ÖNCELİKLE ; Allah’ın laneti yalancı ,
iftiracıların , münafıkların üzerine olsun. Hadis alimlerince bilinmektedir ki,
sahih bir hadisi inkar eden fasık olur. Yanılmak , kandırılmak haricinde kim
bunları destekliyorsa da kafirlerdendir.
ŞİA ; Geçmişte Müslüman görünen bir
Yahudi Münafığın Abdullah bin Sebe tarafından bozulmuş ve yayılmıştır , Şianın
bozoulmuşluğunu savunmuyorum.Tam tersine olmuştur diyorum .
TEFRİKATÇI OLMAMASI ŞARTI İLE GERÇEK
ŞİA ALİ TARAFTARLARI :
İyi niyetler ile başlayan, zorluklarla
devam eden, diğer etkenlerin aktif olduğu, iyi niyetlerin kötü sonuçlar
doğurduğu bir devrim sürecinden sonra Humeyni ile ilgili çok şey söylenebilir.
Onların güçlü ehlibeyt sevgisini ,
Mehdiyet sevgisini takdir ediyorum. Onlar Hz Muhammed sav canımız peygamberimizin
hadislerde Hz Mehdi zuhur ettiğinde bütün yetkilerini Mehdiye burakacak ,
Halife başa geçirecek şekilde anayasalarına koymuşlardır.
Ancak onunla ilgili söylenebilecek en
önemli şey; Allaha , Peygamberine , Kuran’ Ehlibeyte ve İslam Birliğine karşı
olmamasıdır. Ve önemli olanlardan Deccaliyetin gücü olan ABD ,İsrail,AB ve
şakşakçılarına düşman olmasıdır.
HER NE OLMUŞSA OLSUN HATALARDAN
DÖNÜLMELİ :
Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an,
İslam ve vahdete sebep olacak her şeye) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
(Al-i İmran, 103)”
Ortadoğuda Müslüman olarak
1.Türkiye
2. İran ayakta kalabilmiştir.
Esas düşmanda Tüm örgütleri kuran
,yöneten başımıza müsallat eden ABD İngiltere ve İsrail dir.
FAKAT ÜLKEMİZDE BİZ NASIL 90 YILDIR
LAİKLİLLE YÖNETİLİP Tarihimi,Kültürümüzü,Bütün bağlarımızın Yazımız gibi
değiştirilip bize yalanı doğru olarak gösterilmişsse , İRANDA da çeşitli
dönemlerde içerlerindeki münafıklar tarafından aynısı olmuştur.
DÜŞÜNÜNBİR DÖNEM ;Türkiye
Cumhuriyeti’nde zorla İslam alimleri ,Osmanlı Fatihleri, Peygamberimiz için
haşa bir arabın getirdiklerinemi inacağız diyor ve bunları ders kitaplarında
kötüleniyor , Darvinizimle beraber bir nesli kandırarak büyüttülr.
Laikliği İslâmın önünde öğretiliyordu
ve Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde uzun zaman yasak idi. Türk
Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu.
İTİRAF EDİN : Türkiye Cumhuriyetinde
Türk olmayan , hatta kökleri Yahudi olan ve tüm yakınları Hahudi mezarlığı olan
Bülbülderesi Mezarlığında yatan , eski Mısır Amon tapınakları gibi yapılan
yerde yatan ,İslam , Müslüman ,Kuran , Hz Muhammede düşman birine Atam
diyorsunuz. Birde dedesini bulabilirseniz tabi.
NE YAZIKKİ : Canımız kadar çok
sevdiğimiz ,Arkasından ölümüne gidebileceğiz , güvendiğimiz Sn Erdoğanda her
sene ister istemez , mecburiyetten , Oy kaybı olmasın diye bu zaata itibar
etmekte katlanmak zorundadır..
BUNU DA ÖNCELERİ KİMSE ANLAYAMAZIDI
:Bir dönem BOB Eş Başkanıyız diyipte , Devletinde gücü ele geçirince
Müslümanların faydasına çalışan Sn Recep Erdoğana Şükran ve minnettarız.
Biz PutKemalin ne olduğunu milletin
çoğuna analatamıyorsak,İslamın başka yerlerinde de buenzer birikmiş
bozgunculuğu sergileyemiyorlar
Ülkemizden çıkan 50 yıllık bir pilan
dahilinde olan Dine ,dinde peygamberi çıkarmak isteyen, Devletimize süikast
pilanları yapan ,BİR ILIMLI DİNCİ FETÖ yü düşünün ve ona göre kıyaslamaları
yapın.
Heryerde din düşmanı , peygamber
düşmanı , Kuraan düşmanı , Müslüman düşmanı tefrikatçılar , pilancılar ,
münafıklar var. İslamın Müslümanların faydasına çalışanlardan olalım inşallah.
TEK KURTUŞUMUZ : Allah yolunda
Cihatdır.
Şu zamanda cihatın siyasetle
yönetildiğini unutmayalım.
İslam alemi tez yakında kuracaktır
İnşallah
Birleşmiş İslam Devletleri ni
İslam Natosunu
Ey inananlar! Bir topluluğa olan
öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin, âdil olun. (Maide, 8 )
http://313muhammedi.blogspot.com.tr/…/iranda-ehli-sunnet-ol…
http://313muhammedi.blogspot.com.tr/…/imam-hameneiden-batl-…
http://313muhammedi.blogspot.com.tr/…/rtayip-erdogan-mehdi-…
http://313muhammedi.blogspot.com.tr/…/ahir-zamanda-mehdiler…
İslam dininin dört kaynağı vardır.
Her alim, her hususu bu dört temele dayanarak izah etmek ZORUNDADIR.
Sorulduğunda bu dört kaynak ile ilmi delil getiremeyen alimin iddiası/izahı
batıldır. Şer'an bağlayıcı değildir.
Bu kaynaklar;
- Kur'an
- Sünnet
- Ümmetin İcması/ittifakı
- Kıyas'tır...
TEFRİKALI ŞİA TARİHİNİN
ÖZETİ :
YENİ
MÜSLÜMAN OLMUŞ KİMSELER, ESKİ YANLIŞ İNANÇLARINDAN BÜTÜN BÜTÜN KURTULMUŞ
DEĞİLLERDİ. ASIRLARDAN BERİ SÜRE GELMİŞ HURÂFE VE BÂTIL İNANÇLARIN ETKİSİNDE
KALARAK RUHLARI, AKILLARI, KALPLERİ BOYANMIŞ BU İNSANLARA İSLÂM'IN VEHİM VE
HAYÂLÂTTAN, DÜZMECE VE HURÂFATTAN UZAK OLAN BERRAK, NET, SAFİ HAKİKATLERİNİ
OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK HAYLİ ZOR GELİYORDU. İSLÂMÎYET’ BU MUTAASSIP İNSANLARCA
HAKKIYLA HAZMEDİLEMİYOR VE HAK DİN KALPLERE VE HİSLERE TAM MÂNÂSIYLA
YERLEŞTİRİLEMİYORDU. PSİKOLOJİK OLARAK İSTİYORLARDI Kİ ESKİ İNANÇLARINI, ÖRF VE
AN'ANELERİNİ DE İSLÂMÎYET’LE BİRLİKTE DEVAM ETTİRSİNLER.
Diğer
taraftan, hilâfet makamı da, bu ülkede ikaz ve irşat hizmetini gereken seviyede
yapamıyordu. O beldelerdeki insanlara, İslâm'ı bütün müesseseleriyle
yerleştirme ve onların şüphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde
aksıyordu. Zira, İslâmîyet’ gayet geniş bir sahaya yayılmış, sahabelerin büyük
bir kısmı iç fitnelerde vefat etmiş, diğer bir kısmı uzlet hayatını tercih
etmiş, bir kısmı da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaşlanmıştı.
Bu önemli
görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldı.
Fetih zamanında aldıkları ilk feyiz ve ilimle Kur'an'a ve imana ait hakikatleri
tamamıyla ihata edememişlerdi. Bu sebeble henüz hak ve bâtılı, hurâfe ve
hakikati temyiz edecek duruma gelmemişlerdi.
İşte, Yahudi
gibi dessas bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayı başardı.
İbn-i Sebe'nin, İran'da olumsuz
fikirlerini yerleştirmesinde önemli bir faktör de halkın psikolojik yapısıydı. Onların iç dünyasında, akıldan
ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere
açıktı. Hâdiseleri mantık ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir
süzgecinden hakkıyla geçiremiyorlardı.
Diğer
taraftan asırlarca süren saltanatlarının ve milli gururlarının, vaktiyle köle
addettikleri Araplar tarafından söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akıl
plânında olmasa bile, his plânında İslâmîyet’e karşı bir hazımsızlık
gösteriyorlardı.
İBN-İ SEBE, BÜTÜN BU FAKTÖRLERİ
DEĞERLENDİRMESİNİ BİLDİ. ARKADAŞLARINI TOPLAYARAK ONLARA ŞÖYLE DEDİ:
"Biz
asıl harbe yeni başladık. Bilmiş olun ki, bu, Müslümanlar arasında kıyâmete
kadar devam edecek bir savaştır. Şimdi, biz Ali'yi takdis edeceğiz ve
ettireceğiz. O'na, yerine göre 'ulûhiyet' yakıştıracağız, yerine göre
'peygamberdir' diyeceğiz, yerine göre de 'hilâfetin, Ali'nin hakkı olduğunu,
fakat Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın O'nun bu hakkını gasbettiklerini'
anlatacağız."
İbn-i Sebe
ve arkadaşları, bu kararı aldıktan sonra etrafındaki adamlarını, bu fikirleri
yaymak üzere görevlendirildiler. Bunlar, "Hilâfet Ali'nin hakkı idi.
Hilâfete lâyık Ali ve evlâtlarıdır. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife,
bilhassa Ömer, bu hakkı gasbetmekle Allah'ın iradesine karşı geldiler...
Allah'ın iradesine itaat için Ali'den yana çıkmak lâzımdır..." diye
telkinlere başladılar. Bu telkinler, halk tarafından kabul görünce, daha da
ileri giderek insanlara ilâhlık isnat eden "Hulûl Akidesini" İslâm
inancına sokmak için gayret gösterdiler. İslâm inancını asıl çizgisinden
saptırarak, tevhit akidesine taban tabana zıt bir inanışı yaymaya başladılar.
"Hulûl Akidesi" İranlıların eski dinlerinde de vardı. Bu bakımdan, bu
bâtıl itikat onlarda kolaylıkla taraftar buldu.
Önce, Hz.
Ali'ye (ra) ilâhlık izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhlığın, O'nun evlâtlarına
da intikal ettiği davasında bulundular ve neticede İran'da bir ilâhlar hanedanı
ortaya çıktı.
Hz. Ali'nin
(ra) vefatında İbn-i Sebe, "Ölen Ali değil, O'nun sûretine giren bir
şeytandır. Ali şimdi göklere çıkmış ve bulutlar üzerinde taht kurmuştur."
diyerek O'nun ölümüne hulûl akidesi paralelinde bir yorum getirdi.
Böylece,
Mısır'da "Sebeiyye Mezhebi"nin kurulmasıyla tohumu atılan Şiîlik,
İran'da yeşermeye, gelişmeye başladı. Ve bundan yirmiden fazla fırka (kol)
türedi.
İlave bilgi
için tıklayınız:
- Şiî akımı
kaç bölüme ayrılır ve inanç olarak farklı yönleri nelerdir?
Kaynaklar:
1. MS. 70
yıllarında Romalıların Yahudileri Filistin'den uzaklaştırmasından sonra
Yahudiler, kabile kabile Arabistan, Hicaz ve Yemen'e yerleşmişler ve buraları
İkinci "Arz-ı Mev'ud" saymışlardı. Kısa zamanda buraların servet,
mülk ve arazilerini ellerine geçirmişler, bir taraftan Musevîliği yaymaya
çalışırken, diğer taraftan da halkı alabildiğine sömürmüşlerdi. Bir ara Yemen
Hükümdarı Musevîliği kabûl edince, Yahudiler Yemen'de ağırlıklarını
hissettirmeye başlamışlardı. Fakat, İslâmiyet’in doğuşu ve hızla yayılması
onları endişeye sevk etmişti. Nitekim Hicaz ve civârında İslâmiyet’in
yayılmasıyla mağlup ve makhur olarak oralardan sökülüp atılmışlardı. Mekke ve
Medine'deki Yahudilerin Müslümanlar karşısında uğradıkları bu mağlûbiyet, Yemen
Yahudilerini son derece rencide etmişti.
2. Ziyaeddin
Gümüşhanevî, Netaic-i i'tikadiye, s. 86.
3. Abdullah İbn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük
bir komiteciydi. Hz. Osman (ra) zamanında Yemen'den Medine-i Münevvere'ye
gelerek zâhiren Müslüman olmuştu. İlk nifak ve ihtilâf tohumlarını burada
atmaya başladı. İslâmiyet’i içinden yıkmak için büyük gayret gösterdi. Bu
Yahudi dönmesinin maksadı, Pavlos'un Hristiyanlığa yaptığı gibi İslâm akaidini
ifsat ederek Müslümanlığı çığırından çıkarmak ve Müslümanları birer hurâfeci ve
hayâlperest haline getirmekti. Şunu hemen ifâde edelim ki, Yahudilerin İslâm
Dinine düşmanlıkları Peygamberimizin (asm) doğumu ile başlamıştı. Onlar,
Tevrat'tan mülhem olarak Ahir Zaman Peygamberi'nin gelişini bekliyorlar, lâkin
O'nun, kendi milletlerinden olacağını zannediyorlardı. Zanlarının hilâfına,
Ahir Zaman Peygamberi Kureyş'ten gelince, bu hâl onların kin ve hasedini
galeyana getirdi. Bütün gayretlerine rağmen, gerek Resulüllah Efendimizin
hayatında, gerekse Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde Müslümanlar
arasına en ufak bir fitne sokmaya muvaffak olamadılar. Hz. Osman (ra) devrinin
sonlarına doğru ellerine bazı fırsatlar geçti. İbn-i Sebe de bu fırsatları en
iyi bir şekilde değerlendirmeyi başardı.
4. Prof.
Muhammed Ebû Zehra, Mezhebler Tarihi, s. 39.
5. İbn-i
Sebe Hıristiyanlıktaki ric'at fikrini taraftarlarına kabul ettirerek onları
galeyana getirmeyi başarmıştı. İbn-i Sebe, halka, "Hz. İsa'nın geri
döneceğine inandığınız halde, neden Hz. Peygamber'in tekrar geri döneceğine
inanmıyorsunuz? Halbuki, şu âyet-i kerîme Hz. Peygamber'in tekrar geri
döneceğini bize bildirmektedir: "Herhalde O Kur'ân'ı senin üzerine farz
kılan (Allah), seni (tekrar) dönülecek yere döndürecektir." İbn-i Sebe,
yukarıdaki âyeti kendi fikrine delil getiriyor ve Hz. Peygamber'in geri gelmeye
Hz. İsa'dan daha fazla hak sahibi olduğunu telkin ederek halkı ifsat ediyordu.
Halbuki, bu âyet-i kerîmenin mânâsı İbn-i Sebe'nin iddia ettiği gibi değildir.
Bu âyet-i kerîme Hicret sırasında nazil olmuştu. Resulullah Mekke'den
hicretinde, el-Cuhfe denilen yere geldiği zaman, doğup büyüdüğü Mekke'den
ayrılışın ızdırabını duyarak kederlenmiş ve Cenâb-ı Hak, Resûl-i Edîb'ini
(S.A.V.) teskin ve teselli için bu âyeti inzal buyurmuş ve O'nun tekrar
Mekke'ye döneceğini haber vermişti.
6.
Abdurrahman İbn-i Ahmed, Şerh-i Mevakıf, s. 624, H. 1286, İst. Fahreddin Razî,
Muhassilu Kelâm, s. 177, H. 1323, Mısır. Hz. Ali (R.A.) bir gün evinden
çıkarken bu sapık güruhtan birkaç kişinin kendisine secde ettiklerini görmüş,
onlara ne yaptıklarını sormuş. Onların kendisine "Sen, O'sun"
dediklerini duyunca, hayretle: "Ben kimim?" demişti. Onlar da (hâşâ):
"Sen O'ndan gayrı bir mabûd olmayan Allah'sın" demeleri üzerine
celallenerek: "Bu söz küfürdür. Bundan tevbe ediniz. Yoksa sizi
mahvederim" cevabını vermiş, onlara 3 gün süre tanımıştı. Verilen mühlet
içinde tevbeye yanaşmadıkları için, Hz. Ali, bu sapık adamların yakılmasını emretmişti...
Selam ve dua
ile...
Sorularla
İslamiyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder