10 Mayıs 2015 Pazar

KİM BU DECCAL TARİHİ VE ÖZELLİKLERİ ile deccalı nasıl tanırız : AKILLARIN TARTAMADIĞI AHİRZAMAN FİTNESİ DECCAL ETKİNLİKLERİ VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR ? Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Deccal'in tek gözü kördür, onun cennet dediği ateşin ta kendisidir." buyurmuştur.


Deccal , deccaliyet : Bu öyle önemili konular ve sebebiyledir ki, İslâm âlemleri daha küçük yaşlardayken çocuklara Deccalle ilgili bilgilerin verilmesini, hattâ okullarda ders programlarında yer almasını istemişlerdir.

Ama malesef günümüzde cuma hutbelerinde bile konu edilmemektedir.
ALLAH rızası için bu yazı dizisini okumanızı istiram ediyorum.

Çok faydeli olacagına inandıgım bu yazı dizisi okudugunuzda neticeyi daha net kafanız da ortaya koyacaksınız .



Bismillahirrahmanirrahim



Yeryüzü'nün En zalim ve en acımasız,insanlara en çok bugz edip durmadan düşmanlık yapan elbette ki hiç kuşkusuz Şeytan'dır.!

Yeryüzü ona adeta bir Oun alanı gibi gelir ve Kaybetmişliğin acısı ile köşe bucak dolanır durur.
Gezerken de boş durmaz elbette,birçok tuzaklar hazırlar insanogluna.

DECCALİYET : BOZGUNCULUK İNSANLAR ARASINDA ŞİDDETİN TEŞVİK EDİLMESİ İLE YAYILIR BÜYÜR VE GÜÇLENİR .


Dünyanın hemen her yerinde Modern Deccallar 'kuzu postuna bürünmüş kurt' gibi hareket etmek zorundadırlar. 

Kendilerini ne denli ustalıkla kamufle edebilirlerse 'kutsal amaçları'na o denli rahat ulaşabileceklerini düşünmektedirler hemen hepsi.

 Aslında ortada 'bir kutsal amaç' falan değil, mutlaka şaşmaz bir menfaat düzeneği, bir ekonomik ilişkiler ağı, bir piramit çeteleşme vardır.
DECCALIN TEMELLERİ
Talmud denen kitaplarına , bozguncu dinleri istimsar ederen hahamlar tarafından yazılmıştır 

Ve Elit kesim dini bir kontrol aracı olarak yarattı."
Bunlara Göre 

"Tanrı yoktur." ( 
ALLAH yani )
"Tanrı kendini oluşturan bir hayaldir."
"Siz bir tanrısınız."
"Bilinciniz vasıtasıyla siz Tanrısınız."
"Maymunlardan evrimleştiniz."
"İstediğinizi yapın."
"Kutsal kitaplarınızdaki mucizelerin ardında uzaylılar vardı."
"Genetik olarak uzaylılar tarafından yaratıldınız."


Deccal (LUSİFER) :




Ahir zamanda dünyaya inecek olan, insanlığı Tanrı’nın yolundan saptırarak bütün dünyaya savaş, açlık ve sapkınlık yayacak olan kişidir. Belirttiğim gibi Deccal Şeytanın beden halini alarak dünyada gözle görülür şekle gelmesidir. 


Yani deccal aslında Luciferin insan şeklidir.


Yukarı da yazdıklarımdan herhangi birisine inandıysanız "Yeni Dünya Düzeni"nin, dünyevi bir hedefin tuzağına düşmüşsünüzdür. Bu planın amacı sizi gerçeğe kör ya da uzak tutmaya çalışmaktır. Bu plan Allah'ı hayatınızdan uzaklaştırıp sizi dünyevi zevkler ve kazançlara cezbetmektedir. Ancak bir sonraki hayat yerine bu hayata odaklandığınızdan elitlerin denetlenen bir aracı olmaktasınızdır. Deccal'in dünyası zevk ve tüketim üzerine yapılanmıştır. Bu yüzden şeytani dinin birinci kuralı "istediğinizi yapın"dır.

Eğer din insanlık, uzaylılar ya da elitler tarafından bir denetim aracı olarak yapıldıysa çok tanrılı dinler niye hiç mücadeleyle karşılaşmıyorlar?

Tek tanrılı dinler niye hep gücü elde tutanlar tarafından saldırıya uğramıştır? Niye sadece Allah'ın gerçek peygamberleri elitler tarafından saldırıya uğramıştır. 

Çünkü tek tanrılı yani ilahi olan din insanlığı hükümdarlığın tiranlığından kurtarabilmektedir. Bu da gücü elde tutanlar için en büyük tehdittir.

Aldatıcı dünyamızda gerçekler hep saptırılarak anlatılacaktır. Bu bizim bugüne kadar anlattığımız en büyük derstir.
" ... İnsanlığın nefsü emmaresi ve Deccal'in gönüllü askerleri olan Yahudilerin Siyonist önderleri, İslam'ın etkinliğini kırmadan yeryüzünde tam ve sağlam bir hâkimiyet kuramayacaklarının farkındaydı. 

Müslümanları Kur'ani Kerimin ahkâm ve ahlakından uzaklaştırmadıkça, kendi zulüm ve sömürü sistemlerini, özellikle İslam ülkelerinde uygulayamazlardı. Müslümanları İslami inanç ve amaçlardan uzaklaştırmanın ise iki yolu bulunmaktaydı:

1-Baskı ve barbarlıkla, dini yasaklamak, İslam'ı hayatın dışında tutmak,

2- Dini yozlaştırmak, İslam'ı cihatsız ,ruhsuz ve şuursuz bazı gelenekler ve taklit edilen dini törenler haline sokmaktı...


"YERYÜZÜNÜ KURTARACAK İSLAM HAREKETİ TÜRKİYE'DEN BAŞLAYACAK"


İslam dünyasının şu anki halinin içler acısı olduğunu ve bunun kendisine büyük bir ıstıraptadır.


"İslam ülkelerine baktığımız zaman, bütün umudun Türkiye'de olduğunu, Türkiye'nin, özellikle Ortadoğu bağlamında, tartışılmaz önemde bir işlevi olduğunu görüyorum.


Ben, yeryüzünü kurtaracak hareketin ancak ve ancak Türkiye'den başlayacağına inanıyorum ve milletimize , gençlerimize hep umutla bakıyorum.


Batıcılar, işte bunun için Türkiye'nin ilerlemesini durdurmak, birliğimizi bozmak amacıyla bütün dünyada tuzaklar kurmaktadırlar.


Fakat İnşallah bunların hiçbiri bizi etkilemeyecektir"



"Hz. Adem'in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur." hadis-i Şerif' in de ifade ettiği gibi Deccalın fitnesi yeryüzünün en büyük fitnesidir. 

Korkunç bir tahribatın öncüsü olan Deccalı tanımanın, mânevî hayatımız açısından önemi büyüktür. Bu sûretle onun şerrinden korunabilir, mânevî dünyamızı tehlikelerden kurtarabiliriz.

Onu tanımamak, tanıyamamak ise hem büyük bir gaflet, hem de birçok riski berebarinde getiren büyük bir felâkettir. Mâdem ki onun gelişi kâinatın en büyük hadiselerinden birisidir.

Mâdem ki o firavunların, nemrutların yapamadığı tahribatı yapmaktadır. Öyleyse onu tanıma yolunda özel bir gayret sarf etmelidir.

Besmele gibi heryerde, her vesileyle adı anılan, herşeyin önüne geçirilen, devamlı muhabbeti telkin edilen, âlemi İslâma ve istikbale pek acı tesiri olan bu müthiş adamın mâhiyetinin ne olduğunun bilinmesi için “binler adam hapse girse, hatta îdam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.

 Onun mahiyetinin okunup öğrenilmesiyle en mütemerridler bile mutlak inançsızlıktan, bir derece kurtulur, küfründe şüpheye düşer, mağrûrâne ve cür’etkârâne tecavüzlerini tadil ederler.

Deccala bile bile taraftar olmak felâketlerin en büyüğüdür, mânen ölüm demektir.

Halkın yüzde sekseni ehl-i tahkik olmadığı için hakikate doğrudan nüfuz edemez. Ancak âlimlere bakar, onları taklid ederler.

Peki, ya âlimler de hakikati bulamamışlarsa? Eğer âlimler de ifrat ve tefrite düşüyor, yanlış kanaatler içerisine giriyorlarsa, halk da doğruyu bulamayacak, şüphe ve tereddütlerden kurtulamayacaktır.

Ne yazık ki, bu konuda dünden bugüne ifrat ve tefritler olagelmiştir. Geçmişte ve günümüzde yaşayan bir kısım âlimler, Deccalın harika birkısım özelliklerine bakıp böyle bir şeyin olamayacağını söyleyecek kadar ileri giderlerken, bazı âlimler de hiçbir tevil ve tefsire girmeksizin Deccalı hadislerde anlatıldığı şekliyle aynen bekleme yolunu seçmişlerdir.


Birinciler imkânsızlığını belirtirlerken, ikinciler Allah'ın kudreti açısından herşeyin mümkün olduğunu, O diledikten sonra böyle bir Deccalın gelmesinin imkânsız olmayacağını söylemişlerlerdir.

Oysa, normal şartlarda, bir insanın minareden daha yüksek olmasının, alnında kâfir yazısı bulunmasının, kırk günde dünyayı gezmesinin, eşeğinin iki kulağı arasındaki mesafenin 40 arşın olmasının, bağırdığında bütün dünyanın duymasının aynen gerçekleşmesi mümkün değildir. Eğer bu özelliklerde bir adam gelse, herkes onun Deccal olduğunu bilir, bu da imtihan sırrına ters düşer.

Ama, bunları Resûlullah bildirdiğine göre inkâr etmeye de imkân yoktur. Bir bir gerçekleşecektir. Ancak tevilleri bilinmelidir ki akıldan uzak görülmesin, ne kadar yerinde ve hikmetli olduğu anlaşılsın.

O halde önemli olan Deccalı nasılsa öyle öğrenmektir.

Bu önemi sebebiyledir ki, İslâm âlemleri daha küçük yaşlardayken çocuklara Deccalle ilgili bilgilerin verilmesini, hattâ okullarda ders programlarında yer almasını istemişlerdir.

Deccal kolayca nasıl tanınır? 


Elbette ümmetini her an ve herkesten çok düşünen, onların sevincini sevinç, ıstırabını ıstırap edinen Allah Resûlünün, ona karşı ümmetini uyarmaması; onun mahiyet, özellik, fonksiyon ve icraatını bildirmemesi düşünülemez. İnsan, İslâmî bir hayatı esas alır ve hadislerde verilen bilgileri göz önüne alırsa onu tanımak zor olmaz. Bir hadis-i şerifte, "Deccalın hayatını ve işlerini beğenmeyenlerin onu tanıyabileceğine" dikkat çekilmiştir.

Güçlü bir îmana dayalı İslâmî bir hayat, münafıkâne hareket eden Deccalla onunla mücadeleyi esas alan Hz. Mehdîyi göstermede zorlatmayacaktır.

Hadis-i şeriflerinde onun göze çarpan, en dikkat çekici özelliklerini bildirerek ümmetini teyakkuza davet ettiğini görmemek mümkün değildir. Birçoğu müteşabih ve mecaz yolla anlatılmış olan bu tip hadisleri, hadis uzmanları izah, tevil ve tefsir ederek net bir şekilde gözümüzün önüne sermiş, işimizi kolaylaştırmışlardır.

Evet, Allah Resûlü, Deccalın özelliklerini bir bir anlatmış ve buna rağmen, "Karıştırırsınız diye endişe ediyorum" diye düşüncesini belirtmekten de geri kalmamıştır. Çünkü îman nuru ve ferasetiyle bakılmazsa, karıştırma her zaman söz konusudur.

DECCALIN Yahudîliği :

Deccal Yahudîdir. İcraatı dikkate alındığında, onun bir Yahudî oluşu, insana hiç de şaşırtıcı gelmez. Yahudîler de zâten bunu övünelecek bir davranış olarak görürler. Alûsî tefsirinde anlatıldığına göre, bir gün Yahudîler, Resûlullaha (a.s.m.) gelmiş, "Âhirzaman Deccalı bizden olacak, şöyle yapacak, böyle yapacak" demişlerdi. Cenab-ı Hak da bunun üzerine Mü'min Sûresinin 56. âyetini göndermişti.

Ebu's-Suud tefsirinde belirtildiğine göre de, Yahudîlerin, Resûlullaha şöyle dedikleri bildirilir:

"Bizim Tevrat'ta zikredilen sahibimiz sen değilsin. Davud'un oğlu Mesih'tir. Yani sizin Deccal dediğiniz. O, âhirzamanda çıkacak, bütün dünyaya hâkim olacak, artık mülk ve saltanat da bize geçecek."

Gönderilen—yukarıda bahsi geçen—âyette Allah, onlara şu cevabı vermişti:

"Kendilerine gelen hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleriyle mücadele edenler, hak dini söndürmek gibi, aslâ erişemeyecekleri büyük bir hevesi gönüllerinde taşıyorlar. Sen Allah'a sığın. Muhakkak ki O, herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür."

"Deccalın yol açtığı âhirzaman fitnesinin, en bariz ve en mühim vasfı dine karşı olmasıdır. Âhirzamanda ortaya çıkacak bir kısım beşerî (hümanist) görüşler ve değerler, dinin yerini almaya çalışacaktır. 

Kendisine resmen din denmese bile ortaya attığı sistemi, kurmaya çalışacağı nizamıyla akide nokta-i nazarından aynen bir din hüviyetini alacaktır. 


Bu yeni din, beşer üstünde mevcut her çeşit İlâhî hâkimiyeti kaldırmak için inkâr-ı ulûhiyeti akidesine temel yapar. Her çeşit dinî değerlerin yerine beşerî bir put (hevâ) dikmeye çalışır. Temel mâbûdu madde ve insan olan lâdinî bir dindir. 


Hadis-i şeriflerden lâdinî olanların İslâmiyeti ortadan kaldırmaya çalışacakları ve mü'minlerin çeşitli hakaretlere maruz kalacakları anlaşılmaktadır. Bunların hem geçmişte, hem günümüzde aynen çıktığı şüphesizdir."



Kara para üzerine kurulu TAPINAKÇILAR İmparatorluğu’ zaman içinde İngiliz ve Fransız Merkez bankaları ile Amerika’daki Federal Rezerv bankalarının sahibi olmuştur. 
Serveti dünya servetinin yarısı olarak tahmin edilen bu gurubun 1940 yılındaki serveti ABD GSMH’nın iki katı olmuştur.

Dünyada tek bir Yahudi imparatorluğu kurulması amacına çalışan aile, Waterloo Deniz Savaşı, Amerikan İç Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşlarından büyük paralara kazanmış ve Rusya’da Bolşevik Devrimi’ni finanse etmiştir.

Henüz Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na katılmadığı 1940 yılına kadar olan olayları küreselleşme, AB, Birleşmiş Milletler, serbest pazar ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşların kimlere ve nasıl hizmet etti .

Günümüz de İkiz Kuleler, Afganistan Savaşı bağlantısını, Taliban sonrası Afganistan’da artan afyon üretimini, yandaş medya kuramlarını, yabancı fonlarca desteklenen köşe yazarlarını, İslam ülkelerinde özgürlük hareketlerini ve Büyük Orta Doğu Projesi’ni insan ister istemez tekrar sorgulamakta ve bunların yüzyıllar önceden oynanmaya başlanan bir oyunun devamı olduğunu görmeliyiz .

TAPINAKÇILAR imparatorluğu

Yahudi Protokolleri olarak bilenen belgeler ile Komünist prensipler amaç ve niyet açılarından birbirleriyle aynı olup tüm dünyanın kontrolünü ele geçirmeyi amaçlarlar.

Çağlar boyunca aşağılanan ve zulüm gören İsrailoğulları güce ulaşmak için çırpınmışlardır ve artık amaçlarına ulaşmış gibidirler. İsrail oğulları artık melun Hıristiyanların ekonomik yaşamlarını kontrol etmektedirler ve güçleri siyasiler ile yaşadıkları ülkelerin yaşamlarım etkilemektedir.

Talmud Yahudilerin şeriatı ve kutsal kitabıdır.
Talmud Yahudilerin dini önderleri ve hahamlarınca tanımlanan ve açıklanan medeni kanun ve din kitabıdır. Talmud gerçeği adlı kitaptan alıntı. Midrasch Talpioth (sayfa 225) der ki: ‘İsrail’in zaferi için Tanrı onları insan suretinde yarattı. Ancak Yahudi olmayanlar sadece Yahudiler tarafından gün ve gece yönetilmek için yaratılmışlardır. Ve onlar bu hizmetlerinden kurtulamazlar. Onlar hayvan ve insan suretlerinde Yahudi Kralı’nca güdülmek üzere yaratılmışlardır.

Talmud bize Hz. İsa’nın kadınların adet günlerinde anne rahmine düşmüş biri olduğunu söylemektedir. Talmud bize onun Hz. İsak’ın şeytani oğlu Esau’nun ruhunu taşıdığını, onun aptal, tam bir dolandırıcı, baştan çıkarıcı olduğunu, çarmıha gerildikten sonra Cehennem’e gömüldüğünü ve takipçileri tarafından putlaştırıldığını söylemektedir.

İlluminati bir Yahudi olan Adam Weishaupt tarafından kıta Avrupa’sı Mason Örgütü’nün bir kolu olarak kurulmuştur. Illuminati’nin amacı dünyada din, hükümet, mülkiyet ve evlilik kurumlanılın ortadan kaldırılmasıdır. Bu amaç Yahudi İhtiyar Meclisi ve Yahudi Komünist Partisi’nin amacıyla örtüşmektedir.

Protokol 2 ’den alıntı: Amacımıza hizmet ettiği sürece yalan , ihanet ve rüşvete devam etmeliyiz. Siyasette bize güç kazandıracak şekilde başkalarının servetlerine el koymayı öğrenmeliyiz.
Yahudiler borsadaki paniklerde kaybetmezler çünkü onların önceden haberleri vardır. Demin belirttiğim gibi panikler onlar için hasat dönemleridir.

7. Protokol’de şöyle denmektedir: Yahudi olmayanların hükümetlerini isteklerimiz doğrultusunda ve amacımıza hizmet edecek şekilde yönlendirmeliyiz. Medyanın büyük gücü sayesinde hükümetlerin çoğu zaten elimizdedir.

Protokol 15’ten alıntı: Ölüm herkes için kaçınılmazdır. Ölümü amaçlarımıza karşı çıkanlar için hızlandırmak daha iyidir. Masonları öyle gizlilik içinde kullanmalıyız ki kardeşlerimiz dışındakiler yani kurbanlar amaçlarımızdan haberdar olmasınlar. Kurbanlar kendilerine verilen idam cezalarını fark etmeyecekler ve doğal nedenlerle öldüklerini sanacaklardır.


Bunu bildiğimiz takdirde kardeşlerimiz bile amaçlarımızın karşısına çıkmayacaklardır. Amaçlarımıza karşı gelmemeleri için Masonların kalplerine kadar girmiş durumdayız. Hıristiyanları liberalizme teşvik ederken kendi halkımızı amaçlarımıza uymaya teşvik etmeliyiz.
Talmud Yahudilere “Yahudi olmayanların yaşamları Yahudilere aittir!” demektedir.

Deccal  İslâma ve Hıristiyanlığa şiddetli bir intikam besleyen gizli bir Yahudî komitesinin yardımını, kadın hürriyetlerini maske olarak kullanan bir komiteyi, İslâm Deccalı da mason komitelerini aldatıp desteklerini kazandıklarından, iktidarları dehşetli bir iktidar zannedilir.
Bilginleri kendine bende etmesi

Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak; ilim ile dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar."
DECCAL israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zaif damarlarını tutup kendine musahhar eder... İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer."

“Deccal çıktığı vakit bütün dünyanın işiteceği” hadisi aslında bugün hertürlü basın yayın yoluyla hiçbir haberin gizli kalmayacağını vurguladığı gibi, kanaatimizce “İslam deccali süfyanisinin” bu basın yayın organlarının neredeyse tümüne hakim olup, kendi propagandasını yaparak, hem müslümanları ifsad edeceği, hem “çok yalancı ve aldatıcı” kimliğini gizleyip “hakkı batılla” karıştırabileceği ve bunu herkesin zihnine ve ruhuna ulaştırıp onları yoldan saptıracağı manasına da gelebilir. Nitekim süfyaninin tabii olduğu şeytan “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!”(A’raf 17) diyerek bu saldırıyı her yönden yapacağını belirtmiştir ki bu zamanda bu sokulmaların tümü “süfyaninin” kontrolünde olan medya tarafından gerçekleşmektedir.

‘Be­yaz Ev’ dec­ca­l’­in evidir, mekanıdır.
Avenjelikler de ABD deki komiteleridir.

Sayıları sadece Amerika'da 70 milyona ulaşan, Başkan George W. Bush'un da en büyük takipçisi olduğu Evangelistler, İncil'de yer alan kehanetleri gerçekleştirmek için çalışıyor.

Bu koyu Hıristiyanlar'a göre kıyamet 2000'li yıllarda Ortadoğu'da kopacak ve onlar da İsa Mesih sayesinde dünyaya hakim olacak.

GERÇEĞİ se Mesih deccal sayesin de dünyaya hakim olacaklarına inanırlar.İsa Mesih Deccalı gizlemek içindir.

Evangelistlerin hayallerinde kıyamet , kaos  var .
Dünyadaki pek çok insan Amerikan politikalarını artık İncil'deki kehanetlerin şekillendirdiğine inanıyor. Bush'a seçimi kazandıran Evangelistler ise Ortadoğu'da kıyameti hızlandırmak için çalışıyor.
Tanrı ve Başkan bize İsa'yı Ortadoğu'ya getirme şansı doğurdu diyorlar.

 Bu bana verilen bir emir!"... Bu sözlerin sahibi kan ve ateş altındaki Irak'ta Evangelistler için çalışan misyoner Tom Craig. Evangelistlerin Bağdat'ta şimdiden 9 kilisesi ve yüzlerce müridi var. Amaç Irak'ı Ortadoğu'da Evangelizm'in merkezi yapmak ve tıpkı İncil'de sözü edildiği gibi dünyanın bütün kavimlerini bu Kilisede toplamak.

 Evangelistlerin "Kilisesi" var ama aslında Protestanlığa ait küçük inanç farklarıyla bir araya gelen büyük bir ittifaktan söz etmek daha doğru. Genel olarak liberal Protestanların ve Baptistlerin dışında kalan tüm Protestanlar Evangelist adını alıyor. Kökleri Yunanca'da "Müjde" anlamına gelen "Evangelion"dan gelen bu isim İncilci tanımına denk düşüyor. Ancak kast edilen elbetteki "Eski Ahit" ve Mesih inancı. 

Protestanlığın bu yorumunda pek çok şey gizleniyor. Amerikan İsrail ilişkilerinden Büyük Ortadoğu Projesi'ne kadar kimi zaman "komplo" teorilerine boyanan kavramların altında 70'li yıllarda yeniden dirilen "Evangelizm" yatıyor.

Evangelistleri bu aralar önemli hale getiren iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek o yıkıcı savaşa, yani Armageddon'a olan inançları ya da insan eliyle yaratılacak kıyamet fikrini destekliyor olmaları ve dünyayı ele geçirmek istemeleri değil.

70 milyonluk nüfuslarıyla ABD seçimlerini etkilemeleri ve bu fikre inanan güçlü politikacılarının Beyaz Saray'da etkili olması.  
TÜRKİYEDE ise Sabateyist Yahudiler bu düşenceyi destekler.
DECCAL'IN BİLİNDİK ÖZELLİKLERİ:
1-Deccal yahudi olarak dünyaya gelecektir
2-Deccal uzun boylu olduğu ile bilinmektedir.
3-Deccal Cüsseli ve heybetlidir.
4-Deccalın Saçları uzun, kıvırcık  ve ateş kırmızısındadır.
5-Ensesinin kalın olduğu ile bilinmekle birlikte alnı da son derece geniştir.
6-Bacakları çok kısadır. Aynı zamanda da bacaklarının ayrık olduğu bilinmektedir.
7-Alnının geniş olmasının sebebi ise, alnında "kafir" yazdığı içindir.
8-Deccal tek gözlü olduğu ile bilinmektedir. Gözü yeşil ve bir yıldız kadar parlak olacaktır. 
9-Deccal tek yaşayacak ve çocuğu dünyaya gelmeyecek. 
10-Deccal Çok kısa bir süre içerisinde dünyayı dolaşacaktır. 40 günde dünyanın her yerine gidecek. 
11-Bineği demirdendir,Büyük bir eşeği olacaktır. Dünyayı bununla dolaşacaktır. 
12-Mekke ( Türkiye ) ve Medine( İran ) dışında ki, her yere ayak basacaktır. (Hakimiyet kuracaktır )
13-Deccal seyahat ederken rüzgardan bile hızlı olacağı söylenmektedir. 
14-Deccal insanları etkilemekte ustadır. 
15-Deccal Sihirle ve büyü ile insanları kendisine hayran bırakacaktır. 
16-Deccal bir bağırdığı zaman tüm dünya onu duyacaktır. 
17-Deccal'ın iki elinde de delik vardır. Bunun nedeni ise, 18-Deccal'ın çok fazla ısrafa düşkün olduğu şeklinde bilinmektedir.
19-Deccal çok ikna edici özelliği bulunmaktadır. 
20-Irmakların yönünü değiştirecek ve ölüleri diriltecektir. 
21-Bir an da yağmur yağdıracak ve kuruyan bitkilerin yeşermesini sağlayacak 
22-Kendisine inanmayanlar, uzaklara kaçmak isteyecek, fakat inanlara her yer de ulaşacaktır. 
23-Deccal Özellikleri arasında, insanları çok kolay bir şekilde kandıracağı ve kendisini yaratıcı olarak adlandırdıktan sonra, insanları kandıracaktır. İnsanlara yanında getirmiş olduğu cennet ve cehennemi sunacağı bilinmektedir. Fakat onun Cennet dediği cehennemdir. İnsanlar ondan ilk başta korksa bile, zamanla inacak ve kandırılacaklar. Ona inanmayanlar ise, cennet ile ödüllendirecekler.


Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar. (Enam Suresi, 39) Allah, şeytanla işbirliği içinde olan ve yeryüzünde de şeytanın mantığını yaşatmaya çalışan bu zalim insanların, ahirette alacağı karşılığı şöyle haber verir:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor.


 Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 120-121)



DECCAL'İN KURDUĞU TUZAKLAR DA ALLAH'IN KONTROLÜNDEDİR


Peygamberimiz (sav) hadislerinde Deccal'in tuzaklarının büyüklüğüne dikkat çekmiş ve bizi bu tuzaklara karşı uyarmıştır. Gerçekten de Deccaliyetin fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaşanan ahlaki dejenarasyon ve kaos ortamının etraflıca düşünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. Hangi ülkeden, hangi milletten, hangi ırktan olursa olsun insanlar bu bozulmaya ve fitneye bizzat şahitlik etmektedirler.


Ancak bu noktada unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Kuran'da pek çok ayette iman etmeyenlerin kurdukları tüm tuzakların gerçek sahibinin Allah olduğu bildirilmiştir. Allah insanları denemek, salih olanları ortaya çıkarmak, onları eğitmek, inkarcıların da küfrünü göstermek ve daha pek çok hikmet gereğince, şeytanın yeryüzündeki faaliyetlerini ve dolayısıyla Deccaliyeti de kader içinde yaratmıştır. Ancak Deccaliyet mutlak mağlup olacak şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla inkar edenlerin tuzakları, Allah'ın izni ile, hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak tuzaklardır. Bir ayette bu sır şöyle haber verilir: 


Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)

Tarih boyunca inkar eden ve insanları inkara sürüklemek isteyenler çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Ancak kurulan tüm tuzaklar, Allah'ın kanununun bir neticesi olarak, bozulmuş ve kendi sahibine dönmüştür. Bu, Allah'ın değişmez bir kanunudur. Bir ayette şu şekilde bildirilmektedir:
... Onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)

Aynı son, Deccal'in kurduğu tuzaklar ve doğrudan Deccal'in fikir sistemi için de geçerlidir. Bu sistem de insanları Allah'ın yolundan alıkoyabilmek için Allahın izin verdiği tuzaklardır.

 Kurulan tuzaklar ne kadar büyük, oluşturulan plan ne kadar kapsamlı ve etkili olursa olsun hepsi Allah'ın kontrolü altındadır.
Deccal de, onun kurduğu tuzaklar da yalnızca Allah'ın dilemesi ile vardır.

 "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" (İnsan Suresi, 30)
ayetiyle de buyurulduğu gibi, Allah dilemedikçe hiç kimse bir şey dileyemeyeceği gibi, ne bir tuzak kurmaya ne de bu tuzağı hayata geçirmeye güç yetirebilir. 


DECCAL ÇIKINCA ONA KARŞI MÜMİNLERDEN BİR ŞAHIS (HZ. MEHDİ (AS)) YÖNELİR…

(Mehdilik ve İmamiye s. 37, Sahih-i Müslim, 11/393’den nakil)

Mümin şahıs (Hz. Mehdi (as)), deccalı görünce: “EY İNSANLAR! RESULULLAH’IN ZİKRETTİĞİ DECCAL İŞTE BUDUR” der…

(Mehdilik ve İmamiye, İbrahim Süleymanoğlu, 

s. 40)



Celladımız ve Biz

Dünyanın efendisi olmak isteyen global gücün ekonomik ayağı kapitalizm, politik ayağı ise Siyonizm’dir. Bilindiği gibi kapitalizm, üç temel esasa dayandırılmak istenmekte; bunların da üretim, rekabet ve akılcılık olduğu söylenmektedir.

Tüketime hiçbir gerekçe aramadan yapılan üretimdir, kapitalizmin teklifi. Ürettiği her şeyi de ihtiyaç ve zaruret haline dönüştüren bir sömürge düzeninin adıdır. İnsana verdiği sosyal statü tükettiği ile doğru orantılıdır. 

İsrafı, saçıp savurmayı kutsallaştıran bir dünya dinidir aslında kapitalizm. Hayatı dünya hayatından ibaret sayan, her anı bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir fırsat gören ve bu uğurda yapılanların tümünü mubah kabul eden zihniyetin ete kemiğe bürünerek kurumsallaşması ve zamanla da sistemleşmesidir.

Rekabeti esas alır. İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar ise sınırlı, saçmalığı ile özetlenen ekonomik doktrini ile insanı insanın kurdu haline getirir.

Küçük balıklara yaşama şansı tanımaz. Onların kaderi daim büyük balıklara yem olmaktır, der. Esasen, ihtiyaçların sınırlı, kaynakların sınırsız olduğunu görmezden gelir bilerek.

Bir buğday tanesinin yüz başak verdiğini,

her başakta yüz tane bulunduğunu; bir kuru çubuğun her sene yüzlerce salkım verdiğini, her salkımda binlerce üzüm tanesi bulunduğunu; 

meyve veren ağaçların her sene hiçten, yoktan tonlarca meyveye durduğunu;

bir fideden, yüzlerce sebze yetiştiğini; dünya var olduğundan beri akıp duran ırmakların, basit bir işlemle yeryüzüne çıkarılan sonsuz sayıdaki kuyuların fiziki şartlarla izahı imkansız var oluş keyfiyetlerini;

bir tavuğun yumurta fabrikası gibi üretim yapışını; etiyle, sütüyle, yünüyle hizmetimize verilmiş kara ve deniz hayvanlarının akıl almaz orandaki çoğalışlarını;

günü geldiğinde keşfe hazır bekleyen stoklanmış yüzlerce çeşit madenlerin bizler için fakat bizlerden binlerce yıl önce hazırlanışını;

gökteki bulutların sürekli yeniden inşasını, ihtiyaç olan yerlere rüzgar marifetiyle sürülüşünü ve her tanesi mucize yağmur, dolu ve kar taneciklerine dönüştürüşünü ve bu ameliyenin yüz binlerce yıldır kesintisiz tekrarlanışını;

ısı, ışık ve enerji kaynağımız güneşin bitmek bilmeyen sarfiyatının bu denli muazzam, bu denli intizamlı şekilde devam ettirilişini ve daha binlerce ihtiyacımızı karşılayan kaynakların varlığını görmezden gelir de, aptalları bile aldatmaya yetmeyecek diyalektiklerle, ihtiyaçların sınırsız, kaynakların sınırlı oluşundan bahseder.

Ve bunun için de, en acımasız metotlarla insanları bir birine kırdırır, insanları bir birinin en kanlı düşmanı yapar.

Akılcıdır kapitalizm. Aklı aşan hiçbir varlık olgusunun onun yanında kıymeti yoktur.

 Ahret inancı bir aldatmacadır ona göre. 

İffet, namus, haya dahil, ahlaki disiplinlerin tümü saçmadır.

Paylaşımın her türlüsü aptallıktır. Fedakarlık akla ziyan bir haldir.

Sosyal ilişkilerin tümünde, öncelikli dürtü çıkar ve menfaatten ibarettir.

Karşılık beklemeden verilen emeğin, yapılan yardımın onun dünyasında hiçbir değeri, hiçbir karşılığı yoktur.

Faiz onun için şarttır bu sistemde, bankalar onun için meşrudur; insan da dahil her varlık onun için sadece bir metadan ibarettir.

Kapitalizm, dini doğrudan dışlamaz. Fakat, dini kendi disiplinleriyle yeniden dizayn eder; ona orijininden çok farklı bir format kazandırır.

Tamamen uhrevi, ruhani bir din olan Hristiyanlık, kapitalizmle tanış olduktan sonra, ciddi bir değişim geçirerek bugünkü halini almış; yani bütünüyle dünyevileşmiştir.

 Zaten Yahudilik, genel yapısı itibariyle dünyeviliğe meyyaldir; kapitalizm ona bu konuda sınırsız bir ivme kazandırmıştır. 

Kapitalizmin yaygınlaşmasının önündeki en önemli engel İslam’dı. İslam dininin kendi içeriğinde değil; fakat Müslümanların hal ve keyfiyetinde kapitalizmin meydana getirdiği olumsuz değişim, öze doğru ilerleme kaydettiği de bir gerçektir.

Özellikle, teknolojik gelişmelerin, ard arda gelen telekomünikasyon devrimlerinin de etkisiyle, dünyanın hiçbir yerinde, kapitalizmin çekim gücünden etkilenmeyen hiçbir yer ve topluluk kalmamış gibidir.

Bu durum, dünyayı tek merkezden yönetmeye ihtiraslı global gücün siyasi ayağı olan Siyonizm’e bir davetiye anlamına da gelmektedir. Bu sebeple de, siyasi direnç gösterme istidadındaki bütün engeller bir bir hedef haline getirilerek yok edilmekte; bu dirence kaynaklık yapacak milli- manevi değerler kurutulmaktadır.

Global güç, kendi dışında, varlık iddiası güdecek devlet olgusunu da kendisinin en büyük düşmanı, en büyük rakibi görmektedir. O mutlak itaati emretmekte, mevcut devletlerin, sadece çavuş nöbeti tutan birer gözetici konumunda kalmalarını istemektedir.

İşte Ak Parti Hükümeti, devlet erklerini de yanına alarak bu isteğe karşı fiili ret cevabı vermiştir.

 Ona ödettirilmek istenen de verdiği cevabın bedelidir. Paralel örgüt ve güdümündeki muhalefet, söz konusu global gücün istekli taşeronlarıdır.

7 Haziran seçimleri ise, ellerinde kalmış son legal kozdur.

Türkiye, onların isteklerine teslim olursa, varlık sahnesinden ebediyen silinmeyi kabullenmiş sayılacaktır.

Onların oyununa gelmez ve Ak Parti etrafında kenetlenirse, hem kendini, hem de onu örnek alacak diğer ülke ve devletleri kurtarmış olacaktır.

7 Haziran, varlık ve dirliğimiz bakımından işte böylesi önemli bir yakın dönemecin adıdır.

Elbette burada, milli-manevi değerleri öne çıkararak siyaset yapan; fakat Ak Parti’nin düşman karşısındaki direncini zaafa uğratmaktan başka olumlu hiçbir sonuca ulaşamayacaklarını herkesten çok kendileri bilen partilerin mensuplarına da bir çift sözüm olacak.

Derhal bu saçma ve kısır durumdan çıkın, biraz aklınızı, biraz basiretinizi kullanın, düşmanın sizi kullanması gibi bir zilletten kurtulun; hiç olmazsa bu kritik seçimde kuru partizanlığı terk ederek 

Ak Parti’nin safında yer alın.





Gülen, nasıl kötü bir çığır açtığının farkında mı? 


Bundan böyle bu kötü çığırdan kim yürürse, onların vizri ve günahı da hep onun seyyiat defterine kaydedilecek. 

Böylesi umumi hukuku ilgilendiren bir meselede, böylesine pervasız vebal alış, akıllı adamın yapacağı iş değil. Öyleyse aklından bir zoru olmalı. Yok aklı yerindeyse, Gülen’e bakışımızı baştan sona yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.


Söz konusu kötü çığır, finalde, o yolun yolcularını, vatana, millete, dine, devlete ve mukaddes bilinen ne kadar değer varsa hepsine ihanete götürüyor. İnsanlara işin başında nasıl münafık olunacağını öğretiyor. İkiyüzlü, mürai, yalancı, kaypak olmanın temrinlerini yaptırıyor. Hasılı, dünya ve ahiret iflasının yol haritasında iz sürmenin, şeytani oyunlarla insanları oyalamanın pratiklerini gösteriyor.

Gülen, kaybettiği ve ebedi kaybedeceği bir iddianın insanı olma özelliğini asla terk etmemeye azimli bulunuyor. Kendisini ve şuursuzca kendisini takip edenleri nasıl bir ateşe, nasıl bir girdaba sürüklediği onun umurunda değil. Onu ve arkasından gidenleri uyarma görevi de hiç kuşkusuz aklı başında ve şuuru açık olanlara düşüyor.

İdeali yüksek, himmeti ali olmak ile, olmayacak maceralar peşinde ve zavallı gayretlerle ömür tüketmenin farkını temyiz edememenin bilançosudur, bugün Gülen’in kendi tabilerine yaşattığı. Ve hiç de masum değildir, yaptıklarıyla. Nefsine, benliğine yenik düşmenin, şeytan iğva ve desiselerinden destur alıp hakka, hakikate, gerçeklere ve ‘Sünnetullah’ denilen ilahi kurallar bütününe sırt çevirmenin sonuçlarıdır bütün bu olanlar ve bu günleri de aratacak şekilde tecelli edeceğinde şüphe bulunmayan bundan sonraki olacaklar.

Bütün dünyayı darulharp gören, kendisine sadakat yemini etmiş cemaat üyelerinin dışında herkesi düşman ilan eden bir zihniyeti konuşuyoruz. Güç dengesi oluştuğunda herkesle kavgalı olacak global bir tehlikeden söz ediyoruz. Harp hileden ibaret olduğuna göre, kendileri dışında herkese karşı yapılacak hileyi baştan meşru ve zaruri gören ve buna da ayrıca kutsiyet atfeden bir düşünce sapkınlığından bahis açmış bulunuyoruz.

Öyleyse dikkat etmeli, bunlarla mücadelenin uzun soluklu bir mücadele olacağını asla unutmamalıyız.

Ve yine dikkat etmeli, bunların güç dengesi kazanıncaya kadar süreceği kesin uzlaşı ve birliktelik tekliflerine asla prim vermemeliyiz. 


Teyakkuz vakti..


7 Haziran 2015 genel seçimleri; beklenen sonuçları yönüyle sıradan bir seçim olmayacağı kesin.

Eğer iktidar partisi gereken oyları alabilirse, çözüm süreci, pek çok problemi geride bırakarak, rota kayması yaşamadan finale ulaşacak; yeni bir anayasanın yürürlüğe girmesi gerçekleşecek; başkanlık sistemine geçilecek; ekonomik istikrar sekteye uğramadan sürdürülecek; başlatılan ve başlatılması düşünülen bütün mega projeler hayata geçirilmiş olacak; paralel örgütün hain tasallutundan ülke ve millet kurtarılarak yüzyılın en büyük kaos badiresi atlatılacak; dışa bağımlılığın körletici ve köle edici baskılarından tamamen kurtulmak ümidimiz gerçekleşecek; dış ve iç siyasette her türlü vesayete son verilecek; ümmet şuurunun filizlenip boy atmasında önemli mesafeler kat edilecek; tarihten tevarüs ettiğimiz yumuşak gücün bütün üniteleri devreye sokularak, uluslararası yeni ve etkili birlikteliklere zemin hazırlanacak..

Aksi durumda, bütün bu hedefler akamete uğradığı gibi, istenmeyen daha pek çok olumsuzluklara sebebiyet verilmiş olacak. 

Bu açıdan da önümüzdeki seçimler adına, bu vatana aidiyet hisseden her bir bireyin, söz konusu olumlu sonuçların gerçekleşmesi bağlamında, kendi imkanları ölçüsünde sorumluluğu vardır; ve bu sorumluluk sadece oyunu kullanmak görevinden çok daha öte anlamlı vazifeler içermektedir.

Milli irade kenetlenmesi; teferruata ait farklılıkların mevzu bahis edilmeden oyların işlevsiz kalmasına meydan verilmemesi bu görevlerin başında gelmektedir.

Vakit milli teyakkuz vaktidir; en küçük gafletin, umursamazlığın, şer ittifakın işine yarayacak konumda konuşlanmanın vebali her zamankinden daha büyük, bedeli her zamankinden daha ağır olacaktır.

YENİ AKİT / Latif Erdoğan


“KABUL EDİLMİŞ MASON” NE DEMEK? TARİHİ VE GÜNÜMÜZE KADARKİ TARİHİ : 


Devlet güçlüyse masonlar birer “sevgi tomurcuğu” halinde barış ve kardeşlik mesajları veriyor, ne zaman ki devlet zayıfladı işte o anda patlayan tomurcuklardan kirli eller fışkırmaya başlıyor!


Üçgen içindeki göz ve değişik sembolleri sağa sola serpiştirip, “gizemliyiz ve her yerdeyiz” havasıyla kendilerine zarar veriyorlar.


Oysa Milletin Adamı ve Milletin yönettiği güçlü devlet karşısında semboller sönüktür.




Mason kelimesi Fransızca “duvar ustası” anlamına geliyor. Diğer meslek localarından imtiyazlı oldukları için “hür” oluyorlar; örgüte sonradan gelen farklı meslek erbapları ise “kabul edilmiş” mason oluyor. Sonra bugünkü “mason” tabiri genel bir unvan halini alıyor. Kelime Fransızca olsa da bu örgütün locaları ağırlıklı olarak İngiltere’nin güdümünde ve tüm localar da kıraliçeye bağlıdır.

Büyük mason kuruluşları oluşturdukları dernekleri ve vakıfları kendi tabirleriyle “otoriteden izin alarak” yapıyorlar. Bu sözü bir yerden hatırladınız değil mi?

Mason olabilmek için vatansever yani “ulusalcı” olacaksın. Hangi vatanı sevdiğinin önemi yok, sen yeter ki “ulusalcı” ol, nereye sallanacağını nasıl olsa birileri kulağına fısıldar.

Kadınlar “düzenli” mason localarına üye olamaz! Buyurun feminist dernekler, gidin de mason localarının önünde eylem yapın, sizi hiç oralarda göremedik, tıpkı başörtü eylemlerinde göremediğimiz gibi!

Mason olmak için Tanrı’ya inanmak yeterli; nasıl bir Tanrı olduğunun önemi yok! Uydurulmuş bir Tanrı olabilir; mesela “toprak vaat eden” bir Tanrı çok ideal! Bunun yanında tüm dinlere saygı duymak gerekiyor, yani “diyalogcu” olunacak, hem de dinler arası!

Mutlaka hür bir erkek olmak ve 21 yaşını doldurmak gerek! Başkalarının kölelerini kabul etmiyorlar, sadece onların kölesi olacak hür erkekler arıyorlar. “Hür” Mason oldukları gibi “köle” masonlar da var! Bunlar nasıl köleleştirildi? şantajın hanggi tipi ile Kasetlerle mi yoksa dosyalarla mı?

Yapıda hiçbir masonik otorite kabul edilmez, böylece “biz örgüt değiliz” diyebilirler! Tıpkı paralel yapıların “örgüt değiliz” diyerek “milletin zekâsı” ve “devletin bekası” ile dalga geçtikleri gibi!


Tüm bunlardan mütevellit bir İslamcı(!) ile Haçlı Kontu, solcu ile sağcı, antikapitalist ile emperyal bir baron “mason” olma idealinde birleşebilir. Böyle bir örgütte şeytan bile durmaz, iblisin uşakları ters giydirilmiş pabuçlarıyla tamu’nun dibine doğru yol alır.

“Masonlar ne işe yarar?” derseniz kısa bir örnek: İlk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika masondu. Matbaayla beraber gazeteler de kuruldu ve gazetelere kaynak olan reklam pastasının büyüğü bugün bile Yahudilerin elinde! 1720’de kurulan ilk matbaa, aynı zamanda masonluğun Osmanlı içinde serpildiği yıllara tekabül eder. Gazeteler “İslamî şuurla” kurulsaydı bugün çok daha farklı olurduk.


Devletinizi “sizin adamlarınız” yönetiyorsa, mason kuruluşlar hiçbir etkinlik gösteremez. “Masonlar Türkiye’mizi ağ gibi sardı” ifadesi sadece laftan ibaret! Devleti, millet iradesi dışında yönetmeye kalkan bütün yapılar paralel ve masoniktir! Hakk ile Batıl’ın savaşı sürüyor, sürecek.


Mason efendiler asla milletten güçlü değil! Bize düşen onların planlarını bozmak ve yepyeni planlar yapmak. İnsanı ve insanlığı kaybetmediğimiz müddetçe, coğrafyamızda işkence ve zulüm altındaki kardeşlerimize el uzatmaya devam ettikçe, layık olduğumuz yöneticilere ve adil refah düzenine kavuşuruz.

Masonik yapılanmalar karşısında hayranlık derecesinde korku beslemeye gerek yok, sadece varlığından ve planlarından haberdar olalım yeter; zira Allah istemedikçe ölüm bile imkânsız!

Hiçbir örgüt Allah’ın bilgisi dışında değildir, onlar türeyecek ve her türlü planı yapacak. Biz ise imtihanı sağlam vereceğiz.

Hülasa; masonik yapılar güçlü değil, yeter ki biz organize olup bağlantıyı koparmayalım!


YENİ AKİT / Hacı YakışıklıGLOBAL GÜÇ POLİTİK SİYONİZM


Akıp giden zaman selinde çalkalanan olaylar arasında, oyalanıp durduğumuzun farkında mıyız? Ömür sermayemizin tüketim alanları ne kadar bu sermayenin değer ve kıymetiyle doğru orantılı? Alıp- verdiğimizle ölçüldüğünde ticaretimiz ne kadar kazançlı? Geri dönüşü olmayan bir ticaretten söz ediyoruz. Ya kazanma ya da kaybetme sonuçlarından biriyle hem de ebediyet mühürlü olarak karşı karşıya bulunuyoruz.

Rabbimiz, söz konusu fırsatları en hayırlı amellerle değerlendirebilmeyi cümlemize nasip eylesin. Ve bu fırsatları, kendi rızasını, kendi hoşnutluğunu kazanmamıza vesile kılsın.





BUGÜN DÜNYAYI KONTROL EDEN KARDEŞLİK ÖRGÜTLERİNİN KÖKE­Nİ BABİL’İN ARYAN RAHİPLERİNE KADAR UZANMAKTADIR.



IRA ve İngiliz Monarşisi, Babil Kardeşliği’nin cephe örgütlerin­dendir. “Bilinenin tersine güvercin barış değil, ölüm ve yok olmanın sembolüdür”: Çünkü biraderler her zaman o sembo­lü ters anlamıyla değerlendirirler. Kitleler için pozitif olan, “Biraderlik” için negatiftir.

Avrupa kraliyet aileleri doğrudan Babil’in kan bağından gelmektedirler. Giydikleri taçlar, Nemrud tarafından giyilen boynuzlu başlıktan esinlenerek geliştirilmiştir.

Roma Kilisesi de “Babil Kardeşliğinin bir yaratığıdır. Papalar halen Nemrud’u sembolize eden balık şeklinde piskoposluk
tacını giymekteler!..



Roma Kilisesi ve “Babil Kardeşliği” tek ve aynı şeydir.

New York’taki “Özgürlük Heykeli” Semiramis’i semboli­ze etmektedir ve Fransız Masonları tarafından yapılmıştır.




Babil rahiplerinin yönetici sınıfına “Papalar Büyük Konseyi” denirdi. Bu isim daha sonra Roma Kilisesine trans­fer olmuştur.

Kitleler batıl inançlara doğru yönlendirilip, sembolik hikâyelerin gerçek olduğuna inandırılırken, seçilmiş inisiyelere gerçek bilgiler -eğer açıklarlarsa ölecekleri tehdidi ile- verilirdi.

İnsan kurbanı, Babil Dini ve Babil Kardeşliği’nin teme­lini oluşturmuştu ve bunlar nereye giderlerse gitsinler, in­san kurbanı töresini de beraberlerinde götürüyorlardı.


Babil rahipleri kutsal sunaklardan bazılarını da yiyorlar­dı ki, bu rahipler için kullanılan “Cahna-Bal” deyiminden “insan eti yiyen” anlamında “Kanibal” kelimesi türemiştir.

Satanistlerin sık olarak başvurduktan ve uğruna çocuk kurban ettikleri tanrılardan biri de Yunan efsanelerinde adı geçen Siklopslar Kralı Kronos’tur.


Babil’de olduğu gibi, bugün de biraderlik hiyerarşisinde şeytani ritüeller, çocuk kurbanı ve kan içme ritüelleri de­vam etmektedir.

Babil dininin üç temel unsuru Ateş, Yılan ve Güneş’ti.


Güneş, Babil Kardeşliği ve diğer elit guruplar için hayati bir önem taşıyordu, Onlara göre, Güneş çok boyutlu bilincin (ki bu bilinç, görünmeyen frekans seviyesinde Güneş siste­mimizin ötesine geçebiliyordu,) sembolü idi.


Babil Kardeşliği ve ona dayanan kan bağları Ortadoğu ve Yakındoğu’ya doğru, özellikle Mısır’a, daha sonra da Av­rupa ve Amerika’ya doğru yayılmıştı. Yazar David Icke’e göre ilk Mısır Medeniyeti, Venüs gezegeninde meydana ge­len büyük değişikliklerden sonra, Mars’tan gelen Aryan’lar (Fenikeliler) ve sürüngenimsi Anunnaki’ler (veya onlar ol­madan) tarafından kurulmuştu.

M.Ö. 2000′li yıllarda sürüngenimsi Anunnakiler’in Mısır’ın yönetimini tamamen ellerine geçirdikleri sanılıyor. Muhtemelen Anunnakiler’in etkisiyle, Mısırlı Mendes rahipleri tarafından M.Ö. 2200 yılında “Ejderha Krallığı” örgü­tü kuruldu. Bu örgüt, bugün de varlığını sürdürmektedir. (“Imperial and Royal Court of the Dragon Sovereignty” adı altında)


Kendisi de bir Tapınakçı-mason olan (Knight Templar of St. Anthony) İngiliz yazar Laurence Gardner, “Imperial Court of Dragon” örgütünün başkanıdır. (Şansölyesi)

Nereye giderlerse gitsinler, Babil Kardeşliği mensupları kendi gizem okullarını kurarak halkı saçma inançlara yön­lendirdiler ve onların korku ve batıl inançları üzerine ken­di egemenliklerini kurdular.


Ünlü Mason Üstadı (otuzüç dereceli) tarihçi Manly P. Hall, “The Secret Teachings Of All Ages” (Bütün Çağların Gizli Öğretileri) adlı kitabında şunları yazmaktadır:

…”Mısırda Atlantisli kara büyücüler, kullandıkları insa­nüstü güçleri nedeniyle ilkel gizemlerin ahlâki çöküntüye uğramasına sebep oldular. Kara büyü devlet dini haline gel­di ve bireylerin entellektüel ve ruhsal faaliyetlerini felce uğ­rattılar”


Hall’ın söz konusu ettiği Atlantisli kara büyücüler “Babil Kardeşliği”ni oluşturan sürüngenimsi-insan melezleri miydi?


“Royal Antropogical Instıtute” (Kraliyet Antropoloji Enstitüsü) nün Fenike mezarla­rında yaptığı araştırmalarda Fenikelilerin Sami’lerden tama­men farklı, dolikosefal (Uzun kafataslı) Aryan ırktan gel­dikleri anlaşılmıştır.


Mısırlılar Fenikelileri Panag, Panasa ve Fenikha diye biliyorlardı. Mısırlıların birçok tanrılarını beyaz tenli ve ma­vi gözlü olarak tanımlamaları, onların Aryan-Fenike köke­ninden dolayı idi.


İşte Aryan ırkının bu dünya-dışı kökeni (Yani Mars) Na­zilerin ve onları ortaya çıkaran gizli örgütlerin (Tapınakçılar, Vril, Thule v.b gibi) tutku ve saplantısı haline gelmiş­ti. Naziler, Arilerin dünya-dışı kökeni dolayısıyla “Üstün tanrısal bir ırk”tan geldiklerine inanıyorlardı”


Masonların mitolojik kahramanı Hiram Abif’in (Süleyman Tapınağı’nın mimarı olduğuna inanılır.) Fenikeli olduğu ka­bul edilmektedir. Ünlü Firavun Ahenaton’un büyükbabası (Firavun Tutankamon’un babası) Fenikeli bir baş rahipti.


Mısır’ın mitolojik kuşu Föniks, gerçekte Fenikelilerin “Güneş Kuşu” idi. Bu kuş, Güneş Tanrısı “Bill” veya “Bel” i sembolize ediyordu.



Bugünün insanlarının çok azı gezegenimizin manyetik alanının farkındadır. Alan değiştiği zaman biz de değişiriz. Kısaca şöyle diyebiliriz, gezegenlerin hareketi dünyanın manyetik alanını, o da bizi etkilemektedir. Biraderlik örgü­tü bu konuda insanların ciddi bilgilere sahip olmasını engellemektedir. Büyük dinlerin, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, astrolojiyi “şeytan işi” olarak nitelendirmesi onların çok işine gelmektedir.

İngiltere’de görülen taş daireler ve yapılar, Stonehenge ve Avebury’de olduğu gibi, Fenike-Aryan liderliğini kontrol eden “Babil Kardeşliği” örgütü tarafından yaptırılmıştı.

Bu yapılara ait gizli bilgilerin yanında, bir taş etrafında­ki manyetik alanın, ses dalgaları tekniği kullanılarak değiştirilmesi ve taş kütlesinin yerçekiminden kurtularak yüksel­mesi gibi teknikler de vardı.



A.B.D’nin Los Angeles kentindeki bir “Babil Kardeşli­ği” kuruluşu olan “Hollywood”, “Holy-Bush=Kutsal Ça­lı’dan türemiştir ve global (Yahudi) film endüstrisinin merkezidir. Hollywood, “Babil Kardeşliği”nin elinde çok önem­li bir “Kitle Zihin Şartlama ve Kontrol” vasıtası olarak kul­lanılmaktadır.






Modern Masonluğun mavi dereceleri gibi (Çırak-Kalfa- Usta) Druid inisiyeleri de üç guruba ayrılmıştır. Druid gizem okulunun ilk derecesi “Ovat” (Yumurtamsı) da yeşil cüppe giyilmektedir ki, bu Druidik öğrenme rengiydi. İkin­cisi, “Ozan”dı. Hakikati ve armoniyi temsilen mavi bir cüp­pe giyiliyordu. Üçüncü derece yani Druid, güneşi ve saflı­ğı temsilen beyaz bir cüppe giyiyordu. Baş-Druid (Yani ma­nevi önder) olmak için ise, geçilmesi gereken altı derece daha vardı.


Druidler uzun bir zaman halkın üzerinde çok etkili oldular. Ritüelleri arasında Babil Kardeşliğinden alınma de­rin ve kötü etkili birçok unsur vardır.

Babil Kardeşliği’nin ileri bilgileri ile İngiltere’yi mesken tutmasının sebebi neydi? Bu doğrudan ülkedeki yoğun ener­ji alanları ile ilgiliydi. İngiliz adaları “Biraderlik” için kut­sal bir yerdi, çünkü dünya enerji şebekesinin merkeziydi.

İngiltere’deki dev taşlar, taştan daireler, höyükler dünya­nın her yerinden fazla burada yoğunlaşmış durumdadır. Ener­jiyi ve bilinci yönlendirmeyi amaçlayan faaliyetlerin merke­zi de doğal olarak İngiltere’dir.


Londra, dünya manyetik enerji şebekesi üzerinde büyük öneme sahip bir şehirdir. Bu sebepten hem Britanya’nın, ya­ni Barat-land”ın, hem de “Babil Kardeşliği”nin başkenti olmuştur. Kardeşlik örgütü için Londra, “Yeni Truva” veya “Yeni Babil” anlamına gelmektedir. Birçok sürüngenimsi-Aryan kanbağı Truva (Troy) kenti tarihi ile bağlantılıdır.


Brutus, “Caer Troia” (Yeni Truva) adlı bir şehir kurmuş­tu. Romalılar daha sonra bu şehre “Londonium” adını ver­diler. Böylece Londra, “Babil Kardeşliğinin operasyonel merkezi oldu. Bugün Londra, Paris ve Vatikan’la birlikte biraderlik örgütünün merkezlerinden biridir.


Kolaylıkla anlaşılacağı gibi sürüngenimsi kanbağına da­yanan ailelerin merkezi de Londra’dır.






Dördüncü boyuttaki sürüngenimsi ırkın negatif beyin yıkayıcılarının etkisi ve kontrolü altında, tüm insan ırkı piramidal bir yapı içerisinde hap­sedilmiştir.

Sürüngenimsi ırk piramidin en tepesindeki “Seçkin Sınıf” in­sanımsı deccal komitesi diğer masonik alt yapı ile insanlığı kontrol etmektedir.

Sürüngenimsi ırk Seçkin Sınıfı, Seç­kin Sınıf Illuminati şebekesini, Illuminati şebekesi de dünyayı kontrol eder.

Her alt seviye, üst seviyenin bildiğini bilmez ve hiçbir seviyede sürüngenimsi ırkın bildiğini bilmez.



Ortak görüş bu sistemin bu putların genel olarak şeytan ve şeytana tapınmayı temsil ettiği yönündedir.

Tapınak şövalyelerinin , Deccaliyet komitelerinin taptıkları Baphomet isimli şeytan,

O tarihten bugüne kadar şeytana tapmanın sembolü haline gelmiştir.

        Baphomet isimli şeytan









Antik Çağlardan Günümüze Dünya’nın Gizli Tarihi  Turgut Gürsan


Tapınakçılar'ın Gizemi

Tapınakçıların ruhani lideri St. Bernard Adaylığı St. Bernard tarafından desteklenmiş olan, II. Innocent, Papa seçilince, Tampliyelere verdiği ilk ayrıcalık kendi kiliselerini inşa etme hakkıydı. Böyle bir ayrıcalık Kilise'nin tarihinde ilk defa görülüyordu. Bu ayrıcalık, bugün için çok fazla bir anlamı olmasa da, Kilise'nin hüküm sürdüğü ve en yetkin güç olduğu o dönemde çok fazla anlam içeriyordu.
Tapınak şövalyeleri sadece Papa'ya karşı sorumlu olduklarından, diğer yetkililerin -ki bunların arasında krallar da vardı- kontrolünden kurtuluyorlardı. Elde ettikleri bu hakla Papa'ya olan sorumluluklarını da asgariye indirmiş oluyorlardı. Kendi kiliselerini inşa etmek demek; aynı zamanda kendi vergilerini toplamak ve kendi mahkemelerini oluşturmaları demekti. En önemlisi de kendilerine has dünya görüşlerini de kilisenin hiçbir baskısı olmadan buralarda gerçekleştirebileceklerdi. Bu amaçla kendilerine özgü bir mimari anlayış oluşturdular. Bu mimari anlayışa "Gotik" adı verildi.


29 Hıttin Savaşı 1186 yılında Filistin'deki Latin Kralı Baldwin'in ölümüyle yerine Tapınakçılara olan yakınlığıyla tanınan Lusignan'lı Guy geçmişti. Yeni kralın en büyük yardımcısı ise Fransa kralı Louis'nin arkasından ikinci Haçlı savaşına katılan Antioch (Antakya) prensi Reynald de Chatillon'du. Haçlılar yurtlarına döndükleri zaman, Reynald geride kalmış, Tapınakçılarla sıkı bir dostluk bağı kurmuştu.

Aynı zamanda Reynald'ın zalimliği kutsal topraklarda oldukça iyi biliniyordu. 4 Temmuz 1187 tarihinde haçlıların yaptığı en kanlı savaş olan Hıttin Savaşı gerçekleşti. Haçlı donanması 20.000 piyade ve yalnızca 1000 şövalyeden (atlı) oluşuyordu. Bu gücün toplanması ve oluşturulması çevredeki sınırı oluşturan şehirlerin gücünün tükenmesine, bununla birlikte ordusuz ve saldırıya açık şehirlerin oluşmasına neden olmuştu. Savaşın sonu Haçlı ordusu için tam anlamıyla bir hezimet olmuştu. Ordunun büyük kısmı hayatını kaybetmiş, sağ kalanların tamamı esir olarak alınmıştı. Kral da dahil olmak üzere ordunun önde gelenleri de ele geçirilenler arasındaydı. Haçlı orduları Filistin'de bulundukları 100 sene boyunca bölgedeki Müslümanlara çok eziyet etmiş olmalarına rağmen, bu savaşın mağlubu olarak kendilerine hiçbir kötü davranışta bulunulmamıştı. Tapınak Şövalyeleri'ne ait altın ve gümüş kılıçlar. Özellikle Tapınak şövalyelerinin kendi kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, Müslüman ordusunun sultanı Selahaddin hiçbirinin arasında ayrılık gözetmemişti. Tapınak şövalyelerinin Büyük Üstadı ve Reynald de Chatillon hariç. Bu ikili o zamana kadar yaptıkları zalimliklerin karşılığında idam edildiler. Kral Guy ise bir yıl sonra Nablus' ta tutulduğu hapishaneden bırakıldı. Tapınakçılar o döneme kadar Müslümanlara karşı yürütülen Haçlı saldırılarının ve katliamlarının da baş sorumlularındandı. Nitekim bu nedenle, Selahaddin Eyyübi, Hıristiyanların büyük bölümünü bağışlamasına rağmen, Tapınakçılar'ı işledikleri katliamlara bir karşılık olmak üzere idam ettirmişti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi, Haçlı Orduları'nı yendiği Hıttin Savaşı'nın ardından Filistin içindeki ilerlemesine devam etmiş ve ardından Kudüs'ü kurtarmıştı. Kudüs'ü kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar varlıklarını sürdürdüler. Filistin'deki Hıristiyan varlığının giderek küçülmesine rağmen, Avrupa'daki güçlerini artırarak başta Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde "devlet içinde devlet" oldular. 1291 tarihinde Haçlıların son kalesi olan Akka Müslümanlarca ele geçirildi. Kutsal Topraklar'ın tamamen yitirilmesiyle Tapınakçıların göstermelik var olma sebepleri de ortadan kalkmış oluyordu. Artık tüm dikkatlerini Avrupa'ya verebilirlerdi. Ama kısa bir geçiş süresine ihtiyaçları vardı. Bunun için Avrupa hanedanları içindeki dostlarından faydalandılar. Bunların arasında en ünlülerden birisi de Aslan Yürekli lakabıyla tanınan, dönemin İngiltere kralı Richard idi. "Gerçekten Richard, Tampliyelerle o kadar iyi ilişkiler içindeydi ki, kendisi genellikle bir tür Onursal Tampliye sayılıyordu."30 Dahası Richard, tarikata Kıbrıs adasını satmış, ve ada Tampliyelerin merkezlerinden biri olmuştu. Bir yandan Avrupa'daki durumlarını sağlamlaştırırken, öte yandan da Filistin'deki durumun kötüye gitmesiyle geçici olarak kullanabilecekleri bir yer arıyorlardı. Bu yer Kıbrıs adası olacaktı. Tapınakçıların Geçici Üssü Kıbrıs Tapınakçılar ve Kıbrıs adası arasındaki bağlantıyı anlayabilmek için 3. Haçlı seferini başlatan olayları gözden geçirmek gerekir. 4 Temmuz 1187'de Guy Lusignan yakalanmış ve Kudüs Selahaddin tarafından ele geçirilmişti. Sonra Guy bir daha saldırıda bulunmayacağına yemin ederek serbest bırakıldı. Kudüs'e tekrar girilme kararı Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından verilmiş ve Hıristiyan Dünyası için ilk önce liman şehri olan bir alanın ele geçirilmesi gerektiği düşünülmüştü. Bu alan Akka olacaktı. Bu amaçla Fransa Kralı Philip ve İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard denizden yol almaya başladılar. Richard, donanmasına Kıbrıs'ın alınması emrini verdi. Richard'ın Kıbrıs'ı ele geçirmesinin ardından Tapınakçıların Üstadı olan Robert de Sable sahneye girdi ve Richard'a adayı kendisinden satın almayı önerdi. Richard adayı 100.000 bezant (Bizans'ın altın para birimi) gibi büyük bir bedele satmayı hemen kabul etti. Tapınakçıların Üstadı De Sable'ın Hıttin kaybından sonra çok hızlı bir şekilde 40.000 bezant gibi bir parayı peşin ödemesi ne kadar büyük bir servetleri olduğunu göstermektedir. 1291' de Akka'nın düşmesi ve Filistin'deki Hıristiyan varlığının tamamen bitmesiyle, Akka'dan ayrılan tapınak şövalyelerinin bir kısmı Kıbrıs adasına yerleşti. Kıbrıs Adası Tapınakçılar için bir merkez haline geldi. Ne var ki, Kıbrıs sadece geçici bir üstü. Tapınakçıların uzun süredir Töton şövalyelerinin Avrupa'nın yukarı kısımlarında sahip olduklarının benzeri bir prenslik istediklerini herkes biliyordu. Onların istediği bu yer ise tam Avrupa'nın ortasında, muhtemelen Fransa toprakları içindeydi. Tapınakçıların geri kalan bölümü Fransa'daki Üstadları'nın başkanlığında Avrupa'da faaliyet göstermeye devam ettiler. Sınırsız bir serbestliğe sahiptiler. Büyük Üstadları krala yakın haklara sahipti. Sınırlarının en geniş döneminde kuzeyde Danimarka'dan güneyde İtalya'ya kadar her bölgede toprakları vardı. Çok büyük ve savaşçı bir orduları vardı. Bu büyük askeri ve siyasi güç, kuşkusuz Avrupa'daki kralları rahatsız ediyor ve gelecekleri açısından bir tehlike olarak görülüyordu. Dahası ekonomik olarak o kadar güçlüydüler ki; Avrupa'daki hanedanlıklar arasında Tapınakçılara borçlu olmayan yoktu. "Gerçekte İngiliz tahtı müzmin bir şekilde Tampliyelere borçluydu. Kral John ve 1260-1266 yılları arasındaki askeri seferlerde hazinesi tükenen 3. Henry sürekli olarak Tapınakçılardan borç almıştı."31 "...Fransa'daki Paris binası aynı zamanda hem devletin hem de tarikatın zenginliğini barındıran en önemli kraliyet hazinesiydi ve şövalyelerin haznedarı aynı zamanda kralında haznedarıydı. Fransa krallığının tüm finansmanı böylece Tampliyelerin boyunduruğu altına girmiş ve Tampliyelere bağlıydı..."32 Ahlaki Dejenerasyonun Açığa Çıkması Hızla artan, yalnızca Tapınakçılar'ın maddi imkanları ve sayıları değildi. Bunlara parelel olarak ihtirasları, açgözlülükleri, kibirleri ve zalimlikleri de arttı. Tapınak Şövalyeleri, Katolik Kilisesi'nin inanç esasları, uygulamaları ve öğretilerinden tamamen uzaklaşmışlardı. Öyle ki haklarında tek bir iyi şey dahi söylenmez oldu. Avrupalılar'ın genel düşüncesi bu doğrultudaydı. Örneğin, halk arasında "Tapınakçı gibi içmek" yaygın olarak kullanılan bir deyimdi. Almanya'da "Tempelhaus" kelimesi, genelev ile eş anlamlı olarak söyleniyordu. Büyüklenen bir kişi için "bir Tapınakçı kadar kibirli" deniyordu.33 16 Haziran 1291 yılında, kutsal topraklardaki Hıristiyan varlığı sona erince, buralarda yerleşmiş olan Tapınakçılar da Avrupa'ya dönmek zorunda kalmış, başta Fransa olmak üzere çeşitli merkezlere yerleşmişlerdi. Asıl görevleri sona ermiş olmasına rağmen siyasi güçlerini korumakla kalmamış servetlerini ve üyelerini arttırmaya devam etmişlerdi. Ancak bu tarihten itibaren, olaylar Tapınakçıların aleyhine dönmeye başladı; giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlar, başta Fransa olmak üzere ilgili krallıkların öfkesine sebep oldu. Halk ise, bu garip tarikatı yakından tanıma fırsatı bulmuş ve Tapınakçıların hiç de zannettikleri gibi samimi dindar şövalyelerden kurulmadığını anlamaya başlamıştı. Sonunda 1307 yılında, Fransa Kralı Philip ya da diğer ünlü adıyla "Adaletli Philip"34 Tapınakçılar'ın Hıristiyan Avrupa'nın siyasi ve dini yapısını kökünden değiştirmeye çalıştığını fark etti. Ve Papa V. Clement ile birlikte, 1307 yılının Ekim ayında bu sapkın ve kokuşmuş teşkilatı tamamıyla ortadan kaldırmak için harekete geçti. Tapınakçıların Gerçek Yüzü Tapınakçılar, misyoner bir Hıristiyan tarikatı görünümünde, cahil halkın gözünü boyayarak büyük ve haksız bir üne kavuşmuşlardır. Halk için onlar, Hıristiyanlığın koruyucusu, fakirlerin yardımcısı, üstün ahlaki değerlere sahip birer aziz ve bir tür destan kahramanıdırlar. Bu sahte imaj o kadar güçlüdür ki, Tapınakçılar, hiç rahatsız edilmeden, Hıristiyanlıkla taban tabana zıt bir hayatı sürdürmeyi başarmışlar, ticaret, yağma, bankerlik gibi faaliyetlerle elde ettikleri fahiş kazançların yanı sıra, yapılan bağışlarla da, servetlerine servet katmışlardır. Bu durumu az çok fark eden kişiler ise, bu güçlü örgüte karşı gelmeye cesaret edememişlerdir. Fransa Kralı IV. Philippe ise doğru yoldan çıkmış Tapınakçıların elde ettikleri maddi gücün ortaya çıkarabileceği tehlikelerden korkmaktadır. Tapınakçıların gerçek yüzünü ortaya çıkartmanın vakti gelmiştir. 18. yüzyıldan kalma, masonik bir belgede şu yorum yapılmaktadır: "Birçok savaşçının yorgunluğa, kayıplara ve de felaketlere rağmen inançlarını ispatladığı bu savaş, tapınakçılar için ganimet elde etme ve ün kazanmak için bir fırsat oldu. Birkaç göz alıcı eylemle kendilerini gösterdiyseler de, müttefikleri bile yağmalayarak elde ettikleri ganimetlerle kendilerini zenginleştirmeleriyle, ihtişam ve azamet konusunda saltanat sahibi bir prensle rekabet edecek kadar kibirli olmalarıyla..., son olarak, Dağların Yaşlı Adamı Haşhaşilerin kralı adındaki, korkunç ve kan dökücü kralla işbirliği yapmalarıyla birlikte, amaçları şüphe olmaktan çıktı." Tapınakçılar, kitleler üzerinde yarattıkları sahte olumlu imaja güvenerek, gizli öğretilerini yaymak ve uygulamak konusunda gitgide daha rahat ve pervasız davranmaya başlamışlar; bu da sapkınlıklarına şahit olan ve dile getiren kişilerin sayısını arttırmıştır. Tapınakçıların, gizli törenler için kapandıkları özel şatolarda yaşananlar, hem yerel halkın hem üst düzey Kilise yöneticilerinin hem de krallığın merakına sebep olmuştur. Papalık, özel izniyle hareket eden, ancak üzerinde hiçbir kontrol kuramadığı bu grubun, din dışı bir hayat yaşadığından neredeyse emindir. Tapınakçılar hakkında çok sayıda şikayet ve söylenti yayılmaya başlamıştır. Dindar bir tarikatın büyük bir gizlilik içinde hareket etmesi, yanlış ve yasak bir şey yaptıkları iddiasını güçlendirmiştir. Şövalyelerin açgözlülüğü, vicdansızlığı, servet tutkuları ve hırsları yaygın olarak bilinmektedir. Ayrıca şatolarda düzenlenen gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler halkın diline düşmüştür. Bütün bu gerçekler, şatolarda hizmet eden ya da şatolara yakın yerlerde yaşayan halkın korkunç gözlemleriyle birleşince Papalık çok zor bir durumda kalmış, ne yapacağını şaşırmıştır. Özellikle 1305 yılında Papa olan ve konuyla birinci dereceden ilgilenen V. Clement, Tapınakçılar yüzünden Hıristiyanlığın, dolayısıyla Vatikan'in uğrayacağı zararı hesap etmekte ve bu olayı en hafif şekilde atlatmanın yollarını aramaktadır. Fransa Kralı ve yerel dini teşkilatlardan gelen baskıları da durdurmak zorundadır. Aynı yıl, Tapınakçıların lideri olan Jacques de Molay, Kıbrıs'ta savaş hazırlıkları içinde olmasına rağmen Fransa'ya geri çağrılmış ve Papa tarafından, bu suçlamaları araştırması için görevlendirilmiştir. Fransa Kralı için bu kabul edilebilecek bir durum değildir, bu yüzden hemen harekete geçmiş ve bir kanun çıkartarak 13 Ekim 1309 yılında, ülkesindeki bütün Tapınakçıları tutuklatmıştır. Fransa'da Tapınakçıları yargılayan mahkemede, yöneltilen suçlamalar şunlardır: 1. Tarikata giriş töreninde, adaylardan Hz.İsa'yı, Allah'ı ve kutsal şeyleri inkar etmesi istenmektedir. 2. Tarikat üyeleri törenler sırasında Hıristiyanlıkça kutsal sayılan haç, kutsal figürler gibi şeylere tükürmek, idrarını yapmak gibi iğrenç yöntemlere baş vurmuşlardır. 3. Vücudun çeşitli bölgelerine uygulanan ve "The Oscolum Infame" ya da "Utanç Öpücüğü" adı verilen tören uygulanmaktadır. 4.Kutsama töreni yapılmamakta ve buna inanılmamaktadır. 5. Biraderler bir kedi veya kafa figürüne tapınmaktadırlar. 6. Tarikat üyeleri homoseksüelliği teşvik etmekte ve uygulamaktadırlar. 7. Büyük Üstad tarikat üyelerinin günahlarını affetmekte, onları sözde günahtan kurtarmaktadır. 8. Tarikat üyeleri kabul törenlerini ve sapkın uygulamalarını geceleri, gizlice yapmaktadırlar. 9. Tapınakçılar, varlık elde etmek ve zenginliklerini arttırmak için kanun dışı yollara başvurmuş ve Kilise kurallarının dışına çıkmışlardır. Tapınakçıların Sapkın İnanç ve Uygulamaları Eldeki belgeler ve yapılan suçlamalar Tapınakçılığın sıradan bir şövalye tarikati olmadığını ortaya koymaktaydı. Bu iddialar birleştirildiğinde ortaya kimsenin beklemediği karanlık bir tablo çıktı. Karşımızda farklı sapkın inançlarıyla, korkunç yöntemleriyle, kurnaz stratejileriyle, geniş çaplı ve ileriye dönük planlarıyla, büyük bir hazırlık içinde olan, o güne kadar eşine rastlanmamış tehlikeli bir örgüt vardı. Tapınakçıların tapındıkları ve şeytanı sembolize ettiği düşünülen Bafomet isimli put. Tapınakçıların, Ortadoğu'da bulundukları dönemde çeşitli inançlara bağlı akımlarla, mistik tarikatlarla, gizemciler ve büyücülerle bağlantı kurdukları bilinmektedir.

Örneğin Tapınakçılar o dönemde Ortadoğu'da fazlasıyla etkin olan ve Müslümanlar tarafından da sapkın olarak bilinen Haşhaşilerle yakın bağlantı içinde olmuş, onlardan bazı mistik öğretileri, tarikat örgütlenmesini, vahşi yöntemleri öğrenmişlerdir. Ayrıca sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi Yahudi Kabalasına bağlı mistik öğretiler, Bogomillerin etkisi, Satanizm gibi sapkın eğilimler, Tapınakçıların inanç ve yöntemlerine temel oluşturmuştur. Bu çerçevede tarikatın özellikle üst kademesi Hıristiyanlığı terk etmiş, Satanizmi ve Kabala mistisizmini temel alan bir anlayışa yönelmiştir. Tapınakçılara göre Hz. İsa başka bir dünyada hüküm süren ve bu dünyada fazla gücü olmayan bir tanrıdır, bu yüzden onun yerini, maddi dünyanın efendisi olan Şeytan almalıdır. Tarikata kabul töreni sırasında yeni adayların kurallara göre Allah'ı, Hz. İsa'yı ve azizleri reddetmeleri, Hz. İsa ve kutsal değerler üzerine birçok saygısızlık yapmaları, haça tükürmeleri ve idrarlarını yapmaları, daha eski olan Tapınak şövalyeleri tarafından ağızlarından, göbeklerinden ve kalçalarından, "Oscolum Infame" ya da "Utanç öpücüğü" adı verilen yöntemle öpülmeleri, homoseksüelliğin ve cinsel sapıklıkların serbest bırakılması, büyük üstadın her türlü yetkiye sahip olması, Kabala sembolizmine ve büyü törenlerine baş vurmaları tarikatın, Hıristiyanlıktan çıkarak, bütünüyle sapkın bir tarikata dönüşmüş olduğunun açık delilleriydi. Cinsel sapkınlıklarının yanı sıra tapınakçıların diğer gizli bir yönü daha ortaya çıkmıştır. Sorgudan geçirilen bazı tapınakçılar kendi aralarında yaptıkları törenler sırasında bir tür idole tapındıklarını itiraf etmişler, bunun ne olduğu ilk başta anlaşılmamış olsa da, sorgulamalar devam ettikçe tapınak şövalyelerinin açık açık şeytana taptıkları ortaya çıkmıştır. Tapınakçıların taptıkları put, daha sonra Şeytan Kilisesi'nin de sembolü olacak olan Baphomet adlı keçi başlı şeytanın sembolik figürüdür. Peter Underwood tarafından yazılan "Ökült ve Doğaüstü" sözlüğünde Baphomet terimi şu şekilde açıklanmaktadır: Tapınak Şövalyeleri hakkındaki tutuklama kararını veren Fransa Kralı Philippe. "Baphomet, tapınak şövalyelerinin tapındığı tanrıydı ve kara büyüde kötülüklerin kaynağı ve yaratıcısıydı; Sabbath cadılarının satanik keçisiydi..." Tapınakçıların hemen hepsi, sorgu sırasında Baphomet'ten bahsetmiş ve ona taptıklarını itiraf etmişlerdir. Bu putu, uzun bir sakal ve parlak gözlere sahip korkutucu bir insan başı olarak tarif etmişler, bunun yanı sıra kedi ve kurukafa putlarından da bahsetmişlerdir. Ortak görüş ise bu putların genel olarak şeytan ve şeytana tapınmayı temsil ettiği yönündedir. Tapınak şövalyelerinin taptıkları Baphomet isimli şeytan, o tarihten bugüne kadar şeytana tapmanın sembolü haline gelmiştir.
 Günümüze Baphomet ile ilgili en ayrıntılı bilgi ise 19. yüzyılın önemli okülist ve kabbalistlerinden olan Eliphas Levi' den gelmiştir. Levi, Baphomet ile ilgili yaptığı çizim ve tasvirlerde onu genelde iki suratlı, insan vücudunun üstünde bir keçi kafasıyla ve kanatlarla göstermiştir. Baphomet'in insan vücudunun üst kısmı bir kadına, altı ise bir erkeğe aittir. Bütün bu itiraflar ve ortaya çıkan gerçekler sonucunda Tapınakçıların çoğu hapse mahkum edilmiş, Tapınakçıların gerçek yüzü de daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Mahkemeye yapılan itiraflarda tarikat üyelerinin Hz. İsa'ya inanmayıp onu 'sahte peygamber' olarak gördükleri, örgüte giriş töreni sırasında ve daha sonraki aşamalarda homoseksüel uygulamalar yaptıkları, belirli bir puta taptıkları, satanizm yöntemlerini uyguladıkları kayıtlara geçmiştir. Tapınakçıların homoseksüel ilişkileri hakkında çok şey söylenmiş, tarikatın armasında, bir atın üzerinde oturmuş iki savaşçı resminin de bunun göstergesi olduğu belirtilmiştir. Umberto Eco, Foucault Sarkacı adlı romanında, tarikatın bu yönünü vurgulamıştır. Bu ciddi itiraflar sonucunda Papa 72 Tapınakçıyı kendi huzurunda yeniden sorgulamıştır. Bu sorguda doğruyu söylemek için yemin eden Tapınakçılar, önceki itiraflarının doğru olduğunu tasdik etmişlerdir.

Yani Tapınakçılar Hz. İsa'yı reddettiklerini, tarikata kabul edilirken haça tükürdüklerini, ve diğer Kilise kayıtlarındaki ifadeye göre 'korkunç ve iğrenç' şeyleri yaptıklarını itiraf edip onaylamışlardır. Daha sonra da diz çöküp, ağlayarak af dilemişlerdir. Tapınakçıların itirafları arasında, sapkın cinsel ilişkiler de yer alıyordu: Şövalyeler arasında eşcinsellik yaygınlaşmıştı. Tapınakçıların üstteki resmi mühürünün bu sapkınlığı sembolize ettiği söylenir. Sorgular sonucunda ortaya çıkan gerçekler, bu sapkın tarikatın yasaklanmasına ve büyük üstad Jacques de Molay'ın 1314'de haç üzerinde yakılarak idam edilmesine yol açmış, farklı ülkelere kaçmayı başarmış olan Tapınakçılar dahi takibata uğramışlardır. Fransa dışında, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de Tapınakçılar sorgulanmış, bazı ülkeler ise çeşitli sebeplerle onları korumaktan vazgeçmemişlerdir. Özellikle İngiltere'de kral II. Edward 10 Kasım 1307de Papa'ya yazdığı mektupla, Tapınakçıları korumuş ve onlara karşı bir şey yapmayacağını belirtmiştir. Ancak iki yıl sonra, V. Clement'in yaptığı sorgu ve papalık beyannamesinde geçen ifadeler sonucunda Tapınakçıları yargılamayı kabul etmiştir. Papalık tarafından yayınlanan belgeye göre Tapınakçılar 'bilinen sapkınlığa ait söylenemeyecek günahlar ve nefret uyandırıcı suçlar' işlemişlerdir ve bu durum, herkes tarafından bilinmektedir. Sonuçta, 1312'de toplanan Viyana Konsülü'nün kararıyla Tapınakçılık tüm Avrupa'da yasaklanmış, yakalanan üyeleri cezalandırılmıştır.

Tapınak Şövalyelerini Hıristiyanların düşmanlarına karşı silahlandırdı ve onları özel bir şekilde destekledi. Bunlara en yüksek düzeyde vergiler verildi. Ancak Hıristiyanların düşmanlarına karşı oldukları zannedilen bu grubun karşısında aslında Hz İsa bulunmaktadır. İnançlarını değiştiren bu kafirler (Tapınak şövalyeleri) günahın içine düşmüştü, çok kötü bir alışkanlıkları olan putperestlikleri, ölümcül sonuçlara yol açan homoseksüellikleri ve diğerleri..."

Tapınakçılar Yeraltında Tapınakçıları ortadan kaldırmak o kadar kolay değildi. Büyük Üstad De Molay ve bir kısım şövalye ortadan kaldırılmış olsa bile, bütün Avrupa'yı ve Ortadoğu'yu sarmış olan Tapınakçılar gizli de olsa varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sadece Fransa'da şövalyelere ait 9000 temsilcilik ve çeşitli ülkelere yayılmış binlerce şato ve Tapınakçı merkezi vardır. Bu merkezler, hem Tapınakçıların organize oldukları, tören yaptıkları evler hem de o dönemin para trafiğini kontrol ettikleri yerler haline gelmişlerdir. Dönemin kaynaklarına göre Fransa'da yaklaşık 2000 şövalyeden sadece 620 tanesi engizisyon tarafından cezalandırılmıştır. Tahminlere göre, o dönemde en az 20 bin şövalye ve şövalye başına 7-8 kişilik kadro faaliyet halindedir. Yaklaşık 8 kişilik olan bu kadrolar, denizcilikten, ticarete kadar, tarikat mensuplarının her türlü işlerini organize etmekteydiler. Yani basit bir hesap yapıldığında, Tapınakçılar takibata uğradıkları dönemde en az 160 bin kişilik bir güce sahiptirler. Bir ağ gibi bütün Avrupa'yı ve Akdeniz kıyılarını ören bu kadro, aynı zamanda dönemin en büyük lojistik gücünü de meydana getirmekteydi. Bütün bu merkezlere dağılmış mal varlığını ele geçirmek, ne Fransa Kralı ne de Papa için mümkün olmamıştır. Krallarla yarışan bu mal varlığı, Tapınakçılara her türlü korumayı ve güvenceyi sağlamaya yetmiştir. Yani Kilise'nin resmen ortadan kalktığını öne sürdüğü tarikatçılar, bütün Avrupa'da, özellikle de İngiltere gibi Kuzey ülkelerinde yeraltında faaliyetlerine devam etmiştir: "Kutsal Toprakların kaybını izleyen yıllarda, Tapınakçılar, kendi devletlerini kurma konusunda gittikçe artan bir arzu göstermişlerdir. Bu, ne Yeni Dünya'da (Amerika) bir Eldorado (Altın Ükesi), ne de karanlık Afrika'da, Prester John benzeri gizli bir krallıktır. Nitekim Tapınakçılar kesinlikle Avrupa'da olup biten her şeyin merkezinde oldular, ve dahası bugünkü bildiğimiz şekliyle Batı Dünyası'nın oluşumunda kısmen aracı oldular. Tapınakçıların devleti İsviçre idi, halen de öyledir."35 Tapınakçılar, dünya görüşü ve yaşam felsefesi bakımından Yahudi mistik öğretisi olan Kabala'dan etkilenmişlerdir. Üstte, Ortaçağ'a ait bir Kabala metni. 16. yüzyıldan kalma Kabalistik bir yazma. Üstteki kaynakta da belirtildiği gibi, Fransa'dan kaçan Tapınak şövalyelerinin yeniden yapılanmak ve faaliyetlerini güvenli bir şekilde devam ettirebilmek için seçtiği yerlerden biri bugün İsviçre olarak bilinen bölgedir. İsviçre'nin geleneksel yapısının oluşmasındaki Tapınakçı etkisi bugün bile kolaylıkla görülebilmektedir. Kendisi de mason olan ve Tapınak şövalyeleri konusunda uzman olan The Warriors And The Bankers (Savaşçılar ve Bankacılar) kitabının yazarı Alan Butler, 1999 yılında yaptığı bir şöyleşide bu konuyu şöyle delillendirmektedir: "Bu konunun önemli birkaç nedeni var, örneğin; 1. İsviçre'nin kuruluşu Tapınakçıların Fransa'da zulme uğratıldığı ana denk geliyordu. 2. İsviçre, Fransa'nın sadece doğusunda olduğundan, Tapınakçı kardeşlerin tüm bölgeden topluca kaçması daha kolaydı. 3. İlk İsviçre kantonları tarihinde bazı dedikodular vardı bunlar da beyaz giysili şövalyelerin gizlice ortaya çıktıkları ve yerli halkın yabancıların egemenliğine karşı özgürlüklerini kazanmalarına yardım ettikleri idi. 4. Tapınakçılar bankacılıkta, tarımda ve mühendislikte gelişmişlerdi. Bu benzer bakış açısı düşmanlarında da görülüyordu ve bu bölgelerin birbirinden ayrılmasının, nihayet İsviçre'ye geçilmesinin ilk basamağıydı. 5. Ünlü tapınak haçı, çoğu İsviçre kantonunun bayrağında bulunuyor ve tapınak şövalyeleri için önemli olan diğer amblemlerde, anahtarlar ve lambalar gibi..." Kaçak Tapınakçıların önemli bir bölümü de, 14. yüzyıl Avrupası'nda Katolik Kilisesi'nin otoritesini tanımayan yegane Krallığa, yani İskoçya'ya sığındılar.



İskoç KralI Robert Bruce'un himayesi altında yeniden örgütlendiler. Bir süre sonra da, varlıklarını sürdürmek için iyi bir kamuflaj yöntemi buldular: Ortaçağ'da Britanya Adası'ndaki en önemli "sivil toplum örgütü" olan duvarcı loncalarına sızdılar ve bir süre sonra da bu loncaları tamamen ele geçirdiler. Birer mesleki örgüt olan loncalar böylece felsefi ve siyasi bir amaç kazandı ve mason localarına dönüştü. (Masonların "operatif masonluktan spekülatif masonluğa geçiş" dedikleri süreç de budur.) Fransa'daki takibattan kurtulan yaklaşık 30-40 bin kadar Tapınakçının yeraltında devam eden faaliyetleri masonik bir kaynakta şu şekilde anlatılmaktadır: "Bazı Tampliye şövalyeleri mason kılığına girer ve masonların arasına karışarak hayatlarını kurtarır. Bazıları, ülke dışına kaçabilmek için masonlara verdikleri Laissez Passer'leri kullanır. Bir kısım Tampliye, İspanya'ya geçerek, Caltrava, Alcantara, Saint Jacques de I'Epee tarikatlarına katılır, diğer bir kısmı da, Portekiz'e geçip Ordre du Christ örgütüne dönüşür. Başka bir grup Roma-Germen İmparatorluğuna geçip Toton şövalyelerine katılır. Oldukça büyük bir grup Hospitaliyeler'e iltihak eder. İngiltere'deki Tampliye'ler bu olay sırasında önce tutuklanarak sorguya çekilir. Ancak hemen serbest bırakılır. Hattâ bazı ülkelerde haklarında hiçbir işlem yapılmaz. Tampliye'ler, 1804 yılına kadar, yani Bernard-Raymond Fabre Palabrat de Spolete bu tarikatın yeniden Büyük Üstadı oluncaya kadar, tarih sahnesinden çekilmiş görünür. Bu kişinin 1814'de yaptığı tesadüfi keşif çok ilginçtir. Spolete, 1814 yılında Paris'te Seine nehri kıyısındaki sahafların tezgâhlarında bir elyazmasına rastlar. Grekçe elyazmasında Yuhanna İncili'nin bir tefsiri yer almaktadır. İncil'in son iki kısmı yoktur. Onun yerine üçgenlerle ayrılmış bazı açıklamalar bulunmaktadır. Bu kısımları dikkatle tetkik ettiğinde, bunun Tampliye'lerin 5. Büyük Üstadı Bertrand de Blanchefort (1154)'den başlamak üzere 22. Büyük Üstadı Jacques de Molay'a ve devamla 23.Büyük Üstâd Larmenius de Jerusalem (1314)'den Claude-Mathieu Radix de Chevillon (1792)'a kadar uzanan bütün Tampliye Büyük Üstâdlarını kapsayan bir liste olduğunu anlar. Bu belgeden, Jacques de Molay'ın Büyük Üstâdlık görevini Larmenius de Jerusalem'e vasiyet ettiği varsayılır. Bu da Tampliyeler'in hiçbir zaman ortadan kalkmamış olduğunun kanıtı sayılır. Nitekim, günümüzdeki Tampliyeler aynı zamanda birer Hürmason'dur." Umberto Eco'nun kitabında aktarılan bir bilgi de bu açıdan ilginçtir: "Beaujeu'den sonra, tarikat, varlığını bir an bile ara vermeksizin sürdürdü. Aumont'dan günümüze dek, tarikatın kesintisiz bir dizi Büyük Üstadı'nı biliyoruz. Bugün tarikatı yöneten, ünün yüce görevlerini yürüten gerçek Büyük Üstadın ve gerçek Üstlerin adları ve oturdukları yer bir giz, yalnızca gerçek aydınlanmışlarca bilinen erişilmez bir giz olarak kalmışsa, bunun nedeni, tarikatın saatinin henüz gelmemesi, vaktin henüz dolmamasıdır..." Konuyla ilgili çoğu kaynak tarafından, Büyük Üstad Jacques de Molay'ın ölümüyle birlikte, hayatta kalan Tapınakçılar tarafından bir komplo tasarlandığı öne sürülür. Buna göre, Tapınakçılar'ın amacı, kendilerini yasaklayıp Üstad'larını öldüren Papalığın ve bazı Avrupa krallıklarının yıkılmasıdır. Bu amacın nesiller boyunca aktarıldığını ve Tapınakçılık'ın devamı olan İllüminati ve masonluk gibi örgütlerce sürdürüldüğü söylenir. Masonluğun etkisiyle gelişen ve Fransız tahtının yokolmasını sağlayan Fransız Devrimi de bunun bir sonucu olarak yorumlanır... 

GÜNÜMÜZDEKİ Tapınakçılık'ın devamı olan İllüminati ve masonluk gibi örgütlerce sürdürüldüğü Yeni Dünya Devleti kurma adına yapılan gizli planları…
Yeni Dünya Devleti İSRAEL Bayrağında ki 2 Mavi Şerit Açılımı (Nil'den Fırat'a Kıssası)?

İsrail'in gerçek devlet ismi ISRAEL'dir ve aslında bu gizli örgütlerin Yeni Dünya Devleti planının kısaltmasıdır.

Siyonist İsrail'in kendi istihbarat bilgilerinden alınan bir bilgiyi paylaşalım ve yazacaklarım doğrudur..

I-------> Iraq-Iran (Irak-İran)
S------> Syria (Suriye)
R------> Royalty of Jordan (Ürdün)
A------> Anatolia (Anadolu)
E------> Egypt (Mısır)
L------> Lebanon (Lübnan)

Bu devletlerin adı ve sınırları İngiliz Masonların ve Yahudi Siyonistlerin tam 100 yıllık bir çalışma sonucunda paramparça ettikleri Osmanlı devletinin topraklarında etnik kökenli milletlere verilmiş ülkelerin sınırları ve isimleridir.

Şöyle diyelim, Bu ülkelerin isimleri kendi Devlet isimlerine göre yüzyıllar öncesinden kağıt üzerinde verilmiştir. Planları ise bu devletleri kontrol altına alarak tek ve yeni dünya devletini ISRAEL'i kurmaktır. 

Ortadoğu'da her şeyin başladığı yerde ''Kudüs'' merkezli bir devlet. Şu an Suriye Krallığını devirmeye çalışıyorlar. Mısırda kendi adamlarını seçimle başa getirdiler. 

Irak zaten ABD kontrolünde. Bu aralarda İran'a sert uyarılarda bulunuyorlar, nükleer silahları bahane ediyorlar ve yakında büyük ihtimalle bir savaş çıkacak 3 yıl içerisinde(şahsi görüşüm). Ürdün ve Lübnan planlarını bilemem ki zaten bu devletlerin siyasal kolları israile çalışıyor, ve en son isteyecekleri yer topraklarımız olan ANADOLU ......!!!!! Peki büyük Türk Devleti, Osmanlı Torunları buna izin verecek mi ? Yoksa çok istedikleri Nil'den Fırat'a nehri arası kıssası çoktan gerçekleşti mi ?
























Amaç tek devlet, tek millet, tek din ve uzaktan yönetilebilen robotlaşmış insan kitleleri...

Gazeteci Jimm Marrs bir röportajında dünyanın içinde bulunduğu durumu şu cümlelerle özetliyor:

“Globalistler tek dünya devletini hedefliyorlar, dünya tek elden yönetilecek, tek bir ordu olacak, tek bir merkezden yönetilen bir dünya ekonomisi olacak. Tek elden yönetilen bir eğitim ve sağlık sistemi olacak. Bu geniş anlamda kulağa hoş bile gelebilir ama işin aslı şu ki biz bu fikre gizlice aldatılarak itiliyoruz.

Bu gidişatın sonunda Onların başlattığı, kurduğu Hitler düzeni ile karşı karşıya kalmayacağımızı kim söyleyebilir?”

Yeni bir Hitler ve dünyayı yöneten şirketlerin büyük orduları olan halklar... Herkesin izlendiği, dinlendiği ve kontrol edildiği bir düzen. Ulus devletler yerine finans birimleri var, insanlar mutlu ve özgür, çünkü artık hiç düşünmüyorlar.

İnsanlığın geleceği için dış ilişkiler konseyinin hayaleri işte bunlar. Dünyanın köşelerinde bu nedenle adamları var. Dünya bankasının başında, IMF’nin yönetiminde, Nato’da, Birlşemiş Milletlerde hep CFR’nin seçtiği adamlar var.

Mesela seçilmiş bir başbakan bakıyorsunuz bir süre sonra Birleşmiş Milletlerde karşımıza çıkıyor. Bunların hepsi Dış İlişkiler Konseyi’nin kıdemli üyeleri.

Bugün dünya krizin ve savaşların acısı ile sarsılıyor. Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) önemli isimlerinden biri Samuel Huntington “Medeniyetler çatışacak” diyor ve dünyayı çok büyük bir satranç tahtasına benzetiyor. Medeniyetler deyince bir tarafa bir avuç seçkini diğer tarafa Avrasya’yı koyuyor. Bir zamanlar düşman Komünizmdi, Sovyetler şeytanın ta kendisiydi. Sovyetlerin çöküşünden sonra batının hedefine zengin İslam coğrafyası oturuyor. Bugün İslam düşmanı olan Rasmussen CFR kararıyla Nato’nun başına geçiriliyor. Obama ise “Afganistan, Pakistan” ilk hedefimizdir diyor. Orta Asya’ya hücum işte böyle başlıyor.

Pentagon haritalarında parçalanmış devletler var. Konseyin onursal başkanı Rockefeller bakın ne diyor: “Bugün dünyada 200 civarında olan devlet sayısı yakın gelecekte bine çıkacaktır. Dünyada ulus devletlerin modası geçmiştir. Gelecekte devletler finans sektörü tarafından idare edildiğinde dünyaya barış ve huzur gelecektir.”


Dikkat ederseniz her paylaşım savaşı ardından haritalarda yeni devletler beliriyor. Ve her paylaşım savaşından sonra konsey üyeleri zenginleşiyor.

İkinci dünya savaşının ardından küresel elitin kazancına bakarsak en karlı işin savaş olduğunu görüyoruz. Nazilerin en büyük destekçisi Almanya’nın silah fabrikası Farben’di.

Savaşta büyük kar etti. Bu şirketin ortağı ise Rokefeller’a ait Standart Oil Company idi. Her iki şirkette savaşın üzerinden zenginleşti. İkinci Dünya Savaşı sonunda yüz binlerce insan hayatını kaybetti ama Rockefeller savaşın sonunda milyonlarca doları kasasına yığmıştı.

Savaş Amerika’ya 30 milyar dolara mal oldu. Bu para CFR kontrolündeki Amerikan Merkez Bankasından borç alınarak harcandı. Amerikan Merkez Bankası bir şirketti, en tepedekiler ise CFR üyeleriydi. Amerikan Bankacılık sistemi savaşlardan çok karlı çıktı. Savaş sırasında New York’daki bazı bankalar kar kat büyüdüler.


Onlar Nazilerin paralarını aklıyorlardı. Bu bankalardan birinin başında Preston Bush adında biri vardı. Bu bildiğiniz gibi Bush’un babasıydı, tüm Bush sülalesi CFR, Kafatası ve Kemikler olarak bilinen gizli örgütlerin üyesiydiler. Başkan Bush 2001’de ikiz kuleleri bahane ederek Afganistan ve Irak’ı kana bulayacak ve böylece milyonlarca dolara el koyacaktı. Savaşlar gerçekten de çok kârlıydı…


Fakat savaşlar için geniş kitleleri ikna edecek bahaneler lazımdı. İlk Dünya savaşında bir Amerikan gemisi feda edilip gerekli bahane yaratıldı.

İkinci Dünya Savaşı’na girebilmek için Amerika Pearl Harbor’un senaryosunu önceden yazmıştı. Vietnam’a girerken bahane Amerikan gemilerine saldırıydı, ama daha sonra bu yalanlandı. Ortadoğu ve Orta Asya’ya girmek için de bir bahane lazımdı. Ve Yeni Dünya Düzeni kurmak isteyenler 11 Eylül bahanesini ellerindeki medya çarkı ile halka müthiş bir şekilde sergiledi.

Film yönetmeni Ellen Russo’nun, Nicholas Rockefeller ile yaptığı tüyler ürpetici konuşma basına şöyle yansıyor:

Tarih 11 Kasım 2000, yani 11 Eylül’den tam 11 ay önce. Ellen Russo anlatıyor: “Bir gece beni aradı ve bir şeyler olacak dedi. Afganistan’a gireceğiz, Hazar’dan boru hattı geçireceğiz, Irak’a gireceğiz. Petrole kavuşacağız, oraya konuçlanacağız. Venezuela’ya gireceğiz. Söylediklerinden ikisi gerçekleşti. Bana gülerek “Oralara hiç bulamayacağımız birilerini aramaya gideceğiz.” Diyordu. Terörle savaş lafını tekrarlıyordu. “Malum terörle savaşı kimse kazanamaz! Ama bu bahane sana çok şey için imkan verir. “Nasıl herkesi bu kadar saçma bir bahaneye ikna edebilirsin ki” diye sordum…”Medyayla” dedi.

“Unutma, bir şeyi çok tekrarlarsan herkes inanır!”

11 Eylül şokundan sonra onlarca bilim adamı bu anlaşılmaz olayı anlamaya çalıştılar ama kimse anlayamadı. Amerikalı araştırmacılara göre medya 11 Eylül’ü paketledi ve Amerikan halkına sattı.

Gerçekle yalan birbirine karışmıştı. İkiz kulelerle ilgili tüm deliller karartılmıştı. Öyle ki New York belediye başkanı Giuliani deliller araştırılmadan binalardan geri kalan her şeyi ortadan kaldırmıştı. Olay yerinde inceleme yapılmasına imkân kalmamıştı.Dünyayı sarsan bir olay yaşandı, sonuç olarak Amerikan ordusu hiç zorlanmadan Afganistan’da ve Irak’taydı…


El-Kaide ve Osama bin Laden Rockefeller’in da dediği gibi hiç bulunamadı, medya insanların beynine El-Kaide, Osama bin Laden, Taliban, savaş, terör kelimelerini kazıdı. Öyle ki her programda devlet başkanları, politikacılar 11 Eylül’de uğradıkları terör saldırısından yakınan konuşmalar yaptılar, kitleler de buna kolayca inandı. Şimdi ise ülkeye korku hâkimdi. Yeni terör yasaları vardı.

Adım adım ilerleyen senaryoya göre büyük kriz kapıdaydı. Kriz küresel elite yeni fırsatlar kapısı açacaktı. Dünyada boyun eğmeyen uluslar vardı, kriz bu ulusları dize getirecekti. Rockefeller’a göre Yeni Dünya Düzeni topyekün bir değişimle gelecek, küresel ekonomik kriz bu değişimi tetikleyecekti. David Rockefeller şöyle ifade ediyor:

“Küresel bir değişimin eşiğindeyiz! Beklentimiz tam zamanında gelecek bir bunalımdır. Uluslar Yeni Dünya Düzenini o zaman mecburen kabul edeceklerdir!”

Küresel güç odakları dünyayı işte böyle elinde oynatırken halk ise derin bir uykuda. Onlar medya ile dizilerle, yarışma programlarıyla uyutuluyor. Bunların farkında olan aydınlar baskı ile susturuluyor, korkutuluyorlar. Yeni Dünya Düzeni’ni hedefleyenler piramidin en tepesindekiler.

Şeytani planlarını herkesin yararına gibi gösterip süsleyip püsleyip medya ile sunuyorlar.

Dünya çapında televizyonların, gazetelerin, radyoların hâkimiyetini ellerinde tutuyorlar. Bu medya kuruluşlarının hepsi bu beş altı aileye ait. Dolayısıyla onlardan habersiz kuş uçmuyor, dünya yalnızca onların istediklerini duyup öğrenebiliyor.

Obama’nın Türkiye’ye gelip “yurtta sulh, cihanda sulh” mesajının ardından Afganistan, Pakistan sınırı onlarca kez bombalandı,

Küresel elit üçüncü bin yılda dünyayı oyun alanına çevirmek istiyor. Amaçları Türkiye’nin kaynaklarına el koymak, ulus devletleri zayıflatmak, halkları robotlaştırmak, tek dilli, tek dinli, tek ordulu, tek medyalı bir dünya devleti yaratmak… Yeni Dünya Devleti’ni planlayanların yaptıkları icraatlar bu hedeflerinde ne kadar ciddi olduklarını gösteriyor.

Dünya halkının haberi var mı? Olamaz, çünkü halk televizyonlardan bunları duyamaz. Halk ancak kendisine sunulanı dinler, Hollywood filmleri seyreder ve bir nevi transa geçer. Günün büyük bir bölümünde kendisi için seçilen beyin uyuşturma programlarını seyredip seyredip yatağına gider. Bir yanında korku, işsizlik, açlık vardır, bir yanında diziler, filmler, yarışma programları, oyunlar vardır. Konular hep aynıdır, programlar kimse bir şey bilmesin diye yapılır. Yukarıdakiler müsterih olsunlar, aşağıdakiler gerçekten de çok derin bir uykudalar…

Ama hesaba katmadıkları bir şey var. Bugün bu yaygın kitle hipnoz araçlarına rağmen baskı altında kalanların direnci artıyor. Bu gizli planları yapanlar ahir zamanda ve Mehdiyet çağında olduğumuzu da unutuyorlar. Mehdi ve Mesih’in yüzyıllardır ince ince yapılan bu gizli planları darmadağın edeceğini, Deccal’in hâkimiyetine son vereceklerini ve İslam’ı son kez dünyaya hâkim edeceklerini görmezden geliyorlar.


Deccal'in fitnesinden ve şerrinden korunmak için insanların almaları gereken
tedbirleri sıralamaya çalışalım :


1.Kuvvetli imana sahip olmak için, bütün mesaimizin iman üzerine odaklanması gerekir. Çünkü, Deccal'in faaliyetlerini fark etmek, ona tabi olmamak ve gerekirse zindana girmek ile ölümü göze alacak kadar gözü pek olmak, ancak kuvvetli imana sahip olmakla mümkündür. 

Öyleyse iman hakikatlerini çokça okumak, müzakere etmek, sohbetlerimize taşımak ve dinlemek lazımdır. Böylece güçlü bir îmana dayanan İslâmî bir hayat, münafıkça hareket eden Deccal'ı ve onunla mücadele eden Hz. Mehdîyi belirlemede zorlanmayacaktır. 

Bir rivayette “Deccalın hayatını ve işlerini beğenmeyenlerin onu tanıyabileceği” ne (Tirmizî, Fiten, 56) dikkat çekilmiştir. Bu da ancak sağlam bir irade ve imanla mümkündür.

2.Deccal'i tanıyabilmek ve onunla mücadele edebilmek için cehaletten kurtulup ilme sarılmalıyız. Çünkü ona karşı koymanın birinci basamağı, onu tanımak ve iddia ettiği şeyleri çürütebilecek ilme sahip olmaktır. Zaten Deccal, dinin güçsüzleştiği ilmin de yetersiz hale geldiği bir zamanda ortaya çıkacaktır. (Müsned, 3, 367) Evet, Allah Resûlü, Deccalın özelliklerini bir bir anlatmış ve buna rağmen, "Karıştırırsınız diye endişe ediyorum”

 (Ebû Davud, Melahim, 14) diyerek daha çok açıklama yaparak ümmetini aydınlatmıştır. Çünkü îman nuru ve ferasetiyle bakılmazsa, her zaman hadiselerin ve kişilerin karıştırılması söz konusudur.

3.Cemaatle birlikte hareket etmemiz gerekir. Çünkü, cemaat unsurunun çok faydaları vardır. Bunlardan birincisi, bu zaman cemaat zamanıdır. Zamanımızda cemaat ile birlikte çalışmak esastır. Çünkü, cemaat ruhuyla ve topluca hareket eden ve mesailerini güzelce tanzim edebilenlerin faaliyetlerinin neticesi çok tesirlidir. Fertler ne kadar dahî de olsa, bu zamanda fazla bir icraat yapamayacak ve mağlup olacaklardır. Zira her iki Deccal'ın muvaffak olmalarının sebebi, cemiyet şeklinde çalışmalarıdır. Bunlara karşı yine cemaat şeklinde çalışmak lazım ki, tesirlerini kırıp imana hizmet edilebilsin.

 İkincisi, cemaatin fertleri arasında ciddi bir oto kontrol olduğundan, birbirlerine ciddi sahip çıkarlar. Birbirlerini günahlardan ve hatalardan muhafaza etmeye çalışırlar. 

Üçüncüsü, cemaat fertleri birbirlerine dua ederler. Böylece yüzlerce yerden kendilerine ulaşan günahlara karşı, binlerce yerden gelen dualarla kendilerini manen muhafaza ederler. 

Dördüncüsü, her bir ferdin yaptığı hizmet ve ibadetler, diğerlerinin amel defterine geçmektedir. Böylece bir kişi, binlerce kişinin yaptığı hizmet kadar sevap kazanabilir.

4.Bütün İslam cemaatleri, cemiyetleri ve milletleri birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmesi gerekir. Çünkü sevgili Peygamberimiz (a.s.m) “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi zararlı şahısları Müslümanların ve insanların hırsından ve parçalanmalarından istifade ederek az bir kuvvetle insanlığı dağıtır ve koca İslam alemini esaret altına alır.” diyerek bizi ikaz etmiştir.

Öyleyse Müslümanların Deccal gibi İslam düşmanlarına mağlup olmamaları veya galip gelebilmeleri için, birlik ve beraberliğe ciddi ihtiyaçları vardır.

5.Deccal'ın giremeyeceği evlerde kendimizi muhafaza etmemiz gerekir. Hz. Peygamber (a.s.m) Deccal'in fitnesini ayrıntılı ve aydınlatıcı ifadelerle anlatırken, sahabeler heyecana gelerek sorarlar; 

“Ey Allah'ın Resulü! böyle bir zamana ulaşacak olursak, bize ne emredersin” buna karşılık hikmet ve şefkat peygamberi “evinizden çıkıp, fitneye bulaşmayın” (Tirmizî, Fiten, 30) diye buyurur. Yani evlerinizde oturun ve fitneye yaklaşmayın. 

İşte bu evler, İlahi Nur'un muhafaza ettiği ve aydınlattığı evlerdir. Allah Resulü'nün ziyaret edip teveccüh ettiği mekanlardır.

 Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi'nin gücünü birleştirip ümmet-i Muhammedi uyandırmaya çalışacakları evlerdir. Müminlerin Deccal'e karşı koyabilmek ve galip gelmek için manevi savaş tekniklerini öğrenecekleri kışlalardır. 

Cenab-ı Hak bizi ahirzamanın ve Deccal'in cazibedar fitnesinden muhafaza etsin. Hz. Mehdi'ye talebe ve asker eylesin. Allah'ı (c.c) hakkıyla tanıyıp, ona gerçek mana da kul ve Habib-i edibine (a.s.m) sadık ümmet eylesin, Amin...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder