9 Mart 2015 Pazartesi

PARALEL YAPIDAN KURTULMAK MI İSTİYORUZ?İslâmiyet’te “ortaklık düzeni” olduğu için sabit gider yoktur, üretime katılan bütün girdiler üretimden pay alırlar. Oysa Batı düzeninde sabit giderler vardır. Tesisin kirası böyledir; hiç üretim yapmasa da işletme “kira”yı ve “faiz”i verecektir. İşçilik, eskiden değilken, gider sayılmıştır. Çünkü henüz tam istihdam sağlanamamıştı.





Adil Düzene göre ekonomi; insanların en az emekle ürettikleri ürünlerle en çok gün nasıl yaşayacaklarını öğrendikleri ilimdir. Üretimde en az emek sarf edilmesi için işbölümü yapar, bir çalışan mümkün olduğu kadar tek bir ürün üretir. Böylece üretimde en az saati harcamış olur. Diğer taraftan elde edilen ürün mümkün olduğu kadar çok kimse arasında bölüşülür, dolayısıyla onunla en çok gün yaşanır. Konusu “eşya” ve “insan”dır. Kişiler için gayesi uzun ömürlü daha çok insanın yaşamasını sağlamaktır. Topluluk için gaye, yeryüzünü imar ederek daha çok insanın yaşamsına imkân sağlamaktır. Kişinin gayesi ile topluluğun gayesi arsında dayanışma vardır.


Batı düzeninde ise ekonomi; sınırlı imkânlarla insanların sonsuz ihtiyaçlarını karşılamadır. Gayesi, sermayeyi azamiye çıkarmadır. Konusu “para” ve “mal”dır. Onlar için insan da bir mal durumundadır.


İslâmiyet’te “ortaklık düzeni” olduğu için sabit gider yoktur, üretime katılan bütün girdiler üretimden pay alırlar. Oysa Batı düzeninde sabit giderler vardır. Tesisin kirası böyledir; hiç üretim yapmasa da işletme “kira”yı ve “faiz”i verecektir. İşçilik, eskiden değilken, gider sayılmıştır. Çünkü henüz tam istihdam sağlanamamıştı. Köylerde boş emek vardı. İstediği zaman çalışır, istediği zaman çalışmazdı. Bugün ise tam istihdam sağlandığı için işçi de sabit gider arasında yer almıştır. Kanunlarda işçinin işine istediğin zaman son veremiyorsun. Zaten ihtisas kazanmış işçiyi çıkardığınız zaman yerine işçi bulamazsınız.


Batı hâlâ yirmici asrın ekonomisini okutmakta, kitaplarda hâlâ emeği değişken gider olarak göstermektedir. Batı dünyası zaten İslâm ekonomisini bilmiyor, bilip anlaması da mümkün değildir. Batı dünyası kendi ekonomisini de bir asır geriden takip etmektedir, kayıt dışı ekonomiden ise haberi bile yoktur.


Batı ekonomisindeki gaye; Batı’nın dünyayı nasıl sömürebilmesini öğretmektir. Oysa bizim ekonominin gayesi; bizim onları nasıl sömüreceğimizi öğretmek değildir, bizim gayemiz sömürülmeden yaşamaktır. Birbirine tam zıt iki ekonomi içindeyiz. O faizi nasıl yükseltirim diye uğraşmakta, biz ise faizden nasıl kurtuluruz diye uğraşmaktayız.


O halde bizim iktisat fakültelerinin tamamı birer paralel yapıdır, Batı’nın Türkiye’yi nasıl sömürdüklerini öğreten birer okuldur! Bizim fakültelerde tercih konusunu ele alırken bir çiftçi tarlasına patates mi eksin soğan mı eksin, bunu tartışırız, onu öğretmeye çalışırız! Batılılar ise araba mı üretsinler, bilgisayar mı üretsinler, onun tercihini öğretirler. Bizim fakültelerimiz de onların fabrikalarının nasıl çalışacağını öğretmektedir. Mezun olduğu zaman öğrenci sudan çıkan balığa dönmektedir. Türkiye’de bilgisayar fabrikası olmadığı için iş bulamayan fakülte mezunu devlet dairesinde görev almak için didinmekte, görev alınca da bir iş olmadığı için vatandaşa zorluk çıkartmayı marifet zannetmektedir. Yönetim vatandaşa hizmet edeceğine vatandaşa engeller çıkarma teşkilâtı hâline gelmektedir. İşte paralel devlet böylece oluşmaktadır. Paralel devletin merkezini Pensilvanya’larda değil, senin üniversitelerinde, senin fakültelerinde araman gerekir. Paralel devleti Gülen’in üniversiteleri değil, senin fakültelerin üretmektedir. Her bürokrat madem vatandaşa zorluk çıkarmak için vardır, her bürokrat madem ülke çıkarları için değil de ülkemizin nasıl sömürülmesi için çalışmaktadır; bundan daha ileri paralelolabilir mi? Bunun suçlusu o görevli değildir, bunun suçlusu “Milli Eğitim Bakanlığı”dır, yani mevcut “yönetim düzeni”dir.


•••


PARALEL YAPIDAN KURTULMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER


İktisat fakültelerinde inkılâp yapılacak... Bizim vereceğimiz program okullaşacak... Ekonominin Adil Düzene göre tanımı, ekonominin Adil Düzene göre tasnifi, ekonominin Adil Düzene göre tarihçesi, ekonominin Adil Düzene göre bugünkü dönemi... Kooperatiflerle üretim ve tüketim yapılması… Merkez kooperatifleri tarafından “buğday, demir, toprak ve altın bonoları”nın nasıl çıkarılacağı… Ekonomideki arızaların nasıl giderileceği ve muasır medeniyetin üstüne çıkmak için neler yapmamız gerektiği… İşletme fıkıhlarının hazırlanmasını ve bir işletmenin çalıştırılmasını öğreteceğiz... Tıp fakültelerinin nasıl hastaneleri varsa, ekonomi fakültelerinin de işletmeleri olacak ve öğrencileri çalışarak öğrenecekler, mezun oldukları zaman aynı zamanda işletmelerini kurmuş olacaklar...


Devletimiz ve Ordumuz


Uygarlık Mezopotamya’da Hazreti Nuh aleyhisselam ile başladı. Yerleşik tarımla meşgul olan halk kentler kurdular ve böylece yazı dili doğdu, bu sayede devlet aşamasına geçildi. Bu ilk uygarlığı kuranlar da Türklerdir. Göçebe hâlinde devlet kuranlar İskitlerdir. Bunlar Moğollar ileGermenlerin karışımı bir kavimdir. Sonra bunlar Moğollarla tekrar karışarak Türkleri, İskitler de Germenlerle tekrar karışarak Slavları oluşturdular. Bu dört ırk kuzeyde yaşayan göçebe ırklardı, göçebe devletleri kurdular.


Bu devletler halkın sadece güvenliğini sağlar vergilerini alırlar, iç işlerine karışmazlardı. Şeriatları yoktu. Devleti kabile anlayışı içinde yönetirlerdi. Halkları da kabilelerden oluşurdu. Onlarda devlet demek asker demekti.


Milattan Sonra 1000 yıllarında Türkler İslâmiyet’i kabul ettiler, Slavlar daHıristiyanlığı kabul ettiler, böylece kendilerini korudular.

Türklerin yerel yönetimlere karışmama ilkesi İslâmiyet ile çok iyi bir şekilde uzlaşmıştı ki, Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra İslâm âleminde yönetimi ellerine aldılar. Bunlar uygarlıkla değil güvenlikle meşgul oldular.


Türklerden büyük âlimler yetişti ama bunların hepsi Arap âlimi şeklinde idi.


Karahanlılar’dan sonra Selçuklular ve Osmanlılar’da yapı hiç değişmedi, hep ordu-devlet olarak kaldılar.


Osmanlılar Batılılaşırken de sadece orduyu güçlendirmeyi uygarlık olarak anladılar, ıslahatları ordularda yaptılar. Değişik ordu denemelerinden sonra bugünkü millî orduya geçilmiştir. Bu ordu anlayışı devlet içinde zaten vardır, nitekim Batılılar da İslâmiyet’ten almışlardı; bu halkın oluşturduğu ordudur. Yeniçeriler arızı bir ordu idi.


İmparatorluk yıkıldıktan sonra, dağılmış olan ordu toparlanarakCumhuriyet’i kurdu.


Ordu-devletten bir türlü kurtulamayan Türkiye uygarlaşmada fazla başarılı olamadı. Türkiye’de siviller Batı’nın mezbeleliğini alırken, ordu savaş taktiklerini değerlendirdi. Tüm dünyanın orduları Avrupa’ya teslim olduğu halde Türk ordusu varlığını daima korudu.


Türk ordusu dinsiz Batı’nın saldırılarına karşı kendisini koruyabilmiş ve dindar kalabilmiştir. Sömürü sermayesi Türkiye’yi dinsizleştirmek, Türk ordusunu tetikçi olarak kullanmayı ve dünyayı bu şekilde yönetmeyi tasarlamıştır ama Türk ordusu bu oyuna gelmemiştir. Bununla berber Türk ordusu hatalı siyaset gütmüştür.


1- Önce görünürde İslâm düşmanlığı yapmış, Avrupa’nın tanrısız dünya anlayışını benimsemiş, böylece bindiği dalı kesmeye başlamıştır.


2- Türk ordusu demokrasi karşıtı olmuş, halkın oy verdiği partilere karşı daima tavır almış ve CHP güdümünde bir ordu izlenimini vermiştir. Adnan Menderes’i asmış, Necmettin Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştırmıştır.


3- Dışa bağımlı sermaye ile işbirliği yaparak hep onların siyasetine göre kararlar alan hükümetleri desteklemiş ve sermaye sömürüsüne karşı olan hükümetleri irtica veya komünizm yaygarası ile iktidardan indirmiştir.


4- Kendilerini üstün görerek emekli olduktan sonra da siyasetten uzak kalmışlardır. Yani sivil idarede devlete sahip çıkmamışlardır.


Ordu, 2002 seçimlerinden önce, bu hatalı tutumlarından vazgeçerek, sömürücü düşmanlarla birlikte hareket etmekten vazgeçmiştir. Bu kararı Kenan Evren almış, Hüseyin Kıvrıkoğlu planlamış, Hilmi Özkök de uygulamıştır. Ondan sonra gelen generaller de bu yeni ordu-millet kenetlenmesi siyasetine sıkı bir şekilde sadık kalmışlardır.


Ergenekon ve Balyoz davaları, sömürü sermayesinin orduya ders vermek için kurduğu tezgâh olmuştur. Ne var ki Türk Ordusu sabrederek, gerektiğinde hapislere de girerek sermayenin bu saldırısını def etmiştir.


Bugün ordunun itibarı yeniden iade edilmektedir.


Artık seçimi hangi parti kazanırsa ordu onun emrine girmektedir.

ADİL DÜZEN’E GÖRE “ÇÖZÜM”


Adil Düzen sadece bir kooperatifin veya bir partinin düzeni değildir. Adil Düzen İslâm düzenidir, Allah’ın düzenidir; Kürtlerin, Arapların, Arnavutların, Türklerin ve herkesin düzenidir; sürekli çalışma içinde sorunların çözümünü üretmektedir.


AK Parti’nin en büyük hatası, “ÇÖZÜM” sürecinde “Kürt sorunu” ile “PKK sorunu”nu aynı şekilde çözmeye çalışmasıdır.


Oysa “Kürt sorunu” halklarımızın sorunudur; Lazların da sorunudur, Kayserililerin de sorunudur, Trakya ve Anadolu’nun sorunudur. Merkezi baskıcı devlet yönetiminin, hantal yaşamaya sebebiyet veren bıktırıcı bürokrasinin sorunudur.


Sorunlar dıştan finanse edilmekte, içte üretilmektedir.


Oysa “PKK sorunu” devletin hatalı uygulamasından doğan, dışarıdan organize edilen ve dışarının güdümünde finanse edilen bir eşkıya organizasyonudur. Bu PKK’lıları da tamamen suçladığım anlamına gelmez. Dağlara çıkan gençlerimiz kadar bizim yönetim şeklinin de bu sorunda etkisi vardır. Güvenlik güçlerine silah verir ama silahın içine mermi koymazsan, öldürme ama etkisiz hâle getir dersen, o örgütü siz kendiniz büyütürsünüz. PKK’lıları aç bırakırsanız onlar silahla doyarlar.


ÇÖZÜM, geçmişte olanları kaşımakla olmaz, geçmişi unutmakla da olmaz. Geçmişte suçlular varsa, âdil mahkemelerde yargılanırlar ve cezalarını çekerler veya diyet alınarak affedilebilirler. Bu iş sorunun değil yargının işidir; “hâkimlerden” oluşan yargının değil, “hakemlerden” oluşan yargının işi olacaktır.


BİZ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN; a) YERİNDEN YÖNETİM, b) HAKEMLİK SİSTEMİ, c) PRİMSİZ GENEL SİGORTA, d) ÇALIŞANA KREDİ SİSTEMLERİNİ ÖNERİYORUZ.


Süleyman Akdemir, Üsküdar’daki toplantıda (İstanbul Stratejik Düşünce Derneği organizasyonu: Siyasi, Tarihî, Sosyal ve İslâmî açıdan NASIL BİR ÇÖZÜM SÜRECİ?) bu ÇÖZÜM ile ilgili tebliğini sunmuştur. Bu tebliği ve bununla ilgili diğer yazıları değerlendirenler gerçekten “ÇÖZÜM”istiyorlarsa bulurlar…


Ama kimsenin çözüm diye bir derdi yok ki!


Ben bu yazımda size “YÜZ LOJMANLI İŞYERİ APARTMANI” projemizle, PKK sorununu nasıl çözeceğimizi anlatmaya çalışacağım.


Beş bin metrekare üzerinde üç kat bodrum inşa ediyoruz. Alt bodrum garaj ve sığınak, orta bodrum depo ve kömürlükler, üst bodrum iş yerleri, zemin kat yazıhaneler ve bakkal, diğer on katta yüzer metrekarelik lojmanlar, en üst katta buluşma ve toplantı yeri olarak ayrılacaktır.


Elektriği ve yolu olan her yerde bu apartmanlar inşa edilir. Apartman mülkiyetinin beşte biri arsa sahiplerinin, beşte biri oraya altyapı getirenlerin, beşde biri binanın malzemesini temin edenlerin, beşte biriişçilik yapanların, beşte biri de kooperatifin olur.




Her apartman bir fabrika şeklinde oluşturulur, lojmanlarda oturanlar alt katta çalışırlar, üst katta istedikleri kimselerle birlikte komşu olarak yaşarlar.


Tüccarlar ham madde getirirler ve mamul madde siparişi verirler, sonra mamulleri satın alırlar. Böylece mahkûmlar kendi apartmanlarında kendi yakınları ile birlikte yaşarlar.


Çalışabilirlerse çalışırlar.


Lojmanlı apartmana girmek ve çıkmak serbest olacak, sadece mahkûmlar dışarı çıkamayacaklardır.


Mağdur olan ailelere “diyet” ödenir.


İki kişi kavga etse, ikisi de birbirini öldürse, ikisinin ailesine diyet ödenir.


Çünkü ölenler suçlu olabilir ama eşinin ve çocukların günahı ne?


Devlet “Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanı” inşaatının işçiliğini mahkûmlara yaptırabilir. Sadece malzeme payı ile apartman inşa edilmiş olur.

Devlet kazanır.


Çünkü işe yaramayan boş yerler kira getirmeye başlayacaktır. Devlet zaten altyapıyı yapmıştır, o altyapı da kâr getirmeye başlayacaktır.


ÇÖZÜM arayan varsa bize katılsın, sorunu hep beraber halk olarak biz çözelim.

Süleyman KARAGÜLLE

Kapitalist ekonomi mantığı .

Siyasi sistemlerin/rejimlerin ve o “sistem/rejim”i esas alarak iktidara gelenlerin “insan kitlelerini kontrol altında tutmak” için buldukları en etkin yol, “onları kendi dertleriyle baş başa ve boğuşur halde bırakmak”tır. Kendi dertlerini çözmenin telaşını yaşayan ve günlük hayatı bununla“meşgul olarak” geçen insanın, “sisteme/rejime ve iktidara karşı tavır geliştirecek bir faaliyet”e girişmesi pek mümkün olmaz. O insan, iktidarlar karşısında “uysalllık”tan başka bir tutum takınamaz.


“Meşgul etme”nin ve “kendi derdiyle boğuşturma”nın en önemli şekli, insanları “günlük geçim sıkıntısı” içinde tutmaktır. Eğer insan günlük geçim sıkıntısıyla meşgul edilir ve günlük geçimini sağlamakla uğraşırsa, o insanın “iktidarlar karşısında etkin tutum geliştirme”si mümkün olmaz. Çünkü başka bir şeyle ilgilenecek mecali yoktur.

Gerçi tarihte “yoksulluk gerekçesi”yle “büyük ayaklanmalar” olmuştur; ancak günümüz iktidarları bunun da formülünü bulmuşlardır. “Patlama noktası”na yaklaşıldığını gördüklerinde “gaz alıcı birkaç iyileştir”me yapıp, kontrolü sağlıyorlar ve “yoksulluk üzerinden kitleleri zapturapt altına alma”ya devam ediyorlar.






İşte dünyada genel olarak “Kapitalist ekonomi mantığı” bu şekilde işliyor.


Yaklaşık 100 yıldır özünden/esasından kopuk biçimde “Batı Kapitalizmi’nin çarkları”na raptedilen ülkemizde uygulanan “iktisadi/mali sistem”in arz ettiği görüntü de buna benzer. İnsanlar “günlük geçim”lerini sürdürmenin telaşıyla, “rejimi/sistemi sorgulama”ya ve sorgulasa bile değiştirip kendi “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun hale getirmeye yönelik çalışmalardan uzaklar. Çünkü “yoksulluk” gibi, “günlük geçim derdi” gibi esaslı ve zorlu bir “meşgale”leri vardır ve bu meşgale“sorgulama”larına, “düşünme”lerine, “fikir üretme”lerine, “harekete geçme”lerine, kendi inanç kimlik ve kişilik değerlerine aykırı olan rejime/sisteme “karşı devrim yapma”larına vs. mani oluyor.


Bu noktada, “2023 vizyonu”ndan, “halka hizmet”ten söz eden Hükümet’e de “esaslı bir görev” düşüyor. İnsanları “fikir üretebilen, düşünebilen, sorgulayabilen, ülkenin gelişmesi için kafa yorabilen” bir rahatlığa, özellikle de “iktisadi/mali rahatlık”a kavuşturmak... Bu yapılmadan, 2023 vizyonu kadük kalacak ve “mevcut rejimi/sistemi daha da muhkemleştirmek”ten öteye bir işlev görmeyecektir.


YENİAKİT / Faruk Köse

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder