırı şekilde vermeyelim.

Allah aşkına lüks, ihtişamlı, Zam Zam Towerli, gösterişli, kibre yol açan turistik umreler yapmayalım.

Allah aşkına gençliğimizi, vaktimizi, servetimizi, elimize geçen imkan ve fırsatları ziyan edip müflis olmayalım.

Allah aşkına o Türk, bu Kürt, şu Çerkes, beriki Arnavut diyerek din ve iman kardeşlerimizi ötekileştirmeyelim, kavmiyetçilik yapmayalım.

Allah aşkına cahilliği bırakalım, İslamı Kur’anı Hz. Peygamberi (Salat ve selam olsun ona) dinî ahlakı doğru olarak öğrenelim ve bu öğrendiğimiz hayırlı ve kurtarıcı bilgileri hayata uygulayalım, İslamı yaşayan Müslüman olalım.

Allah aşkına Müslüman terörist, İslam aktivisti, reformist, dinde yenilik ve değişim taraftarı olmayalım, Allah’ın koruduğu Hak Dini tahrife yeltenmeyelim. Müslüman olarak böyle bir beyinsizlik yaparsak tokat ve sille yiyeceğimizi hatırımızdan hiç çıkartmayalım.

Allah aşkına Muhammedî olalım, Kemalî olmayalım.

Allah aşkına şuurlu, vicdanlı, ahlaklı, faziletli, hikmetli, güçlü, vasıflı, âbid, zâhid, âdil, munsif, muhlis, muslih, sabırlı, edebli, kibar, nazik, mürüvvetli, görgülü, nezih Müslümanlar olalım.

Yahu iyi olalım, doğru olalım, güzel olalım, itaatkâr olalım da Allahü Tealanın rızasını, Resululahın şefaatini kazanalım. Ne iyi olur değil mi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder