14 Mayıs 2015 Perşembe

Adım Adım Miraç Mucizesi : “Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.”[isra 17/1]

İSRÂ VE Mİ'RÂC MU'CİZESİ HAKKINDA...
(15 Mayıs cumayı 16 Mayıs cumartesiye bağlayan gece) mübarek Mi'rac Kandilidir...

BİZ YILBAŞINDA BACADAN HEDİYE GETİREN NOEL BABANIN DEĞİL, MİRAÇ TAN ‘’NAMAZ’’GETİREN HZ. MUHAMMED (sav)İN ÜMMETİYİZ…
Allah Resulü nün hayatından ne varsa o bizim için uymamız gereken emirler bütünüdür. O nun hayatı bizim için uymamız gereken bir rol modeldir.





Resul-i Ekrem efendimizin, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar gitmesine "İsra" denir.
Mescid-i Aksa'dan semaya çıkmasına da "Mi'rac" adı verilir...

Mi'rac'ın hikmetleri...

Rabbimiz, hiçbir Peygambere nasip olmayan, ona  Peygamber s.a.v hiçbir melâikenin kavuşamadığı nimetleri ihsan ederek taltif buyurdu.

Böylece, bu nurlu zatın kıymeti herkese gösterilmiş oldu. Allah için çekilen sıkıntıların sonu rahmet olmuştu.

*Rabbimiz dileseydi, Musa aleyhisselama Tur-i Sina'da tecelli ettiği gibi, Peygamberimize de Nur Dağı'nda veya başka bir mukaddes mekânda tecelli edebilirdi. Onun üstünlüğünü, bütün Peygamberlere, meleklerine göstermek için Mi'rac hadisesi vukû buldu.

Mescid-i Aksa'da toplanan Peygamberlerin ruhaniyetlerine imam olmakla hepsinden üstün olduğu anlaşıldı...

*Mi'rac gecesi cennet ve cehennem gösterildi. Çok sevdiği ümmetinin kavuşacakları cenneti görünce çok memnun oldular. Kendilerini üzenlerin de, (Kâfir olarak ölürlerse) uğrayacakları akıbeti gördüler. Böylece teselli oldular.

Bütün ibadetler vahiy ile, yeryüzünde farz kılındı, namaz ise Mi'rac gecesi farz olundu. Mü'minin mi'racı da namazdır.

Bu fazilete kavuşan zat insandır. Dolayısı ile mi'rac, bütün insanlara şeref bahşeder. Ne kadar iftihar etsek azdır. Mi'rac vaki olduktan sonra Sevgili Peygamberimiz aleyhisselam Ümmü-Hani'nin evine döndüler ve ilk ona anlattılar. O da tebrik etti ve dedi ki: "Kureyş kâfirleri sizi çok üzüyorlar, alay ediyorlar, mümkünse şimdilik bunu anlatmayın, ileride Müslümanların sayısı artar, o zaman anlatırsınız!"

Buna şöyle cevap verdiler: "Bunu saklayamam, anlatmam lâzımdır, emir öyle!"

Sabahleyin anlatılınca müşrikler bunu fırsat bildiler ve ev ev Müslümanların kapılarını dolaşarak, böyle bir şeyin olamayacağını söylediler ve bazı zayıf imanlıları da caydırdılar.

Vaki olanda hayır var, demişlerdir. İslamın binası yeni kuruluyordu. İlk müminler de bu binanın temel taşları idiler.

Çürük taşların temelde olması binayı zayıflatırdı. Evet, temel sağlam atılmıştı...

Bu vesileyle, hepinizin Mi'rac Kandilini şimdiden tebrik ediyorum efendim...
Yazar : M.SAİD ARVAS

Adım Adım Miraç Mucizesi
Miraç Mucizesi: Sema ehline gösterilen en büyük mucize.
Tarih: Hicretten bir buçuk yıl evvel; 620... Recep ayının 27. gecesi
Hüzün yılı: Cenab-ı Hakk, Resulünü Miraç mucizesi ile teselli ediyor. 
Mirac’a davet:
Hz. Peygamber (asm) bir gece Kâbe’nin hatim kısmında yatarken Hz. Cebrail (as), yanına gelip kalbini zemzem ile yıkıyor… Hz. Peygamber (asm) işte o an, Mirac’a davet ediliyor.
İlk binek: Beyt’ül Makdis’e kadar “Burak”
Yol arkadaşı: Cibril-i Emin (as)
Mescid-i Aksa: Sirac-ı Münir (asm) tüm peygamberlere imamlık yapıyor.
İkinci binek: Miraç (merdiven)
Hz. Peygamber (asm) Miraç merdivenine biniyor ve Cibril (as) ile dünya göğüne yükseliyor.
Üçüncü binek: Meleklerin kanadı
Yine Hz. Cibril beraberinde Allah Resulü (asm), yedinci kat semaya yükseliyor. Semanın her katında bir ceddiyle görüşüyor.
Birinci kat semada; Âdem (as)
“Hoş geldin safa geldin salih peygamber, salih oğul” diyerek karşılıyor Kâinatın Efendisi’ni (asm)... Sonra;
İkinci kat semada; Hz. Yahya ve Hz. İsa
Üçüncü kat semada; Hz. Yusuf
Dördüncü kat semada; Hz. İdris
Beşinci kat semada; Hz. Harun
Altıncı kat semada; Hz. Musa
Ve yedinci kat semada; Hz. İbrahim karşılamakta Salih oğul, Son Peygamber Hz. Muhammed’i (asm)
Dördüncü binek: Cebrail’in (as) kanadı.
Sidret’ül Münteha: Cebrail (as) şöyle dedi:
"Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu İstilâhati'l-Fünun)
Son binek: Refref
Kab-ı Kavseyn: Bu makamda yalnızca Alemlerin Rabbi (cc) ve O’nun Habibi (asm)!
Rüyetullah: Allah Resulü imkân ve vücub ortasında... Kab-ı Kavseyn ile işaret olunan makamda... Zât-ı Zü'l-Celâlin cemali ve sohbeti ile müşerref!...
Ve emanetler ile birlikte dönüş:
Cenab-ı Hak (cc) Peygamber Efendimiz’e (asm) şu üç şeyi hediye ederek kullarının arasına gönderiyor;
Elli vakit namaza denk, beş vakit namaz,
Bakara suresinin son ayetleri,
Peygamberimiz’in (asm) ümmetinden olup da, Allah'a şirk koşmayanların affolunacağı müjdesi...



Peygamber Aleyhiselam Miraçta Gördüklerini Şöyle Anlatır:
1- “Göğe çıkarıldığım gece Cebrail (as)’ı gördüm, Allah korkusundan eski kilim gibi titriyordu.” (Ramuz el Ehadis:353/6)



2- “Efendimiz (sav), “Miraçta ümmetler bana gösterildi, ümmetimin çokluğu beni sevindirdi. Razı oldun mu? diye bana soruldu,ben de evet razıyım, dedim. Yetmiş bin kişi hesapsız Cennete girecek, denildi. Bunlar kin tutmayan, efsun ettirmeyenler, Allah(cc)’ya tevekkül edenler” dendi, der.

3- “Miraca götürüldüğüm gece cennette yüksek seviyede yapılmış köşkler gördüm.” Cebrail’e:

- “Bunlar kimin içindir, diye sordum.” Cebrail şöyle cevap verdi:

- “Öfkesini yenenler ve insanları af edenler içindir.” (Age.287/11)

4- Karınları şiş kimseler gördüm. Firavun taifesi onları çiğniyorlardı.

-Kim bunlar, dedim. Cebrail:

-Faiz yiyenler, dedi.

5-Bazısı pislik yiyor, bazıları avret yerlerinde bir yama ile hayvanlar gibi otluyor, bazıları memelerinden, bazıları ayaklarından asılı bir topluluk gördüm:

-Kim bunlar,diye sordum.Cebrail:

-Zina eden,çocuklarını öldürenlerdir,dedi.

6-Kendi etlerini yiyenler, derilerinden kesilip ağızlarına tıkılanlar gördüm.

-Kim bunlar? diye sordum, Cebrail:

-Dedikodu yapanlar, dedi.

7-Eken, hasat yapan bir topluluk gördüm. Hasat tamamlanır tamamlanmaz olduğu gibi ekinlerin yerine geldiğini gördüm:

-Bunlar kim? dedim. Cebrail;

-Bunlar Allah yolunda gayret sarf edenlerdir, dedi.

8-Başları taşla ezilen bir topluluğa rastladım. Başlar eziliyor kısa zamanda eski haline dönüyor, tekrar eziliyordu.

-Kim bunlar? dedim. Cebrail(as);

-Başları secdeye varmayan ve namaz kılmayan kimselerdir, dedi.

9-Bir demet odun toplayan, fakat taşıyamayanlar gördüm.

- Kim bunlar? dedim. Cebrail(as);

-Emanete ihanet edenler, dedi.

10-Dil ve dudakları kesilen, kısa zamanda iyileşen, tekrar kesilenler gördüm.

- Kim bunlar? dedim. Cebrail(as);

-İnsanları, fitneye çağıran, aralarına fitne sokanlardır, dedi.

11- Dudakları deve dudağı gibi kimseler vardı. Parça parça et kesiliyor, ağızlarına da ateşten taş koyuyorlar, taşlar dübürlerinden çıkıyordu.

- Kim bunlar? dedim.Cebrail(as);

-Hak yiyenler, dedi.

12- Bir topluluk gördüm önlerinde sofra vardı. Sofra güzel yemeklerle donatılmıştı, onlar o yemekleri bırakıp pislik yiyorlardı.

-Kim olduklarını sordum.

-Helal eşlerini bırakıp harama yönelenlerdir, denildi.

Allah Resulü, görülmesi hoş olmayan bu manzaraları görmüş, ibret almamız için bize anlatmıştır. Ayrıca bu olaylar, Allah’ın bize mesajlarıdır. Bundan başka Allah Resulü şu manzaralarla da karşılaşmıştır.

13- Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki;karınları evler gibi şiş idi. Bu şiş karınlar, yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı.Ben “Ey Cebrail!Bunlar kimlerdir? diye sordum.” “Bunlar faiz yiyenlerdir’’dedi. (Kütüb-i Site:17/264 + Ramuz el Ehadis:15/6)

14- “Miraca çıkarken Kudüs’e yakın bir yerde Musa Peygambere uğradım. Kabrinde uyakta namaz kılıyordu.” (Age:15/4)

15- “Miraca çıkarken bir topluluğa rastladım. Dudakları ateşten makaslarla kesiliyordu. Ardından dudaklar tamamlanıyordu. Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? diye sordum. Bunlar senin ümmetinin hatipleridir, yapmadıklarını söylerler, Kur’an-ı okurlar fakat onunla amel etmezlerdi” dedi. (Age:15/5)

16- “Adem’in sağında güzel koku çıkaran bir kapı,solunda da kötü koku çıkaran bir kapı vardı. Sağdaki kapıya bakıp gülüyor, soldaki kapıya bakıp ağlıyordu. Cebrail(as) sordum:

-Bu kimdir?

-Baban Adem, sağdaki cennet kapısıdır. İnsanların oraya gittiğini görünce gülüyor. Soldaki kapı cehennem kapısıdır. İnsanların oraya gittiğini görünce ağlıyor.” (Büyük Hadis Külliyati:5/52) dedi.

Bunların hepsi vahyin bir parçasıdır. Her Müslüman bu olayları göz önünde tutarak yanlış yapmamaya çalışmalıdır.

17- “Miraç gecesi cennetin kapısı üzerinde şu yazıyı gördüm:”Borç verme sadakadan efdaldır.” sebebini sordum.Cebrail:”Dilenci, yanında çoğu zaman para olduğu halde sadaka ister.Borç yiyen ise, ihtiyaçtan dolayı ister.”dedi.”

18- Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım.Bakır tırnaklarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı.

“Ey Cebrail! Bunlar da kim?” diye sordum. Cebrail(as) şöyle buyurdu:

“Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybetini yapanlar) ve ırzlarını (şereflerini) çiğneyenlerdir.” (Ebu Davut Edep:40)

Allah Resulü miraçta daha bir çok olayla karşılaşmış ve ibret verici manzaralarla karşılaşmıştır. En ibretli olaylardan biri de şudur:

19- Semure İbn’u Cündeb (ra) şöyle anlatır:

Bir sabah Allah Resulü her zaman sorduğu gibi :

-Sizden rüya gören yok mu?diye sordu.Kendisinin rüyasını anlattı:

“Bana iki kişi geldi, “yürü” dedi, yürüdük. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanın da da elinde kocaman bir taş olan adam duruyordu. Adam o taşı o adamın başına vuruyordu. Böyle devam edip gidiyordu. Ben:

“Sübhanelleh,nedir bu hal?” dedim.

-Yürü!Yürü! dediler.Yürüdük, sırtüstü yatan birinin yanına geldik.Onun yanında da elinde kancalar bulunan bir adam duruyordu.Bu demir çengelle yüzünün bir tarafını parçalıyordu. Sonra diğer yüzünü parçalıyordu. İyileşince tekrar bu işi yapıyordu. Ben:

-“Sübhanelleh, nedir bu hal?” dedim. Yürü!Yürü! “ dediler.

Yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik.Bir adam nehirde yüzüyor. Bir adamda yanındaki taşlarla o adamın her kenara gelişinde o taşları ağzına atıyordu. Bu kim dedim.” Yürü!Yürü! dediler.

Çirkin görünümlü bir adamın yanına geldik. Böyle çirkin birini görmemişsinizdir.Adam ateş yakıyor etrafında dönüyordu. Kim bu diye sordum.”Yürü” dediler. Yürüdük. Büyük bir ağacın yanına geldik.Bu ağaç büyük ve güzeldi.Beraberce ağaca çıktık. Altın ve gümüş malzeme ile yapılmış evler gördük. Bizi,bir yarısı güzel,bir yarısı çirkin insanlar karşıladı. Yanımdakiler onlara bir nehir gösterip “gidin,yıkanın” dedi.Onlar yıkandı ve çirkinlikleri yok oldu. Bana oranın cennet olduğunu söylediler.Makamımı gösterdiler.Girmek istedim, sokmadılar.

Onlara sordum.Bana şöyle anlattılar:

- Taşla başı yarılan,Kur’an-ı ve namazları terk edendir.

- Yüzü parçalanan,yalan söyleyen,etrafa yalan yayan kimsedir.

- Fırındakiler,zina yapanlardır.

- Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan,faiz yiyendir.

- Ateş yakıp etrafında dönen, cehennem bekçisidir.

- Bahçedeki uzun boylu, İbrahim (as) dır. Çocuklar ise buluğa ermeden ölen çocuklarıdır.Biri:

- Müşriklerin çocukları da mı? diye sordu.

Peygamber:

- Evet dedi ve anlatmaya devam etti.

- Yarısı güzel yarısı çirkin olanlar,hem iyi hem de kötü amel işleyenlerdir. (Prof. Dr. İ. Canan Hadis Ans: 3/427)

Günahlardan, haramlardan kaçalım.Nasıl kaçalım?

- Miraçta peygamberin gördüklerini hatırlayarak,

- Allah’ın günahtan vazgeçene vereceği sevabı düşünerek,

- Allah’ın azabını göz önüne getirerek,

- Cenneti cehennemi düşünerek,

CEHENNEM EHLİ

Cehennem ehli, dünyada iken inanmayan inandığı halde isyan edip günah işleyen ve af edilmeyen kimselerdir.

Cenab-ı Allah: “Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz.” (Araf:182)

-“En büyük ateşe giren kötü kimselerdir.” (A’la:13)

- Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapısından girin; kibirlenenlerin yeri kötüdür, denir.’’ (Zümer:72)

-“Kafir olarak ölenin yaptığı bütün iyi işler boşa gider.” (Bakara:217) buyrularak cehennem ehlinin bazı özelliklerini haber vermiştir.

Bu konuda Peygamber (as)’da şöyle buyurur:

-“ Kıyamet günü kafire şöyle denilecek:

-Şayet senin yer dolusu altının olsa, (bu azaptan) kurtuluşun için (onu) feda eder miydin?Görüşün nedir? Denilecek.O:

-Evet,(verirdim) diyecek.

Bunun üzerine kendisine (şu acı hakikat) hatırlatılacak:

- (Halbuki dünyada) senden, bundan daha kolay olanı istenilmişti (de yapmamıştın!)” (Müslim, Sahih, 8/134)

-“Size cehennem ehlini haber vereyim mi? Bunlar kaba, cimri ve kibirli kimselerdir.” (İ.Canan Hadis Ans:14/270)

Mevlamız şöyle buyurur:

“(Ahiret Günü’nü,Cennet ve Cehennem’i) inkar edenler (emirlerimizi ve yasaklarımızı ihtiva eden) ayetlerimizi yalanlayanlar (ve bu inkar ve yalanlama içinde ölenler) yok mu?

Onlar Cehennemlikdirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.”

Amelsiz kişi de tehlikenin içindedir. Aşağıda sunacağımız Kur’an ve Sünnet açıklamaları amelsizlerin nasıl bir tehlike içinde bulunduklarını göstermektedir.

Müddesir Suresi Ayet 4-47:

“(Cennet yaranı olan mü’minler Cehennemlik) günahkarlara soracaklar. Sizi bu ateş azabına sürükleyen ne oldu?

Onlar da şöyle diyecekler:

Biz namaz kılanlardan değildik.

Biz (zekatlarımızla) yoksulları doyurmazdık.

Biz (hayata müslümanca bakarak gerçeği göremediğimiz için batıl yaşantılara ) dalanlarla birlikte batıllara dalar-giderdik.

Biz Kıyamet Günü’nü de yalanlardık.’’

Evet Peygamberimiz tehlikeye değinen hadislerinde şöyle buyurmaktadır.

“Allah, alkollü içkiler içen (tevbesiz) kişiye Cehennemliklerin irinlerinden içirmeye and içmiştir.”

“Karaborsacılar tövbesiz katillerle birlikte Cehennemde azab göreceklerdir.”

“Zina eden erkekler ve kadınlar,kabirlerinde çıplak olarak tıkılacakları ağzı dar tabanı geniş b ir fırında azablanacaklar. Alevler alttan geldikçe yükselecek çekildikçe yuvarlanacaklar.”

“…Her azgın mizaçlı,hayrı engelleyici,kibirli kişi Cehennemliktir.” (Taç 3/143)

-“İçki müptelası kabrinden kalkar.İki gözü arasında “Allah’ın mağfiretinden mahrumdur” yazılıdır. Faiz yiyen kalkar.” İki gözü arasında: “Allah’ın yanında değeri yoktur.” yazılıdır. İnkar eden de kalkar onun da iki gözü arasında: “Ya kafir ateşten yerine hazırlan” yazılıdır.” (Rumuz: 508/1)

Bu ayet ve hadislerde cehennem ehlinden olmaya neden olan işler haber verilmiş ve uyarı yapılmıştır. Buna göre kimse “bilmiyordum, haberim yoktu” diyemeyecektir.

Mustafa Öselmiş



Miraç nasıl oldu?

Hazreti Peygamber (asm) Mescid-i Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi.[8]



 Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın (as) makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,[9] daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.[10]



Orada içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.[11] Hazreti Muhammed (asv) bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.[12]


Bu hadiseden sonra Hazreti Peygamber’e (asm) iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarap, diğerinde süt vardı.[13] “Bunlardan hangisini istersen, al!" denildi.[14] Peygamberimiz (asm) sütü seçti.[15] Cebrail (as), Peygamberimiz’e (asm): "Sen fıtratı seçtin[16], eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azardı.[17]Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. Şarap size haram kılındı!” dedi.[18]

Semanın bütün tabakalarına uğradı.[19] 




Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim (Aleyhimüsselam ecmain) gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin!..”dediler, tebrik ettiler.[20] Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.[21]

Bundan Sonra Hz. Cebrail (as) ile birlikte sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.[22] Sidretü’l-müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri ve cenneti gölgeleyen,  yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçtır.[23]

Refref ve Öteler Ötesindeki Buluşma
Cebrail (as), Peygamberimiz’i (asm) yukarı götüre götüre, nihayet (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin cızırtılarını işitecek kadar yüksek bir yere çıkardı.[24] 

Peygamberimiz (asm); cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını gördü. Peygamberimiz (asm), onun (Refref’in) üzerine oturdu.

[25] Cebrail (as), Peygamberimiz’den (asm) ayrıldı. Peygamberimiz (asm); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip yaklaştırıldı.[26]

Peygamberimiz (asm), Yüce Rabbinin: "Korkma ya Muhammed, Yaklaş!" buyruğunu işitmeye başladı. Nihayet, hiçbir kimsenin hiçbir zaman erişememiş olduğu yakınlık makamına, İlahî kabule, İlahî ikram ve ihsana nail oldu![27] İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm): "Ben, Yüce Rabbimi gördüm!" buyurmuştur.[28]

Peygamberimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı Hakk’a selam yerine bütün mahlukatın ibadetlerini hediye etmiştir. Efendimizin (asm) Cenab-ı Hak ile olan bu konuşması bütün müminlerin miracı olan namazlarında okudukları tahiyyatın sözlerinden oluşmaktadır. 

Bu konuşmanın meali şöyledir:
Peygamberimiz (asm) Cenab-ı Hakk’a hitaben:

“Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur.”[29] şeklinde hitab vermiştir. Bunun anlamı“Bütün varklıkların halleriyle ve dilleriyle yapmış oldukları ibadetleri ve tesbihlerini, bütün çekirdekler ve nutfeler gibi mübarek şeylerin fitri mübarekliklerini ve tesbihlerini, bütün insanlar gibi şuurlu varlıkların ibadetlerini ve bütün peygamberler ve kamil insanlar olan evliyaların, asfiyaların ibadetlerini ve tesbihlerini onların namına sana hediye ediyorum; sana mahsustur.” demektir.

Bu selamın üzerine Cenab-ı Hak da Resulüne (asm): “Selâm olsun sana ey Peygamber!”şeklinde mukabele de bulunmuştur. Bunun üzerine Allah Resulü (asm) de: “Bize ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun.” şeklinde cevap vermiştir. Bu konuşmaya sidretü’l-müntehada tanık olan Cebrail (as) da Allah’ın şahitlik etmesini emretmesi üzerine “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Ve Muhammed’in (asv), Allah’ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.” diyerek şehadet etmiştir.[30]

Miraç’ta cereyan eden bu karşılıklı sohbetteki sözlerin, müminlerin miracı hükmünde olan namazda okunması sünnettir. Bu şekilde her mümin bütün şuurlu ve şuursuz mahlukatın ibadetlerini kendi ibadeti içerisinde Cenab-ı Allah’a takdim etme şerefine ulaşmış olur.

Mirac’ta Peygamberimize Verilenler

Peygamberimiz’e (asm) Mirac mülakatı sonunda şu üç şey verildi:
1. Elli vakit namaz sevabına denk, beş vakit namaz verildi.
2. Bakara sûresinin son iki âyeti verildi.
3. Peygamberimiz’in (asm) ümmetinden olup da, Allah'a şerik koşmayanlardan mukhimat (büyük günahlar) bağışlandı.[31]

Nitekim bir hadiste bu hediyeler şöyle ifade edilmiştir: “…Miraçta Hz. Peygamber (a.s.m)’e şu üç şey verildi:  Beş vakit namaz verildi, Bakara Suresinin son kısmı (Amenerresul) verildi ve bu ümmetten Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz verildi).” (bk. Müslim, İman, 279).
Bu müjde hiç bir müminin cehenneme girmeyeceği anlamında değildir. Her günahın affedilebileceğini ve eğer günahkar olsa bile iman ile ölmüşse cehennemde ebedi kalmayacağını bildirmektedir.
Sevabı günahlarından çok olan müminler direk cennete gideceklerdir. Günahı ağır basanlar ise, bu günahlardan temizlenmek için cehennemde bir müddet kaldıktan sonra tekrar cennete gireceklerdir.
Yüce Allah:
"Yâ Muhammedi Bu namazlar, her gün ve gecede, beş namazdır! Amma, her namaz için, on sevab vardır! Bu, yine, elli namaz demektir.[32]
Bende söz bir olur, değişmez![33]
Her kim, bir hayr işlemek ister ve onu yapmazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevab yazılır, yaparsa on sevab yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, onu yapmazsa, ona bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!" buyurdu.[34]
Bakara sûresinin son iki ayetinde de, meâlen şöyle buyurulur:
"O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler).
Onlardan her biri:
Allah'a,
Allah'ın meleklerine,
Allah'ın kitablarına,
Allah'ın peygamberlerine inandı. Peygamberlerin hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)
Dinledik! (Emrine) itaat ettik!
Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!
Son varış(ımız) ancak Sanadır! dediler.
Allah, hiçbir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemez.
(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi yararınadır.
Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.
Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme!
Ey Rabbimiz! Bizden önceki(ümmet)lere yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yükleme!
Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi, bize yükleme!
Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla! Bizi affet! Bizi esirge!
Sen bizim Mevlâmızsın!
Artık, kâfirler güruhuna karşı da, bize yardım et!"[35]
Mukhimat; insanı cehenneme sürükleyen büyük ve tehlikeli günahlar, demektir.[36]
Peygamberimiz (asm), bir gün:
"İnsanı helake sürükleyen yedi şeyden sakınınız!" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallah! Nedir bu tehlikeli şeyler?" diye sordular.
Peygamberimiz (asm):
“Allah'a şerik koşmak,
Sihir (büyü) yapmak,
Yüce Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek,
Savaş meydanından kaçmak,
Zinadan korunan, böyle bir şey hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmektir!" buyurdu.[37]

Peygamberimiz’e (asm) Cennetin Gösterilişi
Yüce Allah, Peygamberimiz’e (asm) vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (asm), Cebrail (as) tarafından cennete götürüldü.[38]
Cennetin eni, göklerle (altlarındaki) yer kadar olup.[39] Peygamberimiz (asm) orada:
İnciden, yakuttan, zebercetten,.. köşkler,[40] cennetin toprağını da, misk kokar bir halde buldu.[41] Peygamberimiz (asm), cennette; iki yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler (kubbeli evler) dizili bir ırmak da gördü[42] ki, inci, yakut çakılları ve misk üzerinde akıp gidiyordu.[43]
Peygamberimiz (asm): "Ey Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. Cebrail (as): "Bu, sana Yüce Allah'ın vermiş olduğu Kevser ırmağıdır!" dedi. Kevser ırmağının suyu da, baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi.[44]

Peygamberimiz’e (asm) Cehennemin Gösterilişi
Peygamberimiz (asm); dünya semasında kendisini güler yüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç gülmeyen, cehennemin bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.
Peygamberimiz (asm), onun kim olduğunu Cebrail (as)’dan sorup öğrenince, Cebrail (as)’a:
"Cehennemi bana göstermesini ona emretmez misin?" diye sormuştu.
Cebrail (as) da:
"Olur!" diyerek, cehennemin bekçisi Malik'e: "Ey Malik! Muhammed’e (asm) cehennemi göster!" demişti.
Malik; cehennemin üzerinden örtüsünü açınca, cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz (asm) onun gördüğü her şeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail (as)’a:
"Ey Cebrail! Malik'e emret de, onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.
Cebrail (as) da, cehennemi yerine çevirmesi için, Malik'e emretti. O da, cehenneme:
"Sakin ol!" dedi.
Cehennem, çıkmış olduğu yerine girince, Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü.[45]
Peygamberimiz (asm); cehennemdeki susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki azaplardan daha bazılarını da gördü.[46]



Peygamberimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!"[47]

Peygamberimiz’in (asm) Mekke'ye Dönüşü
Peygamberimiz (asm), Mekke'ye dönmek üzere, Beytü'l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak'a binip Mekke'ye döndü. Peygamberimiz AIeyhisselamın İsrâ ve Miracı, bir gece içinde, yatsı namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu.[48]

Abdulmuttalib Oğullarının Peygamberimiz’i (asm) Aramaya Çıkışları
Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac gecesinde, Peygamberimiz (asm)’ı bulamayınca, ara¬maya çıkmışlardı.
Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar gitti. Oralarda, yüksek sesle:
"Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!" diyerek bağırdı.
Peygamberimiz (asm): "Lebbeyk! = Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?"dedi. Peygamberimiz (asm):
"Beytü'l-Makdis'e gittim." buyurunca, Hz. Abbas:
"Bu gecenin içinde mi?" diye sordu. Peygamberimiz (asm):
"Evet. Bu gecenin içinde gidip geldim!" buyurunca, Hz. Abbas:
"Her halde, senin başına ancak hayır gelmiş olmalıdır!" dedi. Peygamberimiz (a.s.):
"Benim başıma hayırdan başka bir şey gelmemiştir!" buyurdu.[49]
Sabah olunca Kabe'nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı.[50] Onlar Peygamberimiz (asm)’den delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam da onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.[51]
Ama yine de Peygamberimiz (asm)’den üst üste Miraç’a çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler,“Bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler; ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize (asm) soru yönelttiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler:“Vallahi dos doğru tarif ettin.” dediler, ama yine de iman etmediler.[52]
O esnada Hz. Ebû Bekir (ra) çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir (ra), “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız şeksiz şüphesiz doğrudur.” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir (ra) “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını aldı.[53]

Peygamberimiz (asm) Mirac’a Neden Çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesidir. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakk’ın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbine, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakk’ın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtu Vesselamın elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk’a, diğeri de Hakk’tan halka. Birisi Mirâcın bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktı; başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakk’a bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakk’ın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...

Peygamberimiz (asm), Allah ile Nasıl Görüşebilir?
Soru: “Bize her şeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakk’a binlerce senelik mesafeyi aşarak, yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbi ile görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150.000.000 km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım; bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraç’a yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir İnsan Nasıl Göklere Çıkabilir?
Soru: “Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10.000-15.000 metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?”
Yerküremiz, yani Dünyamız yaklaşık yüz seksen saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet, bir insan bedenini şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?

Peygamberimiz (asm) Sadece Ruhuyla Gitse Olmaz mıydı?
Soru: "Öyleyse neden Miraç’a çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?"
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini bildirmek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü'l-Me'vâ'nın gövdesi olan sidretü'l-müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın bedeninin ruhuna arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz (asm) Miraç’a sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Peygamberimiz (asm) Kısa Zamanda Nasıl Gidip Geldi?
Soru: "Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?"
Cenab-ı Hakk’ın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 340 m/sn'dır.
Acaba Peygamberimizin (asm) lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, şimşek gibi Kudüs’e gider. Oradan da bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbi ile sohbet şerefine erer, Onun cemalini görür, emirlerini alıp dönüp gelir.

Miraç’ın Benzeri Bir Olay Var mıdır?
Soru: "Peygamberimizin (asm) Miraç’a çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?"
Miraç’ın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir. İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraç ile kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâ’ya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arş’a, Arş’tan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, cennet ehli müminler, cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün müminlerin imamı, bütün cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Peygamber Efendimizin (asm) bir anda Miraç’a çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Miraç ile Gelen Hediyeler
Yukarıda Miraç hadisesinin nasıl vuku bulduğunu anlatırken, rivayetlerdeki Miraç ile bize verilen hediyelerden bahsetmiştik. Bu hediyelerin bizler için önemini burada birkaç madde halinde özetlemek istiyoruz:
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakk’ın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o Yüce İnsan (asm), mümin ruhlara manen şöyle diyordu:
“Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.”
Böylece müminler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan her şeyi merak ediyor. Uzayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki uzaydaki en büyük yıldızlar O Ezelî Sultan’ın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor. Hakiki müminler de bu merak duygusunu doğru kullanarak şöyle düşünüyorlar:“Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık.” derken, İki Cihan Serveri (asm) yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanı’nın razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi ve insanlığa hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâm’ın diğer esasları ve ibadetleridir.

Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) kendi gözüyle cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Aynen öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı Hakk’ın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin cennette müminlere de nasip olacağı müjdesini verdi.“Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde ay nasıl görünüyorsa, bulutsuz bir günde güneş nasıl görünüyorsa, müminler de cennette Rablerini öyle apaçık göreceklerdir.”[54] buyurarak, bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.

Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibi’nin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraç ile anlaşıldı. Kâinata nispetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere,“Sen paşa oldun.” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin." dendiğinde, o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakk’ın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakk’ın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraç’ın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.

____KAYNAKLAR
_____________________________________
[1]Feyruz Abadi, Kamûsu'l-muhit, c. 4, s. 343.

[2]İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203.

[3]Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

[4]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.

[5]Ebu'l-Ferec, c.1, s. 219.

[6]İsra, 17/1.

[7]Necm, 53/7-18.

[8]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.

[9]Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.

[10]Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz, c. 1, s. 136.

[11]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.

[12]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[13]İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.

[14]Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.

[15]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[16]Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[17]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.

[18]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[19]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.

[20]İbn Ebi Şeybe,  c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[21]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[22]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.

[23]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî, s. 266.

[24]İbn Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1, s. 213; Buhârî, Sahih, c. 1, s. 92; Müslim, Sahih, 11, s. 149; Beyhakî, c. 2, s. 381; Kadı lyaz, c. 1, s.140, 148; İbn Esîr, c. 12, s. 56; İbn Seyyid, c. 1.S.145; Zehebî, s. 254.

[25]Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 449; Buhârî, c. 6, s. 51; Taberî, c. 27, s. 57, Beyhakî, c. s. 372; Kurtubî, c. 17, s. 98.

[26]Buhârî, c. 8, s. 204; Taberî, c. 27, s. 45; İbnEsîr, c. 12, s. 51; İbn Kayyım, Zâdü'l-Mead, c. 2, s. 53; Kurtubî, c. 17, s. 98; Zehebî, s. 267; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 112.

[27]Kadı lyaz, c. 1, s. 160; Diyarbekrî, c. 1, s. 312.

[28]Kadı lyaz, c. 1, s. 163.

[29]Buhari, Ezân: 148, 150; el-Amel Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3, 
28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta’, Nidâ’: 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409.

[30]Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Altıncı Şua, s.92; On Beşinci Şua, s.642-646.

[31]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 422; Müslim , Sahih, c. 1, s. 157; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 393-394; Nesâî, Sünen, c. 1, s. 224; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 373; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s.179; Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 1 42; İbn Esir, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; Kurtubî, c. 17, s. 94; Zehebî, s. 255; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 312.

[32]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 146-147; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 384; Kadı lyaz.c.1, s. 138; İbn Esîr, c. 1 2, s. 54; Zehebî, s. 266.

[33]Buhârî, Sahih, c.1, s. 93; Müslim, Sahih, c. 1 ,s.149; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57.

[34]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304-305; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 147; Beyhakî, c.2, s. 384; Kadı lyaz, c. 1, s.138; İbn Esîr, c. 12, s. 54.

[35]Bakara, 2/285-286.

[36]İbn Esîr,Nihâye, c. 4. s.19.

[37]Abdurrezzak, M usannef, c. 11 , s. 17;, Buhârî, Sahih, c. 195; Müslim, Sahih, c. 1, s. 92; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 20, 249.

[38]Buhârî, Sahili, c. 1 , s. 93; Müslim , Sahili, c. 1, s. 149; Begavı", Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 145.

[39]Al-i İmran, 3/133.

[40]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[41]Buhârî, c. 1, s. 93; Müslim, c. 1, s. 149; Begavî, c. 2, s. 179; İbn Esîr, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, c. 1, s. 145; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.260.

[42]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 263; Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 92; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 449; Taberî, Târîh, c. 2, s. 211.

[43]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[44]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 263; Buhârî, c. 6, s. 92; Tirmizî, c. 5, s. 449; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, c. 2, s. 55; Tirmizi, c.5, s. 450; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[45]İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c.2, s. 45-46.

[46]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[47]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 210; Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 190; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 557; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 141; Dârimî, Sünen, c. 2, s. 216; Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 320; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 52; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2. s. 335; Zehebî, Târîhu'l-islâm. s. 480.

[48]İbn İshak, İbnHişam, c. 2, s.43; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 214-215; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 2; Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 272; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 439; İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 56.

[49]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s.214; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 272.

[50]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 43; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 215; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 141; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 245-246; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 110.

[51]Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 315-316; Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 22; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56-57; İbn Seyyid, c.1, s. 142; İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 44; Zehebî, Târîhul-islâm, s. 243; İbn Sa'd, Tabakâtül-kübrâ, c. 1, s. 215.

[52]İbn Ebi Şevbe, Musannef, c. 14, s. 306; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 309; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1 , s. 223; Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 250.

[53]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39-40; Zehebî, s. 248; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s.21.

[54]Buhari, Müslim, Tirmiz’den, Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133

Yazar:  Yusuf Sıddık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder