14 Temmuz 2015 Salı

BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ ve Tayyip Erdoğan Savaş neokonlar ve muhafazakarlar arasında olacaktı. Savaş Adem ve Şeytan’ın ikinci savaşıydı. Yani Hz. İsa ve Mehdi’nin yapacağı son raunddan önceki raunddu bu. İnsanlara son bir şans veriliyordu. İnsanlar son bir kez sınanıyordu. Peki millet kimin yanında olacaktı? Adem’in hata edip yediği Elma’nın yerini Ananas mı almıştı ? Yoksa bu sefer ikaz edilmiş ümmet liderini mi takip edecekti?


BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan-1
BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan-2

BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan-3


Ak Parti’ye siyasete ilgisi olduğu için ya da gerçekten Ak Partili olduğu için değil de Vatan ve Millet sevdası için oy veren bir çoğunluk var.

Bunu kabul etmek gerekir. Ben de Ak Partili değilim. Ben de Vatan ve Millet sevdalısıyım.

Geçmişimde siyasi bir aşk yaşadığım tek görüş milli görüş olmuştur.
Lakin, günümüzde Ak Partiye bu sebepten ötürü oy verenler siyasi bir tartışma ortamında sürekli galip gelecekken hep karşılarına bu soru çıkıyor; Recep Tayyip Erdoğan değil mi BOP EŞ Başkanı olan.

O değil mi Büyük İsrail projesinin lideri v.s v.s ! Bu şekilde her tartışmada her köşeye sıkışan bu soru ile üste çıkmaya çalışıyor değil mi? Ve malesef bu tartıştıklarımızın çoğu da ya muhafazakar, ya demokrat, ya liberal ya da ortalarda kaybolan islami kesim oluyor. Zira CHP’linin, BDP’linin umrunda olmaz bu tür detaylar.
Bu konu ile ilgili bu soruyu soranların BOP ile ilgili tek bilgisi olmadığını söyleyeyim önce.

Kimse kusura bakmasın ama BOP ile ilgili bir çoğumuz kulaktan duyma bilgilendirildiğimiz için büyük bir yanılgı var ortada. Şimdi sizinle BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yazısının ilk bölümünü paylaşacağım.


Bismillahirrahmanirrahim…


1- Dünya liderleri yuvarlak bir masa etrafında oturmuş dünyanın geleceğini tartışıyorlardı. Bu masada bu güne dek Amerika, İsrail, İngiltere, Rusya, Çin, Fransa, Almanya, İspanya gibi dinamo devletler oturmuş, bir birlerine ait çıkarları ve karşıt dengeleri tartmışlardı.

Bir birileri ile savaştıkları zaman da, barıştıkları zaman da kararı bu masada veriyorlardı. Çünkü savaşta zarar görecek olanlar onlar değil aksine gelişmemiş ya da 3. dünya devletleri diye tanımladıkları ülkeler olacaktı.

Yine barışta kazanacakları bir birilerine ait olan çıkarlar çerçevesinde gelişmemiş ülkeler ile 3. dünya ülkelerinin çıkarları olacaktı. Özetle bu masa gelişmemiş ülkeler ile 3. dünya devletlerinin alınıp satıldığı, çıkarların el değiştirdiği, dünyadaki savaşların ve barışların karar kılındığı kardeşlik masasıydı. Hepsinin ortak noktası masada Muhammedi’nin olmamasıydı. Hepsinin ortak noktası ALLAHSIZLIKTI.


2- Masadaki boş sandalye Almanya lideri haricinde hiç kimsenin dikkatini çekmemişti.

Für wem ist das Stuhl? (Bu sandalye kimin için) sesi ile irkildi bütün devletler. Ses demir kadın Merkel’e aitti. Ve Merkel çok ciddiydi. Obama ve Putin haricinde odada bulunan bütün surat ifadeleri değişmişti.

Öyle ya bu toplantılar yıllardır yapılıyordu ve fazladan boş sandalye hiç olmazdı. Bu gün ise o ana dek yapmaları gereken en önemli toplantıyı yapıyorlardı. Ve boş bir sandalye dolu bir soru işareti anlamına geliyordu. Obama ve Putin’in tam arasındaki bu sandalye kime aitti?


3- Birden toplantı odasının kapısı açıldı. İçeriye kararlı, uzun boylu, adımlarından emin birisi girdi. Az önceki şaşkın çehreler yerini kararsızlık ve meraka bırakmıştı. İçeriye giren 600 yıl boyunca yıkmak için uğraştıkları Malazgirtte, Mohaçta, Kosovada, Sırpsındığında, Haçovada mağlup oldukları, dışarıdan yıkamayacaklarını anladıkları zaman içeriden çevirdikleri bin bir türlü entrikalarla devirmeye çalıştıkları Osmanlı Devleti’nin son özgür Sultanı cennet mekan Abdülhamid Hân’ın kopyasıydı sanki. İrkildiler.İçeri giren son günlerde Dünya’nın en popüler liderlerinden biri olan, 80 yıldır sömürdükleri bir ülkeyi bir kaç yılda tekrar toparlayan, saygıyı isteyen değil hak etmesini bilen bir liderdi. Titrediler. İçeri giren UZUN ADAMDI. İçeri giren Recep Tayyip Erdoğan’dı.


4- Obama ve Putin ayağa kalktılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın elini sıktılar sıra ile. Diğer liderler kısa bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Erdoğan hiç birini beklemedi ve kendisine ait sandalyeye oturdu.

Şaşkın aptallar bu öz güvene karşı biraz kızgınlık, biraz da karşı koyulamaz hayranlıkla Recep Tayyip Erdoğan‘a hoş geldin dediler. Tek tek. Köpek gibi.
Fısıldaşmalar sadece bir kaç saniye sürdü. Dünya artık bir mahşer meydanıydı. Ve bu meydanda mazlumlar ile zalimler çarpışırken zalimler tayfası da kendi arasında bölünmüştü.


5- Bu bölünme Obama ve Putin’i bir takımda toplamıştı. Putin ve Obama çoğunluğu mason ve siyonist olan sermaye baronlarının isteklerine karşı çıkmışlardı.Bu yüzden bir kaç yıl önce Rusya’da karışıklıklar çıkmış ancak Putin bu savaşı kazandığı gibi Ukrayna gibi, Azerbaycan gibi dış ülkelere taşımasını da bilmişti. Putin ülkesini kurtarmıştı. Sıra Obama’daydı. Obama’nın işi Putin’e göre daha zordu.

İlk seçimlerde siyonist ve mason sermaye baronlarının desteğini alan Obama, ikinci seçimlerde bu desteği göremeyecekti. Nitekim baronların sözünden çıkınca külahlar değişmişti. Ancak halkın ciddi desteği ile kıl payı da olsa tekrar seçilecek ve Putin ile el ele verecekti.

Amerika çok güçte olsa kurtulabilir miydi, bilmiyorlardı. Ama deneyeceklerdi. Kendilerine yine kendileri gibi cesur bir müttefik arıyorlardı. Bu kendi yağında kavrulan ve Avrupayı kontrolu altında tutan Merkel olamazdı.

Çünkü Almanya da İngiltere gibi siyonist güçlerin üretim merkeziydi. Ve demir kadın Merkel Bush’tan sonra İsrail’i ziyaret eden 2. lider olmuştu. Hatta Yahudi devletinin kuruluş yıl dönümünde İsrail’i ziyaret eden tek liderdi. Dönemin Başbakanı Ehud Olmert, İsrail bakan kabinesi ve önde gelen iş adamları Merkel’i karşılamıştı. Almanya Yahudileri katleden bir ülke olarak tanıtılmıştı ama aslında Yahudileri en çok koruyan devlet haline gelmişti.

Alman basınında yaklaşık 50 yıldır tek Yahudi karşıtı haber yapılmıyordu.


6- İspanya işsizlik, Fransa seks skandalları, Yunanistan kriz, Belçika gibi adı var milleti yok ülkeler yaş ortalaması krizleri içinde boğuluyordu. Ve hepsi kontrol altındaydı. Sermaye baronları hiç birini es geçmemişti.

İstedikleri zaman, istedikleri ülkede, istedikleri kaseti yayınlayıp lider değiştiriyorlar, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmıyorlardı. İngiltere krallığı bütün bu bulmacanın can alıcı noktasında olsa da sessiz kalmasını çok iyi beceriyordu. Holywood filmleri Mossad, CIA, KGB, FBI filmlerinden geçilmiyordu. Ama İngiliz İstihbarat Birimi MI-5 veya MI-6 ile ilgili tek filim, tek şarkı, tek haber bile yoktu ortalıkta.

Öyle ya. Sürü lideri erkek Aslan çalılıkta bekler, dişiler ise avlanır ve kendini ifşa ederlerdi. İngiltere karşısına rakip bir erkek Aslan çıkana kadar beklemeliydi.

İşte o rakip erkek aslan Savananın ufkunda derin kükremeler eşliğinde Güneş’in doğuşu ile beraber ağır adımlarla gelmekteydi. Sürüyü kontrol altına alacak olan o erkek Aslan Türkiye olacaktı. İngiltere buna müsaade etmeyecek, kana kan, dişe diş bir çarpışma olacaktı. Bir taraftan dünya halklarını yüz yıllar boyunca zulüm ve korku ile kontrol altında tutarak “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” unvanını alan siyonist, vahşi İngiltere, diğer taraftan Hira mağarasında boyun büken en sevgilinin hadisine mazhar olmak için çarpışarak İstanbul’u fetheden ve dünyaya 600 yıl boyunca adaletle hüküm salmış Osmanlı Devletinin torunları, ATA FATİH SULTAN MEHMET HAN’IN torunlarından mütevellit Türkiye.

Bu çarpışma bir geleceğin değil, geçmişin hesaplaşması olacaktı. Bu çarpışma İngiltere için 1. dünya savaşında Çanakkale’de boğazın dibini boylayan Ocean, Triumph, Goliath, Queen Elizabeth, Inflexible, Majestic, Irresistible gibi devasa gemilerin ve İngiliz kibrinin intikamı anlamına geliyorken Türkiye için Irak, Suriye, Afganistan, Türkistan, Somali, Etiyopya, Filistin, Çeçenya, Mısır, Cezayir, Keşmir, Myanmar katliamlarının bedelini ödetmek ve Allahsızlara karşı ALLAH’IN nurunu savunmak demekti.

İki boynuz birbiri ile çarpıştığında birinde Masonların ve siyonistlerin tanrısı Baphometin şeytani inlemesi, diğerinde mazlum Filistin ve şehitlerin tekbir sesleri işitilecekti. Hayır, hayır… Recep Tayyip Erdoğan kesinlikle Mehdi değildi. O hepimiz gibi hakkın bir savunucusuydu. Ve bir savunucu doğru yolda ilerlediğinde arkasında milyonlarca hak ehlinin sürüklenmesi içten bile değildi.

Arkasında milyonlar yürümeye; hatta tekbir getirmeye başlamıştı.

Bu milyonların varlığının verdiği öz güvenle oturmuştu bu masaya Recep Tayyip Erdoğan. Onları kendi tasarladıkları oyunlarının içinde, yine kendilerinin koyduğu kurallarla yenecekti. Bir an bütün bunları fark eder gibi oldu liderler, yüzleri bembeyaz oldu. Hepsinin aynı anda önlerinde duran su bardağına imdat dercesine el uzatması bir tesadüf müydü?


7- Oturumu açmak için doğruldu Obama. Putin’den göz onayı alıp.

Ladies and Gentlemen, we all believe in the sanctuary of the lands we marvel to behold and keep as countries…
cümlesi ile başlayıp uzun uzun dünyanın varlığının kutsallığını, bütün insanların yer yüzünde eşit olduğunu, hiç kimsenin hiç kimse üzerinde üstünlüğünün olmadığını anlatmaya başladı. Veda hutbesinden çalıntı olmuştu biraz. Gülümsedi Erdoğan. Belli etmeden.
Arka planda asıl amaç ise bütün insanların dünyadaki kaynaklardan eşit bir şekilde faydalanması, ezilenlerin aksine daha fazla müsaade etmeyeceği korkusu ve bir isyan çıkmadan yani uykudakiler uyanmadan herkese doyacak kadar imkan sağlama çerçevesiydi. Bunun için bulabilecekleri en güçlü müttefik Türkiye olacaktı. Zira Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde halkın dinleyeceği ve takip edeceği tek lider Recep Tayyip Erdoğan olacaktı.

Tıpkı Türkiyeyi ona teslim ettikleri gibi Orta Doğuyu da teslim edeceklerdi. Bu da onu BOP EŞ BAŞKANI yapacak. Büyük resmi göremeyen Erdoğan muhaliflerine gün doğacaktı. Ama bu önemli değildi. Onlar Erdoğan ve ekibi Fazilet partisinden ayrıldığı zaman da büyük resmi görememişlerdi. Erdoğan Amerika’ya gidip döndükten sonra Başbakan olduğu zaman da büyük resmi görememişlerdi.


8- Obama son sözünü soluk bitirdi. Merkel’in beyaz suratından başlayıp göz damarlarına kadar çıkan kırmızı çizgiler fark ediliyordu. Putin sert çehreliydi. Konuşacağı zaman detaylara girmezdi. Sözü net ve basit cümleler ile kurulmuş kararlı ifadelerden ibaret olacaktı. Felsefe yapmak rakiplerden anlayış beklemekti. Putin’in anlayış bekleme niyeti yoktu.

Bu yüzden lafı dolandırmadı. Felsefe yapmadı. Anlayış beklemedi. Obama’nın bu konuşma akabinde bir desteğe ihtiyaç duyacağını hissetti. Hiç kimseyi beklemeden mikrofona uzandı.
“Recep Tayyip Erdoğan ???????? ?????? ?????? ?????????? ??????” diyerek başladı söze. Recep Tayyip Erdoğan bu büyük konseyin değerli bir üyesi olacak.

Konseyin bundan sonra dünya ile ilgili alacağı kararlarda Müslüman kesimi temsil edecek. Ortadoğu ile ilgili projelerde özellikle Konseye liderlik edecekti. Putin, Recep Tayyip Erdoğan’ın yüksek kişiliğinden ve başarılarından bahsetti. Obama’nın ardından Putin’in bu sözleri söylemesi diğer ülke liderlerini ürküttü. Putin konuşmasa Obama’yı veto bile edebilirlerdi.

Ancak Amerika ve Rusya’nın olmadığı bir planda stratejiden bahsedilemezdi. Bunu en iyi Merkel biliyordu. Başbakan’a bir daha baktı Merkel. Uzun uzun. Yüzü sert çizgilerden arınıyordu. Tebessüm etmeyi denedi. Zoraki tebessüme büktü dudaklarını. Eh işte. Recep Tayyip Erdoğan uzandı mikrofona. Tekrar titrediler. Sınav öncesi son dersmiş gibi dikkat kesildiler Başbakan’a. Dünya lideri konuşacaktı.

Bisimit


BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan-2


9- Normalde böyle bir konuşmaya başlarken alttan almalar ve felsefi süspansiyonlarla Avrupa’nın kanlı tarihinin üzerinin örtülmesi beklenirdi. Çünkü bu sofra Avrupa’nın sofrasıydı. Ve Başbakan misafirdi. Misafir ise ev sahibinin yüzüne zemmini vurmazdı. Ama konuşacak olan normal birisi değildi. Konuşacak olan Davos’ta İsrail Cumhur Reisinin yüzüne yaptıkları alçaklıkları haykıracak olan Kasımpaşalıydı. Konuşacak olan Uzun Adam Recep Tayyip Erdoğan’dı.

10- Başbakan Sarkozy’nin gözlerine bakarak konuşmaya başladı :

“1830-1960¨ yılları arasında Fransa’nın işgal ettiği ve sömürdüğü Cezayir’de 2,5 milyon Cezayirliyi tehcir ettiğini gördüm. 8 bin köyü yaktığına şahid oldum. Hazırladıkları fırınlarda binlerce arap müslümanı diri diri yaktıklarını, kadınlarına tecavüz ettiğini ve hatta tecavüz etmeden önce soğuk suyla yıkarken fotoğraf çektiklerini biliyorum. (Askerler, soykırım gününün anısına, ırzlarına geçtikleri kadınla hatıra fotoğrafı çektiriyor).

Bu laflar yenilir yutulur cinsten değildi. Sarkozy kıpkırmızı kesilmişti. Yumruklarını sıkmıştı. Ama müdahele edemiyordu. Konseyin birinci kuralı söz hakkı sahibi her kimse, söyledikleri sözler yanlış bile olsa, sözleri bitene dek konsey üyeleri tarafından müdahele edilmeden dinlenmek zorundaydı. Erdoğan bu kurala binaen Sarkozy’nin bir şey söylemesine fırsat vermemek için susmuyordu. Gözlerini Sarkozy’nin gözlerinden çekmiyordu. Sarkozy kızgın olmasına rağmen dayanamamış, o gözlerini çekmişti. Kararsız ve dengesiz ifadelerle bir aşağı, bir yukarı bakıyordu.

Başbakan devam etti , gözlerini Sarkozy’den ayırmadan :

Yine Fransa’nın evet yabancı vahşi bir kabilenin değil, medeniyetin beşiği denen Avrupa’nın göbeğindeki Fransanın, çok değil 1994 yıllarında, Ruanda ülkesinde 800 binden fazla tutsiyi katlettiğini ve ölüm listeleri hazırladığını sadece ben değil siz hepiniz biliyorsunuz.

11- Hepiniz biliyorsunuz lafını söylerken Avrupa ülkelerinin liderlerinin gözlerinin derinliklerine tek tek, çekinmeden, uzun uzun baktı. Hiç birinden çıt ses çıkmadı. Hepsi bir bardak sudan imdat istedi. Aynı anda suya sarıldılar. Komik bir fotoğraftı çektikleri. Farkında değildiler. Terliyorlar, kızarıyorlar, farkında olmadan yumruklarını sıkıyorlardı.

Başbakan gözünü İspanya lideri Luis Rodríguez Zapatero’ya dikti. Zapatero o kadar ürktü ki. Sıranın kendisine geldiğini anladığı an alnında birikmiş terler burnuna doğru akmaya başladı. Gözleri ile lütfen diyordu Recep Tayyip Erdoğan’a. Ama Recep Tayyip Erdoğan susmayacaktı. Avrupa’nın kanlı tarihini yüzlerine tek tek çarpacaktı. Avrupa liderlerini atalarının işledikleri günahlarla sindirip günah keçisi ilan edecek, piskolojik üstünlüğü ele geçirecek, Obama ve Putin’in yanında yerini alacaktı. Plan tutuyordu.

Recep Tayyip Erdoğan Zapatero’nun yüzüne 15. yüzyılın sonlarında Endülüs müslüman ve yahudilerine yapılan katliam ve soykırımları , 16. yüzyılda Azteklere 18. yüzyılda meksikalı kızılderililere yapılan magdalena katliamlarını tükürdü. Tarih tarih, belge belge.

12- Almanya’nın yaptığı yahudi katliamlarını ve bunun yahudi propagandası için kasıtlı yapıldığını anlatırken Merkel bir an Demir Kadın rolüne bürünmek istese de beceremedi. Surat ifadesi düştü. Pes etti. Belçika’ya Kongo soykırımı, Hollanda’ya Bosna’da görmezden geldiği ve askerlerini çektiği için yapılan Srebrenitsa Katliamını hatırlattı. Amacı neydi bu adamın. Herkesin günahını yüzüne vuruyordu. Putin ve Obama susuyordu. Onların da günahları çoktu. Hatta 1. dünya savaşından sonra yaşanan bütün emperyal katliamların sebebi Amerika değil miydi? Rusya Çeçenistan’da, Kafkasya’da soykırım yapmamış mıydı? Bunları da söyleyecek miydi Recep Tayyip Erdoğan? Elbette. Hepsi planlanmıştı. Hiç biri es geçilmeyecekti. Kimseye ayrımcılık yapılmayacaktı. Bütün liderlerin surat ifadeleri düştü. Biri haricinde. İngiltere’den hiç bahsetmemişti Recep Tayyip Erdoğan.

13- Lordlar kamarası üyesi Lord Robert Walpole ile 17. yüzyılda başlayan küresel İngiliz Emperyalizmi’nin dünyayı kasıp kavurduğu ve yaklaşık 400 yıl boyunca dünyanın her yerine masum insanların katledilmesine sebep olduğu, bunun karşısında Osmanlı Devletinin 600 yıl boyunca hükmettiği tek bir toprak parçasında bile dayatmada bulunmadığını haykırdı Recep Tayyip Erdoğan.

Gözler karardı. Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin kıyaslanması hiç kimsenin hoşuna gitmemişti. Putin ve Obama bile irkildiler. Erdoğan’a seni biz bile koruyamayız bakışı attılar. Ama Kasımpaşa’lı susmadı. Kendisinin bu konseyde olma sebebini ima etti. Osmanlı’nın tekrar dirileceğini ve buna kimsenin engel olamayacağını haykırdı adeta bu kıyaslama ile. İngiltere Başbakanı Blair’in kılı bile kıpırdamadı. Terlemedi de. Ürkmedi de. Erdoğan ile göz göze geldiler. İkisi de çekmedi gözlerini birbirinden. Bu meydan okuma her şeyi açıklıyordu. Gelecek 10 yıl İngiltere ile Türkiye’nin dünya savaşına tanıklık edecekti.

Savaş başlıyordu…

Bi Simit


BOP ve Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan-3


14- Bu aptal ülkeyi kurmamızın amacını unutuyorsun. Yerini unutuyorsun. Bu ülke bir kamuflajdan ibaret. 1532'den 1911'e dek bu lanet topraklardan kızılderilileri yok etmiş olmamızın tek nedeni var. Bu nedenin altında da tek mesaj var. Sen Obama, bizim için bu kızılderililerden farksızsın. Eğer farklı olduğunu düşünüyorsan sana hak verebileceğim tek nokta ; O sefil ruhunun can verdiği aciz, çaresiz ve sadece beyazların hükmedebileceği kara tenin.

Blair bu sözleri söylerken Obama‘nın suratına köpeğe bakıyormuşçasına bakıyordu. Haklıydı. Üstadları Hugues de Payen‘in Kudüs’te ne bulduğunu anlatmıştı Obama’ya. Bu kutsal amaç için tam 1000 yıldır mücadele verdiklerini ve Obama’nın sadece bu amaca hizmet için o koltuğu işgal edebileceğini söylemişti. Blairin kendi koltuğunu Gordon Brown‘a devretmesinin üzerinden tam 3 sene geçmişti. Hatta nerdeyse Gordon Brown’da koltuğu Muhafazakarlara kaptırmak üzereyken, konseyde İngiltere’yi hala o temsil ediyor ve başkanlık döneminin ilk yılını geçiren Obama’yı inanılmaz bir biçimde aşağılıyordu.

Obama’yı aşağılayan aslında Blair değil Kraliçeydi. Kraliçenin izni dışında Blair’in bu konuşmaya ekstra bir virgül bile ekleme insiyatifi yoktu. Obama koltuğa neoconların desteği ile gelmişti. Masonlar ve sermaye baronları siyah bir insan teninin altında gizleyebilecekleri onlarca savaş, onlarca insanlık suçu olduğunu düşünmüşler ve Amerika’nın başına zenci bir lider getirmeyi uygun görmüşlerdi. Haklılardı. Obama kutsal amaçlarına hizmet eden siyah bir lekeden ibaretti onlar için. Bunu yavaş yavaş anlıyordu.

Harwardda okuduğu yıllarda Yale’deki “Skull and Bones” kulübüne katılması için onu ikna etmeye gelen ekip geldi aklına. 1990 yıllarıydı. Harward’a geleli 2 sene olmuştu. Obama’nın şimdiki ekonomi danışmanlarından Austan Goolsbee kendisini kulübe davet etmek için gelmişti. A.B.D gibi İngiltere gibi ülkelerin planları Türkiye’deki gibi siyasi parti ideolojilerine göre değişken değil, aksine Krallığın yüzlerce yıllık amaçları çerçevesinde kalıcıydı. Bu bağlamda Obama’nın daha öğrenciyken seçilmiş olması kesinlikle tesadüf değildi. Obama olan biteni anlamaya çalışırken, içindeki hristiyan ölüyordu. Barack Obama’nın aklına 1950'li yıllarda Burma’da İngiliz ordusunda görev yaptıktan sonra ülkesine dönen ve İngiliz sömürge yönetiminden daha fazla özgürlük tanımalarını uman ancak beklediklerini bulamayınca, daha sonra Mau Mau ayaklanması olarak bilinen isyanı başlatacak olan Kikuyu Merkez Topluluğu‘nun liderlerinden dedesi Hüseyin Onyango Obama geliyordu. Ve o söz : “Biz onların gözünde kara bir köpekten ibaretiz. Müslüman ya da Hristiyan fark etmez, Allah’a inancımız onları yeterince çıldırtıyor.”

Hiç bir şey söylemedi Obama. Buckingham Sarayı‘nda “The White Drawing Room” olarak bilinen meşhur salondan sessizce dışarı çıktı. Kapıda Central Intelligence Machinery‘nin 3 ajanı kendisine eşlik edecekti. Central Intelligence Machinery İngiltere’de iç istihbarattan sorumlu MI5 ile dış istihbarattan sorumlu MI6‘nın dışında kurulan direk kraliçeye bağlı çok fazla bilinmeyen özel bir birimdi. Özel jet uçağına kadar eşlik ettiler Obama’ya. O uçuş Obama’nın en uzun uçuşu olacaktı. Aklından neler geçmiyordu ki ; Zenci, siyah, kara, pislik ve nefretten mübari anahtar kelimeler silsilesi… Bir de uzun adam geldi aklına. Nedensiz. Putin’i düşündü. Artık zamanı gelmişti… Kararını verdi… Savaştaki tarafını çoktan seçmişti… Ve dedesinin onu İslam’a davet ettiği zaman sarfettiği sözler şimşek gibi çaktı aklında “Allah, bu dini facirlerin eliyle de güçlendirir.”

15- Evet efendim dedi Dvorkovich. Obama’nın özel jet uçağı Faroe Adaları uçuş bölgesinden Norweç’in kuzeyine geçecek, oradan da Finlandiya üzerinden Rusya’ya giriş yapacaktı. Dvorkovich Putin’in mücadele arkadaşı Medvedev’in danışmanlarındandı. Putin’e ve Medvedev’e Sovyet Rusyası hayranlıklarından ötürü saygı duyar, hatta bu hayranlık bazen yerini aşırı partizanlığa bırakırdı. Dvorkovich Rusya’nın genç kare asıydı. BBC’de, CNN’de, DER SPIEGEL’de kimseye pabuç bırakmıyor, herkesin ağzına lafı tıkıyordu. Rusya’ya yapılan hiç bir eleştiriye tahammülü yoktu. Hatta Medvedev’i düşündüğü için Putin’e sinirlenen Alexei Leonidovich Kudrin gibi Rusya ekonomosini 1990'dan sonra canlandıran ve Rusya’yı dünyanın önde gelen ekonomilerinden yapan bir dahiye bile çıkışma cesaretini bir tek o sergilemişti. Şimdi Putin ve Medvedev’in en güvenilir adamlarından bir tanesi olmuştu. Bir bürokrattan çok genç bir vatanseverdi.

Obama İngiltere’den çıktıktan hemen sonra rotayı Rusya’ya çevirmişti. Kuzey’den ülkeye Obama girerken ülkenin güneyinde de hareketlilik vardı.

15- IHH kriz masasının etrafında 12 kişi, silah seslerinden sonra bağlantı kesiliyor. Ne gemideki kameralardan ne de telefonlardan sinyal alınamıyor. Levent’deki İsrail Konsolosluğu’ndan bir telefon geliyor. Abi ne oldu, haber alamıyorsanız saldıralım diyor karşıdaki. Timetürk Genel Yayın Yönetmeni Turan Kışlakçı da kriz masasında, telefonda karşısındakine bağırıyor, Kesinlikle saldırmayacaksınız, at kişneyerek tımar edilmez. Biraz sonra binlerce insan toplanacak orada. Sizin göreviniz kalabalığın taşkınlık yapmasını engellemek, taşkınlık yapmak değil. Gerçekten de öyle oluyor, binlerce insan İsrail Konsolsoluğu önünde toplanıyor. İçeri girmek istiyorlar. Polis bırakmıyor. Takdiri ilahi, İsrail Konsolosluğunu yine İHH görevlileri koruyor.

Ümmetin algısı değişiyor. Gemi’de Mısırlılar var, İngilizler var, Almanlar var, Amerikalılar bile var. Ama sadece 9 Türk şehit oluyor ve 1 Türk ağır yaralanıyor. Burada verilmek istenen mesaj ne Filistin’e sokulacak olan erzak yardımı ne de İsrail’in kendince koyduğu ambargo. Başbakan Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanı olma düşüncesi ile Ümmet’e işte sizin Başbakanınız. Biz sizin vatandaşlarınızı göz göre göre öldürdük, o ise hala BOP Eşbaşkanı olacağım diyor mesajı vermek. Başbakan’a içerden halk zemininde bir tepki oluşturmak.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın lordlar kamarasında kendini dünyanın sahibi olarak gören İngiltere temsilcisi Blair’e attığı bakışın cevabı gecikmemişti. Bu cevapla Başbakan’a asla ortadoğuda “Emir” olamayacağı mesajı verilmek isteniyor, Türkler aşırı biçimde aşağılanmak isteniyordu.

Bu plan da tutmayacaktı. Türkleri aşağılamak, Erdoğan’ın orta doğudaki koltuğunu sarsmak isteyen İsrail farkında olmadan Türkler’i ümmetin küflenmiş bilincinde tekrar Evlâd-ı Osmaniye olarak canlandıracak ve Recep Tayyip Erdoğan’ı da BOP eş başkanı yerine Ümmet’in liderlik koltuğuna oturtacaktı.

Son şehitte yere düştü. Bir ses duyuldu güverteden, kısılarak son sözlerini sarfediyordu Şehit Furkan ; Ve mekeru ve mekerallah, vallahu hayrul makirin. İşte o plan işleyecekti. Fasıkların planı ters tepecek. Allah nurunu tamamlayacaktı.

Ortadoğu’da değişim daha yeni başlıyordu. Ne martavaldan çıkaracakları arap baharı rüzgarları, ne de sünni-şii kavgası üzerinden yürütülen terörist islamcılar yaftaları. Hiç birisi bu gemiyi durduramayacaktı.

Recep Tayyip Erdoğan küresel operasyon emrini verdi. Operasyon kod adı RABİA, haydi Mavi Marmara yelkenler fora !

16- Petersburg’da hareketli saatler. Türkiye’de başkent her ne kadar Ankara gözükse de milletin kalbi nasıl İstanbul için atıyorsa, Rusyada da Moskova değil, Petersburg aynı şekilde ön plana çıkıyor. Burada The General Staff and Ministries Building binasında yerin 6 kat dibinde 32,500 metre karelik alanda tam 60 özel oda inşa edilmiş. Normalde ilk restorasyonun 2010 yılında yapıldığı söylense de 2000 yılında göreve gelen Putin’in yaptığı ilk işlerden biri tele-kulak skandallarını önleme amaçlı bu yapının altına güvenli odalar inşa etmek olmuş.

Petersburg’daki The General Staff and Ministries Building binasının bu akşam çok özel konukları olacak. Obama çoktan Finlandiye üzerinden Rusya’ya giriş yaptı. Moskova’dan da özel helikopterle Petersburg’a vardı. Putin misafiri Obama’yı karşılarken Recep Tayyip Erdoğan’ın gelmesini bekliyordu.

Kararını vermiş gibisin dedi Putin. Soğuk gözlerle Obama’nın soluk yüzüne bakıp. Obama cevap vermedi. Hala Blair’in kendisine yönelttiği hakaretleri düşünüyordu. Putin cevap vermesini beklemiyordu zaten. Bu yaşadıklarını uzun zamandır ona anlatmaya çalışıyordu. Ama Obama’nın buna bizzat şahitlik etmesi çok yerinde olmuştu. Yoksa inanmayacaktı. Kendisini hala A.B.D’yi yönetiyor sanacaktı.

Ülkemizde de son yıllarda özellikle kullanılmaya başlayan BARON kelimesi bu bağlamda çok anlamlıydı. Eski fransızcada onurlu insan anlamında sıklıkla kullanılan bu kelime gerçek anlamını İngiliz Kraliyet Ailesi soy ağacında bulmuştu. Şövalye’nin bir üst makamı olan Baron ünvanını da ilk kullanan İngiltere Başbakanı Lord Robert Walpole olmuştu. Robert Walpole’un bir başka hüneri de kadim İngiltere’nin krallıkları altında toprak yöneten, direk Kraliçeye bağlı Earl ünvanına sahip olmasıydı. Bu onu 18. yüzyılın tek adamı, lordlar kamarasının lideri yapıyordu. Allah Âdem’e secde etmeyen Şeytan’ı ebedi cehennem azabı ile cezalandırırken, Şeytan kraliyet ailesi üzerinden âdemin torunlarına eziyet ederek hıncını almaya çalışıyordu. Bu fotoğrafta ezilen insan âdemi, yöneten krallıklar ise şeytanı temsil ediyordu.

Büyük fotoğraftaki savaş aslında Ademle Şeytanın kavgasının devamının tezahürüydü. İngiliz Kraliyet Ailesi bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden Allahın sürekli lanetlediği kavme sahip çıkıyor, yeri geldiğinde o kavmi taparcasına destekliyordu. Dünyayı teslim ettikleri Vanguard gibi, Monsanto gibi şirketlerin pay sahipleri hep bu kavimdendi.

STATE STREET CORPORATION, Jennison Associates , PRIMECAP Management Company, WINSLOW CAPITAL MANAGEMENT INC , DAVIS SELECTED ADVISERS , American Century Companies, Waddell & Reed Financial, Lone Pine Capital, TIAA-CREF Investment Management, T. Rowe Price Associates, Wells Fargo & Company, Manning & Napier Advisors, ALLIANCEBERNSTEIN , Marsico Capital Management, Institutional Capital, Wellington Management Company, VAN ECK ASSOCIATES, Neuberger Berman , Montag & Caldwell, Bill gates, Mitsubishi Ailesi, Ford Ailesi

gibi saymakla bitmeyen firmalar silsilesinin arkasında tam 5000 yeminli aile, ve bunların başını çeken Rockerfeller, Rotschieldlar vardı.

İşte Obama’nın ben yönetiyorum diye düşündüğü A.B.D yi ve hatta dünyayı yöneten aileler bunlardı. Hepsi Kraliçeye Bağlılık Yemini etmişlerdi. Afrika’nın en ücra köşesindeki insan nufusundan tutun, Kanada ve Gronland’in en kuzey noktasındaki buzullarda yaşayan hayvanlara dek bütün her şeyi kontrol altında tutuyorlardı. Hastalıklar üretiyorlar. Yarım yamalak iyileştirecek ilaçları piyasaya sunuyorlar. İnsanın yediğinden, dışkısına kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar kendi düzenleri çerçevesinde planlıyorlardı.

Hiç kimse, hiç bir şeye müdahele edemiyordu. Çünkü PATENT diye uydurdukları kılıf ile Ağrı dağında yetişen bir bitkinin bile bütün haklarını satın alıyorlar, köylüye kendi tohumlarını ürettirmiyorlar, doğal tavuk ırklarını yok edip yeni ırkları piyasaya sürerek daha ucuza göz boyuyorlar, doğal olan ne varsa her şeyi kimyasal süzgeçten geçirip insanların boğazından geçebilecek en küçük lokmayı bile mındar ediyorlardı. Allahsızlığın diz boyu olduğu bu dünyaya 1600'lü yıllardan 1900'lü yıllara kadar Afrika’dan Amerika’ya gemilerin depolarında taşıtılan mazlumların çiçeği burnunda Başbakanı Obama, eski sovyetlerin soğuk yüzü Putin ve dünyaya adaletle hükmetmiş tek devlet olan Osmanlı Payitahtının veliahtı Recep Tayyip Erdoğan meydan okuyacaklardı. Savaş gelenekçiler ve yenilikçiler arasında olacaktı.

Savaş neokonlar ve muhafazakarlar arasında olacaktı. Savaş Adem ve Şeytan’ın ikinci savaşıydı. Yani Hz. İsa ve Mehdi’nin yapacağı son raunddan önceki raunddu bu. İnsanlara son bir şans veriliyordu. İnsanlar son bir kez sınanıyordu. Peki millet kimin yanında olacaktı? Adem’in hata edip yediği Elma’nın yerini Ananas mı almıştı ? Yoksa bu sefer ikaz edilmiş ümmet liderini mi takip edecekti?

Bi Simit



1 yorum: